Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     4200 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

HURAFE OLMAYANI İCAT
Kürsü Nizam

  Sayı: 40 -


(İman ve İslâm Atlası’ndan)

Allah, kuluna, hayal isimli bir meleke vermiştir. Gaibi kurcalama ve hakikati arama, heceleme ve bulabilirse yakalama melekesi...
Ne harika bir melekedir ki, hayal, hem ebedî saadete, hem de sonsuz felâkete onunla, o vasıtayla gidilir.
Allah’ı onunla buluyor, onunla arıyor, onunla kaybediyor, onunla putlar dikiyor insan...
Perde arkasında, olanı keşf ve olmayanı icat hep onun marifeti...
Hayal olmasaydı, ne sanat, ne ilim, ne küfür, ne iman olurdu. İnsan olmazdı.

Bir İngiliz tarihçisi dinlerin kaynağını şu iki zavallı kelimeye bağlıyor: Korku ve ümit... “Ama onların kaynağı ne?” diye nefsine sormuyor. Bu teşhise verilecek cevap, korku ve ümidin, imandan gelip gelmediği belirsiz bu tespit değil, ancak inandıktan sonra tayini gereken bir keyfiyet olduğu... Yoksa maddeciler bile “biz Allah’a inanmayız ama inanlar bulunduğuna inanırız” derler ve bununla bir şey izah etmiş olduklarını sanırlar. Dini korku ve ümit icat etmiyor, asıl din, korku ve ümidi getiriyor...

Dinin hedefi insandır; ve insan, Allah’ın ona verdiği antenle gaipler âlemini dinlemeye memurdur. Bu dinleyişten de korku ve ümit bir arada devşirilir.
İmam-ı Rabbânî Hazretleri’nin ifadesiyle bu âlemde hakla bâtıl, “mühik” ile” mübtil” mecaz (katışma) halinde bulunduğu ve korkunç bir benzeyiş içinde “aynı” ve öbürü “gayr” kutuplarını belirttiği için, bunları ayıklamak ve hayal melekesine bağlanacağı kutbu gösterebilmek, deveye hendek yerine deniz atlatmaktan daha zordur.

Bu sırrı Muhyiddin-i Arabî de şöyle deşer: “Eğer zıtlar birleşebilselerdi birbirlerinden bir daha ayrılmazlardı.”
Hüküm şudur ki, “bir” iken tecellide nâmütenâhi olan hakka karşılık, bâtıl, hesapta sayısız, fakat hakikat mîzanı önünde, bâtıl olmak vasfıyla “bir”dir.

Öyleyse işin tam hesaba oturulması şöyle: “Doğru” bir, “yanlış” sayısız...
Ve işte, iki kutup arasındaki farkı çözen ve mîzan vazifesini gören de şeriat... Şeriatı böyle anladınız mı onu aklın koltuk değneği olarak kabul eder, onun doğrulamadığı hakikati muhal sayar ve şeraite hissizce tâbi olmak yerine, işi ona divanece bağlanmakta bitirirsiniz. Hayalin de, aklın da hakkı şeriatın verdiği kadar...

“Adem-yokluk” aynen “vücut-varlık” gibi Allah’ın mahlûkudur; ve insan hayalinin, olan arama cehdi yanında, olmayanı icat gayreti de yine Hak’tan bir tecelli ve bir “mevcut” olarak, mihenk âleti... “Yok”a nispetle “var” anlaşılır.
İnsanoğlunun, ilk insandan beri topyekûn hayatı peygamberler koluyla gelen “olan”larla, menfî hayalin cezp ettiği “olmayan”ların iç içe cümbüşünden sahnelenmekte...

Tevhit sancağını elden ele teslim ederek aslî sahibine, topyekûn zaman ve mekânın Peygamberine eriştiren din, kendi zatiyle, uzaktan veya yakından benzerleri arasındaki fârikayı, ders ve izah yerine emir ve ikazla göstermiştir.

MİTOLOCYA
Kendi zaman ve mekânları boyunca, yalnız iyiyi, doğruyu ve güzeli getirmiş olan peygamberler dışında hangi millet, kavim ve cemiyette meverâî itikat adına ne olmuşsa topunu birden (Mitolocya) çerçevesi içine alabilirsiniz. Rehbersiz hayalin son menzili...
Kur’ân bu soydan anlayış ve inanışları “Esâtir-i Evvelin” diye kaydeder. Geçmişin hayal uydurmaları...
Başta Yunan Mitolocyası... (Olimpos) dağında oturan (Zeus ) adlı bir uydurma tanrı ve etrafında, şarap tanrısı (bakûs)a kadar, tabiatta hangi (enerji) faaliyeti varsa hepsinin ayrı ayrı tanrıları... İsimleri ve nevileri kalın bir ansiklopedi dolduracak ve hurafeleri romanlaştırılsa silolara sağmayacak kadar çok bu tanrılar, en sefil beşeri ihtiraslar içinde birbirleriyle boğuşurlar, bulaşmadık kötü ahlâk bırakmazlar. Sonra da bu insan kopyası aceze tasavvurlar Eski Yunan’ın gözünde, mutlak ve muteâl, kadir ve münezzeh olması bedahet hissiyle sabit, yaratıcıyı temsil ederler. Bu mevzuda söz bu kadar...
Eski Çin, Hind, Fars ve Türk de, daha nice toplumlarla beraber aynı çerçevede... Put ve efsane...
Ama “olmayanı icat” hayalinin en acı tezahürleri, mitolocya dışı, fakat yine aynı hayal yoluyla eski hak dinlerin sonradan uğradığı tahrifler üzerindedir.

İNANIŞLAR
Bugünün insanlığını madde ötesi inanış bakımından değişik mikyaslarda üç paya bölebiliriz. Peygamberler bağlısı dinler (Müslüman, Hristiyan, Yahudi), hâlâ (mitolojik) plânda devam eden inanışlar (Budist, Hindu, Mecusî) ve maddece felsefe nizamları içinde tecellisini bulup ilerisine inanmayanlar (Metaryalistler, akılcılar, tabiatçiler)...
Üçüncüsü grup ayrı ve toplu bir vâhit teşkil etmese de her inanış topluluğu içinde yaygın, bütün metafizik arayışlara ve dinlere küskün, sadece pratik hayata ve müspet bilgilere değer verici ve günün yaşayışına hükmedici, yeni ve en tehlikeli put olarak gösterilebilir. Bu putun ismi Batı Medeniyeti’dir.
İnkârlarıyla, imanıyla, şüphesiyle, emniyetiyle, imkân ve ihtimaller âlemini çepeçevre sarmak, her (tez)e bir (antitez) yetiştirmek ve nihayet aklın “daire-i fâside” si içinde nereye varacağını bilememek, hiçbir itikat şekli içinde donmamak ve bu arada üstün hakikati de kaybetmek ve madde oyuncaklarının sarhoşluğuna kapılıp ruhu büsbütün körletmek ve yepyeni bir dine muhtaç hale gelmek macerasının son durağı Batı Medeniyeti... Onu da inanışlar fezası içinde alabilir ve hiçbir şeye inanmamanın ve hiçbir itikat içinde barınamamanın akıl putçuluğu diye gösterebiliriz. Bu da bir inanıştır ve arlığa değil, yokluğa dönüktür.
Öyleyse bugünkü insanlığı, peygamber bağlısı dinler, mitolojik hayaller ve güya put yıkıcı akıl putçuluğu olarak üç kıt’a halinde çerçeveleyebiliriz.
Üç grubun ikincini doğrudan doğruya hurâfeler bakiyesi saydığımız için ele almıyor, üçüncüsünü asrımızın en büyük meselesi ve fikir işi hâlinde ayırarak kısaca damgalamakla kalıyor ve asıl mevzuumuz din içi hurafelere nazar atmakla vazifeli bulunuyoruz.

İSEVÎLİK-MUSEVÎLİK
Ne birinin, hak ve münezzeh Resûl Hazret-i İsa, ne de öbürünün, Hazreti İsa’dan bir derece üstün peygamber Hazret-i Musa ile alâkası vardır. Bu bakımdan onları Hristiyanlık ve Yahudilik diye isimlendirmek doğru olur.

Eğer hristiyan, gerçek İsevî, Yahudi de hakikî Musevî olsaydı, Müslüman olurlardı.
Her biri muayyen bir zaman ve mekânla kayıtlı bu iki gerçek din bağlıları, Peygamberlerinin ardından, hattâ, Yahudiler Peygamberleri zamanında, saf itikat ve tevhide sırt çevirmişler ve hak dinlerini hayalin diktiği putlara feda etmişlerdir. Bu işte en hain rolü Hrisyitanlık oynamış, Yahudilik ise Peygamberi Sina dağındayken altından bir buzağıya tapma karakterini, ondan sonra her dine uzattığı tahrifçilik eliyle devam ettirmiştir. Nitekim Yahudi, kendi dinini esasından tahrife gitmemişken sonraki dinleri içlerinden bozmakta hayal almaz marifetlere kadar gitmiş, İsevîliği küfre çevirmekte başlıca rolü oynamış ve kendisiyle meşgul olmak yerine başka dinlerle uğraşıcı, sadece tevhit ve tenzih âbidesini bozucu, nerede birlik ve tamamlık görürse onu yıkmaya savaşıcı bir faaliyet çizgisi üzerinde yürümüştür.

İseviliğe Yahudi parmağıyla giren ve bütün hurafelerin doruk noktasını belirten inanış “Baba, Oğul ve Ruhulkudüs” hayali...

Hakikat keşfinde aklın da, hayalin de emrinde olduğu bir bedahet duygusu vardır ki, zaman ve mekân üstü bir sür’atle oluşları kuşatır ve doğru ile yanlışı, iyi ile kötüsü, güzelle çirkini tayin ettirir. Allah’ın kalbimize nakşettiği, birbirine zıt seziş ve anlayış melekleri içinde  “olabilir” ile “olmaz”ın tayini bu hisledir. O nurla eşya ve hadiseleri imtihan ederiz. Tecellilere “hakiki” ve “hayali damgasını vururuz. O nur, sonunda kalbin itminan kazanması, huzura kavuşması şeklinde belirir. Doğru ile abes arası bu mizan duygusu, Hakkın insana en büyük nimeti ve gönderdiği peygamberlerin hitap noktasıdır.

İşte bu ilahî nur sayesinde anlıyoruz ki, Allah, hiçbir kayıtla mukayyet, hiçbir hükümle mahkûm ve hiçbir cebirle mecbur olmaksızın her şeyi ve bizzat hakikati tasarrufu altında tutan mutlak ve kâmil ferttir ve insanlara mahsus noksan vasıflardan ve her türlü mecburiyetten münezzehtir. Onu baba, Resûlünü oğul ve onun kaim fikirler âlemini ayrı ve müstakil bir kudret kaynağı kabul etmekse tenzih ve tevhide aykırıdır. Ve işte putun ve putlaştırmanın sırrı da bu nokta üzerinde...

Allah “İhlâs” sûresiyle bu abesler abesi delâletin cevabını vermiştir: “Deki ki, O, Allah, birdir, her şeyin kendisine muhtaç olup kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı ferttir, ne doğurmuş, ne doğrulmuştur ve bütün kâinatta ona denk hiçbir mevcut yoktur.”

Hristiyanlıkta umumî din mânasına gelen (katolikon yaftalı mezhep, Ortaçağ dehlizi içinde, hak ve selâhiyeti mahdut, fakat mevcut olan aklı büsbütün boğmaktan başka bir şey yapmadı, onun maddeyi teftiş hakkını bile başka bir şey yapmadı, onun maddeyi teftiş hakkını bile çok gördü, dünyanın dümdüz bir uzanış zemini olduğunu ve dönmediğini, İsevîlik naslarından biri olarak öne sürdü ve böylece nispet iddia ettiği büyük Resûle hiyaneti sadakat diye göstermek abesine kapıldı ve (Rönesans)dan sonra hakikat vicdanının patlamasıyla büsbütün kazınması ve silinip süpürülmesi gerekirken ve Fransız İnkilâbı’nda hazırlıklar bu noktaya kadar gelmişken, aklın tek başına hiçbir şey yapamayacağı ve beşerî vicdanı doyuramayacağı gerçeği sayesinde saman altı bir cereyanla, bütün selâhiyetleri elinden alınmış bir duygu ve ahlâk müessesesi biçiminde devam etmeyi bildi.

Hristiyanlığı ve bütün dinleri kökünden kazımak  sevdasındaki komünizma ve metaryalizma bile Rusya’da devletleşmiş olmasına rağmen, Fransız İnkilâbı’nın insanlık tarihini “sene 1” diye kendisinden başlatmasını tatbik etmeye kadar varıcı yobazlığına eş bir inat hırsı beslerken nihayet kendisini olağanlık temeline oturtabilmek için dine cephe almaktan vaz geçmiş ve “ben senden ayrı ve sana aykırıyım, ama iş kanunlarıma uyduğun ve bana karışmadığın müddetçe kendi başına ne yaparsan yap! Demek zorunda kalmıştır. Çünkü bâtıl cinsinden de olsa insanda ötelere inanma ihtiyacı o kadar büyüktür.

Bugün dünyada, yine putlaştırılmaya dek azizleştirilen demokrasi idealinin papaz tasallutuna karşı bulduğu ve ancak kitaba ve sünnete dayalı hiçbir nass ve şeriat ölçüsüne sahip bulunmayan papaz icadı Hristiyanlığa tatbiki mümkün bazı ölçüler önünde dinlerin vaziyeti, istenildiği derecede hurafeye açık ve devlet plânına kapalı bir vicdan işi bilinmekten ibaret kalıyor. Yani bazı ölçüler, (otorite) makamından düşürülmüş, fakat (pasif) oluyor. Ancak Hristiyanlığa tatbiki mümkün bu şekil üstünde düşünmek gerek...

Faransa’da, Yahudi dönmesi filozof (Bergson)a kadar en büyük fikir, ilim, sanat adamlarını önünde dize getirerek onlara bir dilim kur ekmekle bir kadeh şarap sunan ve “Bu ekmek onun etidir; inandın mı?” ve “bu şarap onun kanıdır, kabul ettin mi?”diye gûya mecazî bir ifadeyle abeslerin en korkuncuna bağlanma zemini hazırlayan, üstelik bunca teçhizatlı kafalardan “inandın, kabul ettim!” cevabını alabilen papaz... Bu papaz, kendi sınırları içinde hurafeler saltanatını sürdürürken beşerî inanma ihtiyacını sömürmekte; ve bütün bu olgun kafalar da, sahte bir (mistisizm-sırrîlik) sarhoşluğu içinde bu sırrîliğin de hakikîliğin de hesabını tam verici hak dini fark edememektedir.

Hristiyanlığı topyekûn hurafeler (bonmarşe)si, Yahudiliği de yutturmaca efsaneler imalâthanesi kabul ettikten sonra, İslâm’ı, getirdiği hiçbir vahit üzerinde yanılmamış ve her türlü bâtıl mezhep gayretlerine rağmen aslını muhafaza etmiş tek din olarak (zaten peygamberler boyunca din tek) gösterebiliriz.

Batı Medeniyetinin perişanlığı ve ruhî zâbıtasını bulamaması karşısında “tecrübe etmediğimiz bir İslâmiyet kalmıştır ve istikbali fethetmek şansı yalnız ondadır” diyen fikir tarihçisi (Toynbi), 17. Asırda (Lûter)in İslâm’ı görmeden protesto ettiği (katolisizm) Hristiyanlığından ümitsizliğini ve ne Protestanlıktan, ne de Ortodoksluktan bir şey beklenebileceğini nefs muhasebesi halinde ortaya dökmüştür. Batıyı örnek diye alan biz, bu tarafına ne gün yetişeceğiz?


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Gıda... - Sayı 94
GIDA... - Sayı 93
MEVLİT... - Sayı 68
D?NYA... - Sayı 67
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Sanatımızın, özellikle şiirimizin şu andaki seviyesini güneş ışığının yokluğuna mı, yoksa ondan gelen ışığın yansımasını engelleyip, bizi suni bir güneş tutulmasıyla karşı karşıya bırakanlara mı bağlamalı?..
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Gazze günlüğü
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş
Fatih Sultan Mehmet (4)


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13170452
 Bugün : 4460
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 605352
 Bugün : 394
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 398
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim