Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     1891 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Allah'tan korkulur mu?
Mustafa Sevim (Hayalperest)

  Sayı: 78 - Ekim / Aralık 2013

−Ama Burak beni hiç dinlemiyorsun.

Öğretmenin sesiyle kendine gelmişti Burak. Sağına soluna baktığında sınıftakilerin alaylı bakışlarıyla karşılaştı. Başını önüne eğdi ve kısık bir sesle

−Özür dilerim, öğretmenim. dedi

−Aklın bu aralar çok havada. Böyle giderse anneni okula çağırmak zorunda kalacağım.

Oysa Burak'ın aklı havada falan değildi. Sadece sınıfın penceresinden uzandığı gökyüzündeydi gözleri. Bulutlarla şekil yapıyordu her zamanki gibi. Birkaç gün önce bulduğu nick'i bulutlarda görüyordu şimdi de. (Nick), önemli bir şeydi. Herkesin bir (nicki) vardı ve onun da olmalıydı. Hem de mahalledeki tüm çocuklarınkinden farklı olmalıydı onunki ve aklına ''Ejderkan'' nicki geldi o anda.

İşte o nickteki ejderi gökyüzünde görüyordu. Usulca süzülen bir ejder, ağzından alev çıkarıp, bulutları yararak ilerliyordu. İlerideki kanlar içindeki prensesi kurtarmak için uğraşıyordu.

İşte bunlarla meşguldü aklı. Evet aklı havadaydı ama gökyüzündeydi onunkisi.

Zil çaldı ve tüm çocuklar büyük bir gürültüyle sınıfı terketmeye başladı. Okul zili bu sene ‘Hababam Sınıfı' müziğiydi. Ne çok severdi ''İnek Şaban''ı. Geçen gün öldüğünü öğrenmişti ve çok üzülmüştü. Hatta ağlamıştı bile.

Sınıf boşalırken, öğretmenin:

−Çocuklar, ödevlerinizi unutmayın. Sesi yankılanıyordu sadece boş duvarlarda.

Burak kendinden ağır sırt çantasıyla hemen eve koştu. Okul eve çok yakındı. Eve gelir gelmez, çantasını ve önlüğü çıkartıp sokağa attı kendini. Her gün böyle yapardı. Okul pantolonu ve önlüğün içindeki (tshirt) ile sokaklardaydı hep. Kimi zaman bir pantolonu bir ay giyerdi. Ayağındaki ayakkabı ise babasının okul ayakkabısı diye adlandırdığı ama Burak'ın maç yaparken bile giydiği ayakkabıydı.

Sokakta hemen beşe beş bir kadro kurdular. En büyükler takımları oluştururdu hep. Burak genelde sona kalır ama illa bir takıma seçilirdi. Taştan kaleleri kurduktan sonra yeni alınmış plastik topla, oynamaya başlamışlardı bile. Plastik top, hem ucuzdu hem de patladığı zaman hemen ikiye böler takke yapardı kafasına. Normal futbol topları çok büyüktü zaten onlar için. Büyümeden futbol topuyla oynayamazlardı.

Bir o kale de bir bu kale de, plastik topun iki taş arasına girmesi için uğraşırken durum 3-3 gelmişti. Burak topu alıp, kaleden başlayacağı sırada takım elbiseli bir adam onların maç yaptığı sokağa girdi. Burak elindeki top ile beklemeye başladı adamın geçmesini. Ama adam sokağın ortasına gelip:

−Çocuklar kim şeker ister? Deyince herkes maçı bırakıp adamın etrafında toplandı hemen. Burak da topu bırakıp takım elbiseli adamın yanına koştu.

Adamı sokakta ilk defa görmüştü Burak. Ama kıyafetinden ve şekerlerden zengin biri olduğu belliydi. Zengin insanlara hep imrenerek bakardı. Onların çocukları olmak isterdi. Saatlerce tahin helvası yiyebilirdi o zaman. Tahin helvası mucizevî bir iksirdi onun için. Hastalandığında annesinden helva ister ve helvayı yer yemez iyileşirdi hemen.

Adam ise cebindeki şekerleri bitirip, uzaklaşmaya başlamıştı. Burak 5 tane rengarenk şeker almış, aynıları arkadaşlarıyla değişmişlerdi hemen. Herkes maçı bırakıp, oturdukları kaldırımda şekerlere adamıştı kendini.

Ama Burak'ın gözleri adamdaydı. Adam cebinden bir defter çıkarıp, büyük bir sevinçle bir şeyler karaladıktan sonra yoluna devam etti. O adam ne yazdı ki, diye düşünmeye başladı kendi kendine. Anlam verememişti adamın bu davranışına. Neyse deyip dişleri arasına sıkışan şekerleri, sağ elinin işaret parmağıyla çıkarıp tekrar yedi.

Birkaç gün sonra Burak  ve tayfası yine sokaktaydı. Ama o gün kandildi. Ve kandillerde para ve şeker toplanırdı. Yalnız kandillerin kendine has para toplama şekli vardı. Karşından gelen kadın ya da adamların önü kesilirdi önce. Özellikle mahallenin varlıklı ailelerinin önü kesilirdi. Ellerini iki yana açarak “Ya mum ya para” derdi. Akşamları ise sokaklarındaki direkten bir ip çeker, gelenlerin yolunu keserek tekrardan “ya mum ya para'' diyerek, bazen para ile bazen de çikolata ile karşılaşırlardı. Kandil simidini pek yapan yoktu o yıllarda. Cebine tüm çikolataları doldurur, gece sonunda arkadaşlarıyla hasılatları karşılaştırırdı. En çok para ve çikolatayı kazanan o günün galibiydi.

İşte o kandil gününde, takım elbiseli adam geliyordu yine sokağın başından. Burak tanımıştı hemen adamı. Bakalım bu sefer ne verecek diye, bekliyordu usulca elindeki ipi biraz daha kaldırarak.

−Ya mum ya para?

Adam sokaktaki çocuklara tek tek para dağıtarak geliyordu. Burak'ın önüne geldiğinde ilk defa göz göze geldi takım elbiseli adam ile. Cebinden bir milyon çıkararak uzattı. Burak, gözleri büyümüş bir halde elindeki paraya bakıyordu. Büyük bir paraydı bu. Hemen okulun ordaki cantıkçıya gidip 2 cantık bir ayran alabilirdi.

Adam yavaş yavaş uzaklaşırken, elindeki deftere yine bir şeyler yazıyordu gülümseyerek. Burak elindeki ipi bırakarak adamı izlemeye başladı. Oturduğu yerden kalkıp adamın peşine takıldı. Geceleri televizyonda izlediği filmlerdeki gibi takip etmeye başladı. Kendini fark ettirmeden eve kadar takip etmişti adamı.

Ev, küçük bir kulübeydi. Hemen hemen her gün okula giderken önünden geçerdi bu evin. Bu kulübede kim oturuyor diye sorardı hep kendine.

Adam eve girer girmez arkasından kapıda belirdi. Eve gidip sormalıydı o defterde ne yazdığını. Fazla merak başına hep bela aşmıştı ama içi içini yiyordu yine. En kötü koşar kaçarım yakalayamaz zaten, deyip kapıyı çaldı.

Kapıyı üçüncü çalışında ağır ağır açıldı kapı.

−Hayırdır evlât? Çikolata mı istiyorsun yoksa? Dedi adam gülümseyerek.

−Hayır amca. Sadece defterde ne yazdığınızı merak ediyorum. dedi Burak utangaç bir tavırla.

−Hangi defter?

−Geçen hafta biz sokakta oynarken bize şeker vermiştiniz. Giderken cebinizden bir defter çıkarıp, gülümseyerek bir şeyler yazdınız. Az önce de bana para verdikten sonra yine deftere bir şeyler yazmıştınız. İşte o defterde neler yazdığınızı merak ediyorum.

−Hmm şu defter. Sen ne meraklı şeysin öyle. Peki emin misin defterde ne yazdığını öğrenmek için?

−Annem meraklı olmamı hiç sevmez ama evet öyleyim. Ve çook merak ediyorum defterde yazılanları.

−Tamam gel bakalım içeri.

Hemen içeri girdi. Kulübenin içinde başka bir dünya vardı adeta. Duvarlarda çeşitli gazetelerden kesilmiş yazılar, film posterleri ve tavanda çeşitli kâğıtlar vardı ve ev oldukça dağınıktı zengin bir adamın nasıl böyle bir evi olduğunu düşündü. Kocaman bir kitaplık vardı evin sağ köşesinde. Adam Burak'ı yanına oturtup anlatmaya başladı. Adamın pek konuşacak kimsesi yoktu zaten. Her sabah kalkıp işe gider eve gelirken de birkaç iyilik yapmaya çalışırdı. Geceleri ise kendini kitaplara ve yazmaya adardı.

−İsmin neydi senin?

−Burak

−Bak Burak ben bu evde yaşıyorum. Kimim kimsem de yoktur. Bu da senin merak ettiğin o defter.

Adam ceketinin iç cebinden gri kaplı bir defter çıkardı. Küçük, ceketin iç cebine sığacak kadar bir defterdi. Burak daha da meraklanmıştı.

−Şimdi sen bunun içinde yazılanları merak ediyorsun. Bu defterin içindekileri ilk defa biriyle paylaşacağım. Ama öncelikle söz vermeni istiyorum. Bu defter ikimizin arasında sır kalacak ölene kadar.

Burak sağ ayağını kaldırarak, yemin etmişti hemen.

Adam defterin herhangi bir sayfasını açtı. Defterin her sayfası ortadan ikiye bölünmüştü. Sayfanın her iki yanında da çeşitli yazılar vardı ama Burak'ın bu mesafeden okuması imkansızdı.

−Burak, bu defterin her sayfası ikiye bölünmüş şekilde. Gördüğün gibi bir tarafın başlığı 'Siyah', diğer tarafın ise 'Beyaz'. Siyahlar benim günahlarım, beyazlar ise benim sevaplarım.

Günah ve sevap kavramlarını daha yeni öğreniyordu Burak. Her yaz gittiği anne annesinden sonra ilk defa duymuştu bu kelimeleri. Bir de annesinden duyardı arada. ‘küfür etme Burak çok günah', 'yere dökme ekmeğini günah oğlum'.

−Her gün günah ve sevaplarımı bu deftere yazıyorum. Gün sonunda da her ikisini topluyorum. Beyazlar fazla ise mutluydum o gün. Beyaz ile siyah eşit ise huzurluydum. Siyahlar fazla ise mutsuz uyurdum o gece. Bugün ve geçen hafta sizin yanınızdan ayrılırken de beyaz tarafına bir şeyler yazıyordum. O yüzden de gülümsüyordum haliyle.

Burak duyduklarına bir anlam vermeye çalışıyordu. Ne enteresan bir adamdı bu. Ben de mi yazsam diye düşündü bir ara. Ama aklı geçen sokağın köşesinde oturan abilerin sohbetine gitti. Akşamları genelde o abilerin yanında durur ne konuştuklarını dinlerdi. Hattâ bir gün nasıl dünyaya geldiğini öğrenmişti. Buna o an inanamamıştı ve hâlâ inanmıyordu.

Yine o akşamların birinde, abilerin sohbetindeydi. Cennet ve cehennemden bahsetmişlerdi önce. Asıl gerekenin Allah olduğunu, cennet ve cehennemin ise birer hediye olduğundan konuşuyorlardı. Yunus diye birinden bahsetmişlerdi. Soyadını hatırlamıyordu ama “Ne cennet ne cehennem Bana seni gerek seni'' sözü hâlâ aklındaydı. Bir de Allah'ın tüccar olmadığını söylüyorlardı sürekli. Bizim manav gibi bir elinde terazi günah ve sevapları tartmayacağından felan konuşmuşlardı.

Burak'ın aklına bunlar geldi bir anda. Hemen bunları takım elbiseli adama söylemeliydi.

−Ee Burak ne düşünüyorsun defter ile ilgili? Dedi adam gülümseyerek.

−Allah tüccar mı ki?

Adam afallayıp Burak'ın yüzüne baktı:

−Haşa. Ne demek istiyorsun sen?

−Geçen mahalledeki abilerden duymuştum bunu. Allah'ın bir tüccar olmadığından bahsediyordu. Siz ise kendinizi bir Allah nidasıyla tüccar yerine koyup her gün günah ve sevaplarınızı sayıyorsunuz.

Adam, Burak'ın yaşından büyük bu cümleleri karşısında daha da şaşırarak, koltuğunda yavaşça doğruldu:

−En büyük korkum cehennem çocuğum. Sen ateşlerde yanmak ister misin söyle bakayım. Karanlık kuyulara atılıp senelerce yanmak ister misin?

−Ama yine o abiler, Yunus diye bir adamdan bahsetmişlerdi. Ve o adam “Ne cennet ne cehennem bana seni gerek seni'' diyerek Allah sevgisinden bahsediyordu. Abiler tek arzunun Allah olacağını söylerken, siz cehennemden korktuğunuzu söylüyorsunuz.

Burak terlemeye başlamıştı. Her cümlesinde biraz daha terleyerek, koltuğuna gömülüyordu. Ama elleriyle oturduğu koltuğu sıkıp dik durmaya çalışıyordu adamın karşısında. Böyle bir şeyi ilk defa yapıyordu hayatında ama kendine güveni de tamdı. Adam ise Burak'ın her sözüyle gözleri daha da büyüyordu. Kaçmak istiyordu ama küçük bir çocuğun karşısında çaresiz kalmak istemiyordu. İlk defa fikirlerine karşı fikirler sunulmuştu ve bu çok rahatsız ediciydi. Adam da terlemeye başlamıştı:

−Abilerin ne düşünüyorlar bilmiyorum ama cennette olayım da başka bir şey istemiyorum. Hem sen cennette olmak istemez misin? Çikolatadan şelâleler, şekerler, oyun parkları felan.

Dedi adam Burak'ın kanına gidip onu susturmak istercesine.

−Bilmem ki

Dedi Burak gülümseyerek. Aklındaki şelâleler, şekerler, kaydıraklara takıldı. Ne de güzel olurdu onlarla olmak. Peki ya Allah'la olmak nasıl olurdu? Anne annesinin sürekli bahsettiği, o her şeyi yaratan Allah'la olmak. Hem zaten O'nunla olursa o da Burak'ı sevdiği için her şeyin en güzeli en fazlasını vermez miydi? Burak aklında bu kocaman şeylerle boğuşurken buldu kendini ve oturduğu koltukta doğruldu.

−Ben Allah'la olmak isterdim. O zaten her şeyin sahibi değil mi? İsterse bana aklımdakilerden daha fazlasını vermez mi ? Cennette olmaktansa, onun yanında bir koltuğa oturmayı isterdim.

Adam sonunda sinirlenmişti. Bu çocuk nasıl karşısında böyle konuşabiliyordu. Sabrı sonuna gelmişti.

−Ne diyorsun be sen çocuk? Allah'ın yanına nasıl oturacaksın? O sen ben gibi biri mi? Saçmalamaya başladın iyice. Eve gitsen iyi olacak.

Burak adamın bu sert tavrı karşısında utandı ve çekindi takım elbiseli adamdan. Hem eve gitse iyi olacaktı. Hava kararmış ve annesi birazdan pencereden çıkıp 'Burak hemen eve gel' diye bağıracaktı.

−Yine o abiler Elif diye bir kadından bahsetmişlerdi. Bir kitabında: 'Ölümden sonrasını dert etmemeliyiz. Neden cehennemde azap çekme korkusu yada cennette ödüllendirilme duygusu rehberlik ediyor ki bize? Oysa ne cehennemden korkmalıyız ne de cennette ödül beklemeliyiz.' diyormuş. Elif Abla'nın dediğine göre de siz yanlış düşünüyorsunuz. Neyse dediğiniz gibi eve gitsem iyi olacak. Annem çağırır birazdan. Ama yine de Cennette size mutluluklar.

Burak nerden geldiğini bilmediği bir cesaretle ağzından kaçırmıştı cümleleri. Pişman olmuştu kelimeler çıkar çıkmaz ama çok geçti artık.

−Sana ne be çocuk. Çabuk çık evimden. Seni de bir daha buralarda görmeyeyim.

Adamın sert sözleri karşısında hemen ayağa kalktı Burak ve koşar adımlarla kapıya gitti. Kapıyı hemen açıp sokakta hızlıca koşmaya başladı. Koşarken de gözleri sürekli arkadaydı. Adamın peşinden gelmesinden korkmuştu. Ama eve geldiğinde kimse yoktu arkasında. Hemen eve girip annesinin yanına gitti.

−Oğlum nerden geliyorsun böyle? Nefes nefese kalmışsın.

Dedi annesini yüzündeki şaşırma ifadesiyle:

−Anne, Allah tüccar değildir değil mi ?

Annesi de bu sorudan sonra afallamıştı.

−Burak nerden aklına geliyor böyle sorular. Hemen elini yüzünü yıka bak sofra hazır.

Burak hemen lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı. Gözleri lavabonun üstündeki aynadaydı. Kendi kendine;

−Allah tüccar değil tabi ki. Çünkü bizim manava hiç benzemiyor, değil mi ?

Dedi ve hemen sofraya koştu. Acıkmıştı doğrusu. Bugün, uzun bir gündü onun için…


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Allah'tan korkulur mu?... - Sayı 78
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Milli Eğitim Bakanlığı’nın anketine göre, gençlerin %61’i kitap okuyormuş.
Hayret! Ya gizli gizli okuyorlar, ya büyüklerinden ders almamışlar ve gizli gizli okuyorlar.
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13197578
 Bugün : 2509
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606366
 Bugün : 51
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 134
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim