Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     6450 kez okundu.     1 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

Yhl
Kürsü Nizam

  Sayı: 51 - Ocak / Mart 2006

İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin feza çapında büyük eseri “Mektubat”, baştan başa, itikadın düzeltilmesi ve ihlâsın başlara tac edilmesi gibi, biri fikir, öbürü ahlâk, iki kanat üzerinde…

“Aman, itikat arsanızı tesviyeden geçiriniz; aman, ihlâsa yapışınız!”. Büyük eserin kutup noktaları bunlar…

Fikir, hakikate bakan göz; ihlâs da onun ışığı… Göz, görülecek şey ve ışık olmadan ne yapabiliriz?..

Kâfirde bile, nasipsizliği içinde, makûs bir ihlâs tecellisi bulunabilir; fakat münafıkta olmadığı bir hakikat düşmanlığı pususundan öteye hiçbir açık kapı bulunamaz. İhlâsa yer veren kâfir imana gelince tam gelir; fakat münafık kurtuluş vasıtası ihlâsı boğduğu için hiçbir yere varamaz.

Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin halifelerinden gizli bir papaz, bir ırmağı bir an için yüreğine düşüveren bir yıldırım sayesinde “ya Abdülkadır!” nidasiyle batmadan geçivermiş ve ırmağın öte kıyısında kendisini bekleyenlere “ben şu ana kadar münafıktım; şimdi imana geliyor ve mürşidime ihlâsla bağlanıyorum! Beni kabul etmekte devam ediyor musunuz?” demiş ve “kabul ediyoruz!” cevabını almıştır. Kabulünü dileyene de, kabul edene de hakikati gösteren ihlâs mucizesi… Bu mucizenin en yakıcı tezahürü Varlık Tacı’nın, dünya hayatı boyunca her hareketi… Tarihçi bir İngiliz, Kâinatın Efendisi hakkında “samimilikte, olduğu gibi olmakta, bir eşi görülmemiş insan” der de “Allah’ın Resulü” diyemez. Allah’ın Resûlü, memuriyetine o türlü inanmıştı ki, bu inanışa öyle olmaktan başka çare yoktu. Öyle olmak ve öyle olduğuna inanmış bulunmak, bir arada…

İhlâs, kırıntısından dağına kadar, en küçük iş ve yaşayış münasebetlerinden Allah ve Resulü karşısında alınacak tavır ve edaya değin hak ve hakikate pusu kurmayı önleyici öyle bir ahlâk düzlüğüdür ki, her şey onun üstünde heykelleşir ve o olmadı mı karanlık basar ve ortada şekil diye bir şey kalmaz.

“Yârabbi, bugüne dek senden ne kadar istiğfar ettimse şimdi de istiğfarımızdan istiğfar ediyorum!” duasını eden velî, mutlak halisiyeti, samimiyeti, ihlâsı arayan ve kurduğu her pusu yıkıldıkça yeni bir pusu kazıcı riyakâr nefsinden şikâyet eden muhlistir.

İhlâs ile edilen her dua peşinen kabul edilmiş ve her tövbe, günahlarını sildirmiştir.

“Muhlisler, ihlâs sahipleri büyük tehlike karşısındadır” hadisi, İslâm ahlâkının dış münasebetler ve dış hayat ölçülerinde bir (alârm) işaretidir.

Hak için hakkı iptal caiz olduğu gibi, olduğundan başka türlü görünmenin de hak ve icap belirttiği yerler vardır. İhlâsı ahlâk da “mâvuzulaleh – konulması gereken yere” oturtmak gerekir. Yoksa her mübalâgada olduğu üzere onu ifrata vardırırsanız, insan, hem maddede ve hem mânâda donsuz gömleksiz kalır ki, bu hesapsızlığa ve şeytan hizmetine geçmeye varır. Ah, ey hakikat; sen bir ayarlamadan, âhenk akordundan ibaretsin!.. “Haddini aşan her şey tersine inkılâp eder – Seyyid Abdülhakîm Arvâsî…”

RİYA

İhlâsın tam tersi riya, doğrudan doğruya münafık olmayan fertte de nefsin bir nevi süfliyet mesleği olarak yer edinebilir. Riyakâr, muhatabına hoş görünmek için lokomotife bağlı vagonlar misali, onun rayları üzerinde gitmeye meslekî bir zevkle mahkûm tip… Başkalarının “ene – benlik hizmetçisi, artık çiğneyicisi şahsiyet yoksunu…"

Bir de riyakârın temelsiz ve sahte teslimiyetine mukabil aşk ve hayranlık şeklinde tecelli eden bir eda vardır ki, biri ne nispetle kara ise öbürü o nispette ak… Birine ihlâs hasisliği, öbürüne de ihlâs cömertliği hâkim…

İsa Peygamber’in, zâniyeyi taşlayanlara “ömründe bu işi yapmamış olan taşlasın!” rivayetindeki hikmet “suret-i hak”dan görünenlerin riyasını ne parlak gösterir…

Bu mevzuda en bağlayıcı misâli Seyyid Abdülhakîm Hazretleri verdi. Bir gün karşısına geçip niçin cemaatle namaz kılmadığı sualine “riya olmasın diye” cevabını veren birine “bu da ayrı bir riyadır” buyurdular. Evet, toplu ibadetten kaçınan nefsin kendi kendisine riyası… Eğer o nefis bir nebzecik olsun, iman baskısı altında olmasa, tek başına namazı bile Allah’a karşı riya diye gösterebilir. Nitekim böyleleri de mevcuttur. İnanıp da namazı namaz için kılanların, ister cemaatla, ister tek başına riyaya düşmeyeceğini kestiremezler. Namazı başkalarına göstermek ve kılanların hali ile süfliyette her dereceyi aşan bir denaet… Meğer ki, inadına ve aksine düşmanlarına göstermek ve gafillere misal vermek olsun niyetleri… Her şey niyet ve ihlâs meselesi…

Riyakâr; yalanı vicdanına söyleyen ve onu kandırmaya bakan bir kandırılmış…

Riya olmasın diye tersine bir riya halinde günahlarını sergileyen ve buna “Melâmîlik” süsü veren gafiller, hem Melâmîliğin ne demek olduğunu bilmeyen, hem de şeytandan aldıkları teselli dersini ihlâsa nişane diye kullanan, nefs muhasebesi mahrumları…

Ayrı bir tarikat olmayan her tarikate dahil umumî bir meşrep belirten melâmet, işlediği günahı teşhir etmenin değil, her kötülükten kaçınmanın ve yaptığı her işi kötülük sayarak nefsten şikâyetçi olmanın mektebidir ve sahte melâmetlerin başı diye gösterilebileceğimiz, papaza günah çıkartmak rezaletini bir de hoparlöre bağlama ve ekrana aksettirme işidir.

Bir velîye soruyorlar: “Veli zina eder mi?” Mübarek zat riyadan o kadar uzak ve İlâhî “mekr – pusuya düşürme” ve cilveden öylesine korkaktır ki, şu cevabı veriyor: “Allah dilerse, evet!” Yani velî zina eder. Suali soranların edepsizliğine bakın ki, tecessüslerini “ya siz zina ettiniz mi?” demeye kadar vardırıyorlar ve şu cevabı alıyorlar: “Allah beni böyle imtihan etmedi.”

Sırasına ve yerine göre halktan kaçmanın veya halk’a hak talimciliğinde bulunmanın da riya koktuğu şekiller vardır; ve eğer halktan kaçılacaksa, bunu, halkın şerrinden korunmak için değil, halkı kendi şerrinden korumak için yapmak ve böyle bilmek lâzımdır.

YALAN

Allah’ın Resûlü’ne soruyorlar: “Mümin zina eder mi?”. Sükût buyuruyorlar. Soruyorlar: “Mümin yalan söyler mi?”. Cevap: “Mümin yalan söylemez!”. Bu sükût ve cevapta, yalanın ne demek olduğu bütün dehşetiyle ortada…

Yalan, hilkatin, dolayısiyle hakikatin bile bile tahrifidir ve Allah korkusu çeken mümin için imkânsızdır.

Kar ve yağmur altında bütün bir gün sözlüsünü bekleyen velîye “beklediğin adamın gelemeyeceği belli; hâlâ mı gözlemekte devam edeceksin?” diye sorulunca alınan karşılık: “Eğer sözleşme yerinden ayrılacak olursam onun yalancılığına hükmetmiş olurum; bunu yapamam!”…

Risatelete ermeden önce de O’nun sıfatı “Emin”…

Bir hadis âlimi, yeni bir hadis bildiği rivayet edilen bir insanı görmek için günlerce yaya yürüyerek o adamın yurduna gidiyor ve çiftliğinde onu uzaktan görüyor. Adam, elinde boş bir yem torbası, boşanan atını zaptetmek emelinde… Manzarayı gören hâdis âlimi, bu işte Şeriat ölçüsüyle bir kabahat olmadığını bildiği halde, “ben atını bile kandırandan hadis telâkki edemem” diyor ve geri dönüyor. İslâm’da doğruluk humması bu derecede…

İmza, inkârı kabul olmayan, fakat söz inkârı mümkün bir şey olduğu için verdiği sözü, imzaladığı senetten daha muhkem kabul edenler vardır. Böyleleri, hangi itikattan gelirlerse gelsinler İslâm ahlâkı içindedir.

Yalanın, bir de, hiçbir menfaat gözetmeyen hastalık biçimi, kandırma hastalığı şekli vardır. Bu biçimi ele alınmak gerektiği gibi, onun “Harp hud’adır” hadîsince makbul olduğu yerler de bulunduğunu düşünmek lâzımdır. Farkları akıl değil, vicdan tayin eder.

Yalancı, muşambadan tiyatro dekorlarındaki saray bahçesine davet ederken insan kafasını duvara çarptıran ve asfalt yol üzerinde çukur resimleri çizerek yolu engelleyen hakikat katilidir.

Kullarına doğruyu bulmaları için yalanı halkeden hakikat sultanı, Allah, gerçek hayata köprü olarak yalanların yalanı bu dünyayı ve en ulvî gaye olarak da onun yalanını çıkartma emrini verdi. Dünyanın doğruya benzer yalanlariyle yalana benzer doğrularını tahkik meşrebi içinde, dış yaşayışımızın bütün basit doğrularına yapışmak ve bütün basit yalanlarından arınmak borcundayız.

“Büyük Doğru”dan gelen nur aydınlığı içinde her işi doğru!.. İşte müslüman!..

“Büyük Doğru”ya sadakatiyle mümtaz ve her davranışında doğruya talip… İşte müslüman!..

Hadis meali: “Yarabbi, bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster!”…

 


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : Zekiye ?AKMAK    
Yorum : Bu dünya bir deniz, bir ummandır.Bu çalkantılı denizden geçerken ister yelkenlide ister trasatlantikte olalım,bize rahmet ve şefkat elini uzatan RABİMİN eli olmadan bizler bir hiçiz.Rabbim bizleri İhlastan, doğruluktan,güzel ahlaktan ayırmasın.AMİN...Allah'ın selamı üzerinize olsun.





 
Gıda... - Sayı 94
GIDA... - Sayı 93
MEVLİT... - Sayı 68
D?NYA... - Sayı 67
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Batılı düşünürler-Tolstoy ve niceleri gibi-mutlak olan bir şeyin olması gerektiğini gayet tabi bir şekilde fark edebiliyorlar. Ama bizim aydınımız (bulundukları yere nasıl geldikleri malum); bırakınız ülkenin dünya üzerindeki sorumluluğunu fark etmeyi, düşünmesi gereken bir beyinlerinin olduğunun bile farkında değiller. Ülkemizde, he sahada yaşanan boşluğu daha başka nasıl açıklayabiliriz?
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Gazze günlüğü
Sosyal medyanın gücü
Üstün fikir
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş
Fatih Sultan Mehmet (4)


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13161171
 Bugün : 2661
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 604779
 Bugün : 219
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 226
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim