Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     6130 kez okundu.     3 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

Bu pazar da dağsısız bayım
Mücahit Koca

  Sayı: 70 - Ekim / Aralık 2011

... Şubat/1985

Hava buz kesiyor. Ama beni kim durdurur? Dağ dendi mi kuru bir yaprak gibi hafifliyor, uçacakmışım gibi oluyorum. Yine öyle bir anımdayım. Kimsede telefon yok ki arayıp sorayım; dağa nasıl ve nerede buluşup gideceğiz öğreneyim?

Ne kadar zamandır kitaplıkta bir aşağı bir yukarı gidip geliyorum. Dilimde Yunus Emre'nin mısraları var:

“Gökler gibi gürledim

Yerler gibi inledim

Dereler gibi çağladım

Akdım bir dağ içinde”

Giyinip dışarıya çıktım; gazete alıp geldim. Onlarla oyalanır mıyım diye bir süre karıştırdım. Bir yanda Özal'ı eleştiren yazılar, öbür yanda Evren'e güzelleme yazan makaleler. Bir Pazar günü bazıları için belki de en iyi oyalanma vesilesi olacak gazeteler bana rahatsızlık veriyordu. Beni bugün dağdan başka hiçbir haber ilgilendirmiyor gibiydi.

Gazeteleri sehpanın üzerine atıp kalkarken dilimde yine Yunus Emre yeni mısraları vardı:

“Ayrılmadım pirimde

Aşktan bir kadeh aldım

İçtim bir dağ içinde”

Zaman dağa gitmek için geçmişti.

 

DAĞA HASTA GİREN USTA, EŞKİYA GİREN EFE ÇIKAR

...Mart/1985

İnsan için kent tek yaşam alanı değil. Herkes için olmasa da dağ gibi bir yaşam alanı daha vardı. Çok kimse bundan habersiz bile olsa böyle bir yer hep oldu. Bence oraya hasta giren usta, ölü giren diri, eşkıya giren efe çıkardı. Orada eline toprak alsa altın almış sanır insan. O âlem ne bu kentin içinde, ne büsbütün dışında.. Akıllıya bir işaret yeter ama hani o akıllı bir göstersen?

Bugün tırmana tırmana bayağı yukarılara çıkmıştık. İbrahim Ünal Usta, bu defa hiç gözümüzün yaşına bakmamıştı. Hava yumuşak, kar sertti. Batmadan rahat yürünebiliyordu. Usta, dağın yorgunluk tadını şırınga eder gibi yürüttü de yürüttü. Yol ve ize aldırmadan tırmandırdı da tırmandırdı. Kız Deresi nere, Bursa nereydi?

Kız Deresi'nin oluşturduğu şelale suyunun en gür zamanıydı.

Her taraf bembeyaz kar ama üşümüyorum. Kamp yerinde ateş. Ateşte çay tıkır tıkır.

Ateşin etrafında sıkı bir duvar olmuştuk. Aklıma Bursa üzerine okurken rastladığım bir anekdot geldi. Yukarıda değindiğim gibi dağın insanı değiştirişine ve tedavi edişine güzel bir önek olacaktı. Arkadaşlara anlattığım yaşanmış durum şuydu: İstiklâl Savaşı başlarında bulunduğumuz bölgede saklanan iki eşkıya varmış. Birinin adı Püskülsüz İsmail, öbürünün adı Abdürrezzâk. Bu eşkıyalar yıllar sonra Bursa'nın işgali üzerine tövbekâr olurlar; kızanlarını toplayıp; “Efe olmanın tam zamanı” derler. Eşkıya ruhunu bir keramet çarpmış gibi iyiliğe niyet edip efe oldular; kendi insanıyla savaşmayı bırakarak işgalci Yunan ile savaşmaya başladılar. 

 

“GÜLÜN KIZILLIĞI ÇOCUĞUMA,  ÇOCUĞUMUN SARILIĞI GÜLE GİTSİN.”

...Mayıs/1985

Eskiden hıdrellezin gireceği günden bir gün önce akşamleyin çocukların kollarına bir sarı kurdele, gül dalına da bir kırmızı kurdele bağlanır, bu iş yapılırken de; “Gülün kızıllığı çocuğuma, çocuğumun sarılığı güle gitsin” denirdi. Bunun sonunda da çocuğa sağlık geleceğine; onun o yılı sağlıklı geçireceğine inanılırdı. Gene hıdrellez sabahı, bilhassa kızlar birer çiçek, yaprak koparırlar; mani bilen bir kadının önündeki sepete atarlardı. Bu işlem bittikten sonra bu sepetin üstü örtülürdü. Ardından manici kadın bir mani okur, sepetten bir yaprak çıkarırdı. Onun okuduğu mani o sepetten çıkan çiçeği, ya da yaprağı koparıp sepete koyan kızın talihine çıkmış sayılırdı.

Bugünkü dağcılığımız hıdrellezin tam ertesine rastlamıştı.

Kardeş olan Hızır ve İlyas Peygamberler her yıl aynı tarihte buluşurlarmış.  Bu buluşma gününe hıdrellez, denirdi. Onlar, dün yine buluşmuşlar; bu buluşma büyük coşku ve eğlencelerle kutlanmıştı. Sabah namazıyla mahalle aralarından geçerken geceden kalma hıdrellez ateşlerinin dumanları hâlâ tütüyordu. Yorgun düşen canlar çekilmişler; ateşler de yeni günü buruk karşılar gibiydi.

Bugün Hızır ve İlyas Peygamberleri anarak başlamıştık dağcılığa.. Onların taptaze neşeleri bize de geçmiş gibiydi.

Bir çırpıda Kaplıkaya Vadisi'ne girmiştik. Bu güzel günde, yazın böylesi gül kokulu, kuş cıvıltılı, su şırıltılı haliyle bizi en iyi bu vadi kucaklar; bağrına basardı. Öyle olduğunu vadiye ilk attığım adımla anlamıştım. Sanki bir an cehennemden bedenimi çıkarmış, cennete sokmuş gibiydim. İnsan böyle zamanlarda anlıyor Kaplıkaya Vadisi için Evliya Çelebi'nin; “Gönül açıcı yer,” Şair Lâmii Çelebi'nin; “Cennet vadisi,” deyişini..

Bugün çok heyecanlıydım. İbrahim Ünal, her mola yerinde ezberinde olan şiirlerinden birini okurken benim de aklımda hep bu güzelliği anlatacağım mısralar vardı. Bir ressamın tuvale düşüreceği renkler, vuracağı fırça darbeleri gibi benim aklımda da kelimeler vardı. Bir gün mutlaka Uludağ'ı bu doğal ve mistik haliyle anlatacağım bir kitap yazacaktım.

 

ATEŞ CANI YAKMASIN

...Temmuz/1985

Bugün gazetelerde ve radyoda yangın haberleri.. Ormanlar cayır cayır yanıyor.

Böyle anlarımda çok kötü oluyorum. Kim kötü olmaz ki? Yanan yalnızca ağaç değil ki, bitkiler, kurt, kuş, börtü böcek  yanıyor. Sular kuruyor, toprak çoraklaşıyor.

Dağı cansız görenlerin aklına şaşarım. Mevlâna Celâleddin Mesnevi'sinde bakın bu canlılığa ne güzel örnek veriyor:

“Dağın ve taşın gözü, görüşü olmasaydı nasıl olurdu da dağ Davud'a dost olurdu?”

Ben yangının kimin dağında olursa olsun sevinilecek bir şey olmadığını düşünürüm. Onun için de yangın haberlerine hiç dayanamam.

Dağlarda yangını hep insanlar çıkarmazdı. Bazen iki dalın birbirine sürtünmesinden yangın çıktığı gibi; bir cam parçasının da yangın çıkardığı çok görülmüştür.

Biz dağcılar için dağda ateşi yakmak kadar söndürmek de çok özen gösterilen bir şeydi. Ateşi söndürdüm dediğinde bile sönmediğini düşüneceksin. Ateş yaktığın yerdeki toprağın altında bulunacak kökler yanabilir, sen ateşi söndürdüm dediğinde bile ateş devam eder. Bu nedenle biz, ateşi yakacağımız yer kadar su ile söndürmeye ayrı bir özen gösteririz.

 

MİSTİK DAĞCI

...Ekim/1985

Son günlerde bol bol dağ ve dağcılık üzerine okuyorum. Bir yandan şiirini yazmayı düşünürken, bir yandan da onu nasıl daha iyi anlatırım diye düşünüyorum. Tabii Uludağ ile ilgili iki isim dilimden hiç düşmüyor: Birincisi “Bursa Şehrengizi” isimli mesnevisini padişaha sunan Şair Lâmii Çelebi, ikincisi Keşiş Dağı ismini teklif edip Uludağ olarak değiştirten Bursalı Osman Şevki Uludağ.. Nasıl bir zamanlar Bursa'yı tanımak için Kazım Baykal okumak lâzımsa, yine Uludağ'ı tanımak için de Osman Şevki Uludağ lâzımdı.

Dağın mistik yanı ile ilgilenince daha farklı şeyler okumak gerekiyordu. Ben de son zamanlarda böyle yapıyorum.

Dağın da bir dağı vardı. İşte bizi sürüp götüren bu ikinci dağdı. Onun mistikliği de bu ikinci yanından geliyordu. Her dağa çıkan dağı bilir, ormanı, kayayı, suyu, şelaleyi, tilkiyi, çakalı, elmayı, böğürtleni bilir ama içinde yaşamadan geçmişini bilemezler. Hikâyeyi bilmezler, menkıbeyi bilmezler. Onların aşklardan ve savaşlardan haberleri yoktur.  İnkârdan haberleri olmadığı gibi, imandan da habersizdirler.

Hikâyeleri ve menkıbeleriyle dağlar bana öyle ısındı ve tatlılaştı ki; şehir soğuk mu soğuk gelmeye başladı.

Akşamdan eksik kalmasın, diye özenle hazırladığım dağ çantamı sırtıma takarken bugün kafam karşılaşacağım şeylerle dopdoluydu.

Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : Metehan Uslu    10.02.2012
Yorum : Sayın Niyazi Yalçın; Ben öncelikle yapmış olduğunuz yorumunuz karşılığında sizinle bazı bilgileri paylaşmak isterim. Araştırmacı birisi oluşum susmamı engelliyor. Amacım sizi kırmak değil gerçekleri açığa çıkarmaktır. "Millî Mücadele yıllarını ve İstiklâl Harbini öncesi ve sonrasıyla bilmeden Kabakçı Salih Efe, Yağdığınlı Halil Efe, Gedizli İbrahim Efe gibi vatanperver efeleri tam olarak anlayamayız. Devlet düzeninin ve otoritesinin bozulduğu bir dönemde hem yerli eşkıya ve çetelere hem de Yunanlılara karşı mücadele etmiş olan Kabakçı, etrafında yöre insanının gözü pek, en cesur ve en yiğit olanlarından bir çete oluşturmuştur. Halk arasında buna Dağ Müfrezesi de denmiştir. ”(Yılmaz Akkılıç Kurtuluş Savaşında Bursa. Sayfa 428) Kurtuluş Savaşında Bursa adlı eserinde Yılmaz Akkılıç şöyle yazar; “O günleri yaşayanlardan Abdürrahim Yücelik şöyle anlatıyordu: Bursa 10 Eylül Pazar gününü 11 Eylül 1338(1922) pazartesi gününe bağlayan gece kurtuldu istiladan. Işıklar semtinden Püskülsüz İsmail çetesi, Pınarbaşı semtinden Kabakçı çetesi şehre girdiler. İnegöl istikametinden gelen 3.Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa ve emrindeki askeri birlikler 11 Eylül pazartesi sabahı Bursa’ya girdiler” (Yılmaz Akkılıç. Kurtuluş Savaşında Bursa. Sayfa 466) Millî kuvvet yanlıları Bursa’da faaliyetlerini sürdürmekteydiler. Nitekim Sakarya Savaşı sonrasında Bursa’da eski Bursa mebusu Senih Beyin girişimiyle gizli bir Millî teşkilat oluşturuldu. Jandarma Komutanı Hasan Bey, o zaman silahla dağa çıkmış olan püskülsüz İsmail Abdülrezzak çetesini bu kuruluşa kattı. Bu kuruluşun amacı Yunanlılar buradan giderken Bursa’yı korumak, çapulculara meydan vermemek ve Yunanlıları arkadan vurmaktı 8Doç. Dr. Adnan Sofuoğlu ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 55, Cilt: XIX, Mart 2003) 10 Eylül 1922`ye gelindiğindeyse Bursa için kurtuluşa saatler kalmıştır. 1. Türk Tümeni, Bursa`ya doğru yürüyüşe geçer. Bu büyük bir panik yaratır. Türk askeri Işıklar`da Yunanla savaşırken, Püskülsüz İsmail çetesi halkın da yardımıyla Maksem sırtlarından Bursa`ya girer. Ayrıca 3. Kolordu`nun 48. Süvari Alayı da İstasyon`a (Yenihal) kadar ilerler. Hücum Taburu, kentte güvenliği sağlamak için saat 22.55`te Bursa`ya girer. Eşkiya ya da çete önemli olan bu değil Bursa'nın alınışında yaptıkları fedakarlıklardır. Allah onlardan ve dostlarından kendilerini bizler için feda etmekten kaçmayanlardan razı olsun. Ayrıca şunu da belirtmek isterim. Ben yazarımızın devamlı okurlarındanım ve burada dedeniz hakkında kötü bir şey yazılmadığını Uludağ'ın insan psikolojisi üzerindeki etkilerinin sergilendiğini görüyorum. Yazarımız Mücahit Koca DAĞ ÇAĞRISI adlı şiir kitabında da dedenizden şöyle bahsetmiştir; ................................. ................................................... Kurtuluşta Kız Deresindeydi eşkiya ini Püskülsüzİsmail ile Abdürrezzak efelikte yeni Çetelerini topladılar Yunanla savaşıyordu Bursa "Efe olmanın tam zamanı "dediler Geyikli Baba Abdal Murat sağ gibi Eşkiyanın ruhunu çarptı keramet İyiliğe ettiler niyet Katıldılar Kuvvaya İki nurlu çehresiydi Uludağ'ın efeler Fetihte kılıç sallayan Kurtuluşta yol bağlayan Bugün de boş değil dağımız Meczup ve rind dolu Uludağımız. (1. Baskı İstanbul 1999) Bence bir özür borcunuz var...




Ekleyen : Mücahit Koca    09.02.2012
Yorum : Kardelen Dergisi sayı 70'te Püskülsüz İsmail ve Abdürrezzak ile ilgili yazımdaki "Eskiden eşkiya idiler, sonra tövbekar olup efe olarak dağdan Bursa'ya inip işgalci Yunan ile çarpışmaya başladılar," cümlesindeki "Eskiden eşkiya" bilgisine torun Niyazi Yalçın'dan itiraz geldi.Eyvallah. Ben, Uludağ ile ilgili güzel olan şeylerin peşindeyim. Hem savaşları İSTİKLAL MADALYASI kazanmakla sonuçlanmış gazilerimize rahmet dilemekten başka ne yapılabilir. Niyazi Yalçın'ın verdiği bilgiyi not ediyorum.




Ekleyen : niyazi yalçın    20.12.2011
Yorum : Merhaba, Bu yazınızda verdiğiniz bilgiler yanlıştır. Ben Püskülsüz İsmail Efenin torunuyum, Püskülsüz İsmail Efe bahsettiğiniz gibi dağda yaşayan bir eşkiya değil aksine Bursanın yerlisi hayvan ticaretiyle uğraşan Bursa da tanınmış bir insandır. Eşkiyalıkla uzaktan yakından alakası yoktur. Yunan işgali üzerine vatanseverlik duygularıyla ve kuvai milliye ruhuyla dağa çıkmış ve adamlarıyla beraber yaptıkları baskınlarla Yunan askerlerine büyük zaiyatlar verdirmiş bir kahramandır. Kendisi bugün de ailemiz tarafından gururla saklanan kırmızı şeritli istiklal madalyası sahibi bir gazidir. Kırmızı şeritli istiklal madalyası bildiğiniz üzere cephede üstün hizmet yapanlara o dönem Atatürk ün emriyle verilmiştir. Ayrıca kendisi savaş sonrasında savaşta gösterdiği yararlılıktan dolayı kendisine önerilen toprakları almayacak ve ben vatan hizmetinin bedeli olmaz biz bu işi bedel için yapmadık diyecek kadar da onurlu bir insadır. Başkasından duyduğunuz bir hikayeye istinaden, kırmızı şeritli istiklal madalyası sahibi bir kahramanı eşkiya olarak belirttiğiniz için sizi şiddetle kınıyorum. Yazdığınız yazıdaki bilgilerin ve ithamların doğruluğunu tasdik etmek ve emin olmadığınız konularda kulaktan duyma bilgilerle insanları yanlış yönlendirmemekle yükümlü olduğunuzu hatırlatmak isterim.





 
Mistik dağcılık hikâyesi... - Sayı 77
Mistik bir dağcılık hikây... - Sayı 76
Mistik bir dağcılık hikây... - Sayı 75
Mistik bir dağcılık hikây... - Sayı 74
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Batılı düşünürler-Tolstoy ve niceleri gibi-mutlak olan bir şeyin olması gerektiğini gayet tabi bir şekilde fark edebiliyorlar. Ama bizim aydınımız (bulundukları yere nasıl geldikleri malum); bırakınız ülkenin dünya üzerindeki sorumluluğunu fark etmeyi, düşünmesi gereken bir beyinlerinin olduğunun bile farkında değiller. Ülkemizde, he sahada yaşanan boşluğu daha başka nasıl açıklayabiliriz?
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Gazze günlüğü
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş
Fatih Sultan Mehmet (4)


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13170383
 Bugün : 4391
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 605344
 Bugün : 385
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 398
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim