Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     35414 kez okundu.     1 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

T?rk Edebiyatynyn incisi: Mehr ? Vefa
Aysel Şerifova

  Sayı: 64 - Nisan / Haziran 2009

Türk edebiyatının yazılı kaynakları Türkolojilin esas dikkat merkezindedir. Yüzyılları aşkın yaşıyla bu eserler Türk dillerinin geçirdikleri tarihi süreci ortaya çıkartmaktadır. Dönemin şairleri tarafından kaleme alınan nazm eserleri ile birlikte nasr yazını da dilimizin zenginliyinin öne çıkarmaktadır. Türk dillerinin öğrenilmesinde zengin bilgiler sunan ve dilimizin köklerinin eskilere dayandığını kanıtlayan kıymetli yazmalardan biri de "Mehr ü Vefa" mesnevisi oluşturmaktadır.

"Mehr ü Vefa" Mesnevisi Hakkında

Mehr ü Vefa gelişmiş kültürel ve medenî ortamın ürünüdür. Etki dairesi geniş olan bu eser kendisinden sonra Doğu edebiyatında Mehr ü Vefa isimli mesnevî serisini de ortaya çıkartmıştır. Fehmi Ethem Karatay tarafından derlenen bilgilere göre İstanbul Topkapı Saray Müzesi Kütüphanesi’nde "Hikâyey-i Mehr ü Vefa" isimli anonim bir yazma mevcuttur.  Ünlü Türk bilgin Mustafa bin Ahmet ed-Defterî de (1541-1599) "Mehr ü Vefa" isimli bir eser yazmışdır. Kâtip Çelebi bu eserin yedi bin beyt olduğunu söyler.  XIII. Yüzyıl müelliflerinden Ebu Muhammed Raşidî benzer isimle farsça eser kaleme alıştır.

Kâtip Çelebî’nin Keşf ez-zünun eserine yaptığı ilavelerde Bağdadlı İsmail Paşa, Herman Etee, C. Esedullayev, N. Kuliyev ve K. Y. Aliyev  gibi araştırmacılar Arşî mahlasıyla ün yapmış XVIII. Yüzyıl müelliflerinden Mehemmed Mümin el-Ekberabadî’nin de farsça benzer bir esere imza attığını belirtirler.  Mehr ü Vefa isimli bir diğer eserin müellifi XVI. Yüzyılın ünlü şairlerinden Karakoyonlu hükmdarı Mirza Cihanşah Hakikî’nin soyundan gelen Selim Tebrizî Mahmud Bey bin Ebu’l-Feth Türkmenî’n olmuştur.  Sadık bey Afşar, Muhammed Ali Terbiyet, Şeyh Ağa Bozork Tihranî, İsmail Hikmet, G. Y. Aliyev ve d. aktardıklarına göre, Selim Tebrizî Hamse müellifi Genceli Nizamî’nin (1141-1209) devamsı idi.  Maalesef onun yapıtları gününmüze kadar gelmemiştir. Selim bey Avşar kendi yapıtı "Mecmu’l-havas" tezkiresinde Selim Tebrizî’nin eserlerinden "Yusif ve Züleyha", "Leyli ve Mecnun", "Mehr ü Vefa" mesnevilerinden alıntılar yapmıştır. "Mehr ü Vefa" başlıklı bir diger eserinin müellifi de Şüurî Kaşanî’dir.  Şüurî Kaşanî’nin farsça kaleme aldığı bu yapıtın 1432 beyt olduğunu Şeyh Ağa Bozork Tihranî ve Ahmet Munzevî haber vermektedir.
 
Ünlü Türk bilgin Agâh Sırrı Levent "Türk Edebiyat Tarihi" kitabının ilk cildinde "Mehr ü Vefa" müelliflerinden Ümmî İsâ’nın, Bursalı Haşimî’nin, Mustafa Defterî’nin (öl. 977/1569) ve Gelibolulu Alî’nin (öl. 1008/1599) ismlerini zikretmektedir.  Araştırmacı, eserinin 133. sayfanın dipnotuna düştüğü açıklamada söz konusu kullandığı kaynakları belirtmenin yanısıra, özel kütüphanesinde Mehr ü Vefa’nın Ümmî İsâ tarafından yazılmış iki yazmasını, Bursalı Haşimî yazmasının bir nushasını da kaydetmiştir. Türk Edebiyatı Tarihi çalışmasında Mehmet Fuad Köprülü hicri 760 (m. 1358-59) yılında müellifi belirsiz bir şair tarafından yazılmış Mehr ü Vefa isimli mesnevî hakkında bilgi vermektedir.  Bir diğer Türkiye araştırmacısı Amil Çelebioğlu da araştırmalarında Ümmî İsâ’nın Mehr ü Vefa isimli mesnevisi üzerinde durmuştur.  XV. Yüzyıldan önce yazılmış mesnevîler üzerinde yürüttüğü araştırmalarda o, Ümmî İsâ isimli müellifin "Mehr ü Vefa" mesnevisi hakkında özet bilgi vermiş ve eserin hicri 774 (m. 1372-73) tarihli olduğunu belirtmiştir. Öte yandan Amil Çelebioğlu çalışmasında "Mehr ü Vefa" mesnevîsinin kalıbı, içeriği, üslûbunu ve bazı gazel örnekleri yanı sıra mesnevinin 800 beyt olduğunu vurgulamıştır. Araştırmacının, Ümmî İsâ’nın Mehr ü Vefa adlı mesnevîsinin kapsamı, içeriği, üslûbu hakkında verdiği bilgiler, bizim üzerinde çalıştığımız Mehr ü Vefa mesnevîsinin yazarı, içeriyi, büyüklüğü ve üslubuyla benzerlik göstermektedir. Sadece yazmaların isminde küçük fark bulunmaktadır. Nitekim Bakü yazmasında Mehr ve Vefa, İstanbul yazmasında "Mehr ü Vefa" olarak geçmektedir. Mesnevînin Bakü yazmasında müstensihin düştüğü özel işaretlerden "Ümmî İsâ" yerine küçük farkla "Ummâ İsâ" ismi okunmaktadır. Bu da her iki yazmanın "Ümmî İsâ"nın kaleminden çıktığını ortaya koymaktadır.

Agâh Sırrı Levent’in özel arşvinde yer alan notlarında Ümmî İsâ’nın kaleme aldığı Mehr ü Vefa eserinin istinsah tarihi belirtilmediğinden yazmanın XV. Yüzyıla ait olduğu ihtimal edilmektedir. Hicrî 760 (m. 1358-59) yılında yazıya geçirilmiş, anonim "Mehr ü Vefa" mesnevîsi hakkında M. F. Köprülü tarafından yapılan değerlendirme de bu konuda gerekli görüş ortaya koymak için yeterli değildir. Ancak Amil Çelebioğlu’nun sunduğu daha dakik bilgilere istinaden söz konusu mesnevînin XIV. Yüzyılın "şah eseri" olduğunu söyleye biliriz.

Eserin İçeriği

Ümmî İsâ eserinde iki gencin aşkını konu edinmiştir. Mehr ü Vefa mesnevisinde Rum hükümdarının oğlu Vefa ile Umman sultanının kızı Mehr’inin birbirlerine sevgisinden söz edilmektedir. Rum imparatorunun vefatı üzerine hâkimiyet büyük oğluna, hazine ikinci oğluna, miras bırakılırken, üçüncü oğlu Vefa’ya sadece bir küp altın verilmiştir. Vefa payına düşen altınları harcadıkdan sonra yaşadığı ülkeni terkederek müneccimin önerisiyle Mehr’inin yaşadığı kalenin bulunduğu ülkeye gelmiştir. Mehr, ona kendi yaşamını anlatarak Ümman sultanının kızı olduğunu söyler. Sultan ülkesine saldıran düşmandan kurtulmak icin gemilerle denize açılmış, ancak yolculuk kaza sonuçlanınca gemidekiler denizin derinliklerine gömülmüştür. Sadece, Hızır Aleyhiselam’ın yardımıyla Mehr ile dadısı kurtulmuş ve bu kaleye sığınmışlardır. Mehr, Hızır’ın Vefa’nın geleceği haberini de kendisine verdiğini belirtmiştir.

Kaleye yerleşen Vefa’ya Mehr bulunduğu mekânın biri dışında tüm odalarını tanıtır. Görmediği odanı merak eden Vefa bir gece Mehr’in uyumasından yararlanarak gizlice anahtarı alır ve odanı gezmeye başlar. Odada bulunan gömleklerden birine bakarken aniden çıkan rüzgâr gömleği onu elinden alıp götürür. Rüzgârın uçurduğu gömlek Mağrib sultanının eline geçir. Mağrib sultanı ise cadugarlara hitaben gömleyin sahibinin bulunup huzuruna getirilmesini emretmiştir. Caduger dilenci sıfatıyla Mehr ve Vefa’nın bulunduğu kaleye varıp ve onları büyüler. Ardından Vefa’nı boğaraq öldürür. Mehr ise alıp Mağrib sultanının hüzuruna getirir. Mağrib sultanı Mehr’i sevdiyini ve onunla evlenmek arzusunda olduğunu söyler. Mehr, Vefa’nın anısını yaşatmak için Mağrip hükümdardan bir sene süre istedi. Mağrib sutanı onun bu isteğini onayladı.

Hızır Aleyhiselam’ın dualarıyla yeniden diriltilen Vefa uzun uğraşlardan sonra Mehr’i Mağrib sultanının elinden kurtarır. Onlar Mağrib’den kaçarak kendi ülkelerine gelirken uzun yolçuluk sırasında birkaç kez birbirlerinden ayrılmak zorunda kalsalar da tekrar kavuşurlar.

Eserin Üslubu ve Özelliği

Ümmî İsâ Mehr ü Vefa mesnevisini klasik Şark edebiyatı geleneğine uyğun üslupta Münacat ve Nat’le başlar. Şairin hayal ürünü olan Mehr ü Vefa mesnevisi büyük ölçüde aşk üsluplu destansı bir görünüm içermektedir. Bu bakımdan mesnevi yazı ve üslup bakımından ozan edebiyatından beslenmiş bir yazın ürünü örneğidir.

Destanlarda olduğu gibi burada da âşıkların birbiri uğruna verdikleri sevgi mücadilesi söz konusudur. Eserin destansı yönünü açığa vuran bir diğer husus mesnevideki mitolojik öğelerdir. Burada Türk destan öğeleri açık biçimde kendini göstermektedir. Bu açıdan mesnevide yer alan "kurt" dikkat çekmektedir. Kurt motifi mesnevide yer alan iki hikâyede işlenmiştir. Mesnevide işlenen totemik hayvan kurt motifi "Vefa ile Mehr"in kavuşmasında başlıca rol oynamaktadır. Vefa’nın geçirdiyi zor dönemlede kurt "kurtarıcı" rolü icra etmiş, daha sonra ormanın derinliklerinde kaybolmuşdur. Mesnevide kurt sadece Vefa’yla ilgili değil, aynı zamanda diğer iyiniyetli insanlara yaşamında da benzer özellikle karakterize edilmektedir.

Öyle dedi, şahzade depdi atı,
Bir neçe gün durmadı getdi qatı.
Aqibet bir gün irişdi ol yere,
Suyu, qarı vardı, iridi pinare.
Buldu ol canavarı, gördü gerer,
Vardı o genchaneye gör kim, neder.

Eserin konusu ve üslubu Ümmî İsâ’nın sözlü halk edebiyatını, destanlarını, mitolojisini çok iyi bildiyi onun kullandığı dilden de anlaşılmaktadır. Yazar mesnevini kurgularken, başta Genceli Nizamî olmakla, birçok şairin yapıtına ve destanlarına muracaat etmiş ve bunun sayesinde sözlü ve yazılı geleneğin inceliklerini birleştirerek seçtiği tipleri mükemmel karakterize etmiştir. Söz konusu böyle tiplerden biri olan Vefa "gururlu, aşkına sadık, iyiliksever ve adaletli" bir kahramandır.

Günde dürlü-dürlü aşlar bişürür,
Cümle halkı hem aşına döşürür.
Handa kim, var ise, bir derviş görer,
Nesnesi yok, ana sermaye verer.
Borclu görse, hem onun borcun verür,
Kurtulur borctan, hilas olub gedür.
Günde daim sey edib şehri arar,
Handa ölse bir karip, kefen verer.

Vefa Mehr’e duyduğu aşkına çok sadakatlıdır. Şair, Vefa ile Mehr arasındakı bu bağlılığı kanıtlamak için kahramanların geçirdikleri bir dizi zorlukları sıralar ve betimler. Vefa, Mehr’e varmak için tüm zorluklara savaş açmaktadır. O çeşitli gerekçeler ve yalanlar ucbatından Mehr’den uzak düşse de ona bağlılığından vazgeçmemiş ve bu yolda inancını kaybetmiştir.

Yene varıp istemektir çaresi,
Gözdedir daim gözlerini karesi.
Takatim yoktur anın dayasuna,
Doymazam eşkinin kovğasına.
Uşub sevda meni Mecnun eyledi,
Gözlerim yaşını Ceyhun eyledi

Mesnevinin baş kadın karakteri Mehr’in güzelliğini müellif tarafından tüm incelikleriyle, zaman zamanda abartılı biçimde tasfir edilmektedir. Ancak, benzer mesnevilerin aksine Mehr destansı bir kadın karakter olarak işlenmektedir. Destanlardakı kadın karakterler gibi Mehr de at binmekte,  silah kullanmakta, adaletli kadın hükümdar gibi özellikler sergilemektedir.

Durdu anda, er suresine girir,
Baktı, gördü bir kılıc şunda durur.
Ol kılıcı sundu, aldı eline,
Dutdu bağın, berk bağladı beline.
Çıktı Mehri gördü o sayis kaçar,
Sanki bir kuşdur, kanatlanmış uçar.
Bir ata dahi Mehri oldu süvar,
Ol erin ardınca düştü hem kovar...
Urdu bir kılıç ile çaldı anıi
Ayıtdı: Bu atı dutan oğlan kanı?

Mehr kendi aşkına sadık, adaletli, iyilik yanlısı bir karakterdir. O, defalarca içine düştüğü zorluklardan kendi akıl ve becerileri sayesinde süreci kendi lehine çevirerek çıkmasını bilmiştir. Eserde mehterin sorumsuzluğu yüzünden Vefa’yla buluşamayan Mehr’in bir şehrin kapılarına kadar gelmesi, onun bu şehre sultan tayin edilmesi, sevgilisi Vefa’ya kavuşması sahnesi destanlarda alıntıdır. Şairin kullandığı bu yazınsal yöntem, âşıkların birbirlerine varmasında başlıca yöntemlerden biri olarak dikkat çekmektedir.

Mehr ü Vefa mesnevisinde iki karakter daha dikkati çekmektedir: Hızır ve caduger. Bunlar, klasik Şark edebiyatının değişmeyen iyilik ve kötülük unsurları olaup ve iyi-kötü mücadelesinin farklı isimler altında yansıtılmasıdır. Hızır iyini, caduger ise kötü gücleri temsilidir. Mağrib sultanının isteklerini hayata keçiren caduger eserin sonunda bizzat sultanın olümüne neden olmaktadır.  Cadı, dilençi kiyafetinde Mehr’in bulunduğu kaleye gelerek âşıkları büyüler, Vefa’nın boğulara öldürülmesine neden olup, Mehr’i de Mağrib sarayına götürür.

Hızır karakteri ise tam karşı cephede yer alamkta ve iyini simgelemektedir. Bu karakter Arap, Fars ve Türk yazınında yerine göre Hızır Nebi, Hıdır Nebi, Hıdır İlyas, Hıdır Ellez, Hızır Aleyhiselam gibi isimlerle betimlenmektedir. Hıdır bir "melek" gibi dünyada gezinerek yardıma muhtaç olanların yardımına koşmakta, insanlara buta (müjde, kismet) vermektedir.  Mehr ve Vefa’nın yaşamına da Hızır bu özellikleriyle konuk olmaktadır. Denizde kazaya uğrayan gemiden Mehr’in kurtarıp kaleye getirten ve ona Vefa’nın geleceğini haber veren (buta) Hızır olmuştur. Vefa’nı arayan kardeşi onun cadı tarafindan öldürlmüş cesediyle karşılaşır. Hızır Peygamber ona yardım edir Vefa’nın dirilmesi için Allah’a yakarır.

"Mehr ü Vefa"da İnanç Motifleri

Mehr ü Vefa mesnevisinde ilgi çeken konuların başında eserde farklı biçimlerde yansıtılmış inanç motifleri delmektedir. Eskiden beri dünyanın geniş coğrafyasına yayılmış Türk toplumlarının dini inancları da bulundukları bölgelerin yaşam ve inanç yapısına göre şekillenmiştir. Bu inanclar hakkında söz konusu dönemin yapıtlarında ve sözlü edebiyatında bir dizi bilgi bulunmaktadır. Kaynaklarda yer alan bu inaclardan biri de Tanrı tasavvurudur. Söz konusu bu eserlerde Türk halklarının tek tanrı inancından bahs edilmektedir. "Tanrı" sözü Türk dillerinde Tenqri, Teniri, Tenri, Tenre, Tangara, Tigir, Tenir, daha eskicil kaynakalrda ise çenli, dingir biçiminde geçmektedir. Tanrı denince Eski Türkler "gök ve onun sahibi"ni kastediyorlardı. Gök tanrı onlar için evrenin yaradıcisidır.

Tanrı’ya bağlılık "Kitabi-Dede Korkut" destanında da belirgin biçimde yansıtılmıştır. Bu eserde yer alan Tanrı inancı İslam’dakı "Allah inancı"yla özdeş işlenmiştir. Destanda "Yazılıb düzülüb gökten indi. Tanrı elmi görklü" denilirken, "Kur’an’dakı Allah inancı"ndan söz edilmektedir.  

Tanrı inancın edebi bir üslup içinde işlendiği mesnevilerin başında Mehr ü Vefa gelmektedir. Bu eserde Tanrı ve Allah kavramları aynı anlamda kullanılmaktadır. Nitekim bu iki tavram genelde bir arada gözükmektedir. Mesnevideki Tanrı sıfatları, Kur’an’dakı Allah sifatları ile aynı anlamdadır. Tanrı her şeyin bilicisi, yaradıcısıdır. O, yoktan var eden, varlıkları yaradan ve yok edendir. O, her şeye kadir olduğu gibi, dilediğini de yok edebilir.

Ol gece erteye dek ezm etdiler,
Tanrı bilir ne kadar yol getdiler.
Dedi kılırsan âdemden ademi,
Diler isen yok edersen âlemi.
Can veren, hem alansan sen yegin,
Her işe kadir heminsen,  sen hemin.
Sen âlimsen, sene melum cümle sırr

Tüm bu sıfatlar eserde hem Allah’a, hem de Tanrı’ya şamil özellikler olarak belirtilmektedir. Mesnevide her şeyin yaradanın iradesinden aslı olduğu ve onun iradesi ile gerçekleştiyi öne çıkarılmıştır. Aynı zamanda kader anlayışına da vurgu yapılmaktadır.

Sen geleceksen, dedi Hızır bana,
Tanrı emrile beni verdi sana.
Sordu, vardı Mehri ol gece,
İşit imdi Tanrının hökmü nece.

Eserde anlatılan olaylarda yer alan şahslar zorluklarla karşılaşdıkları veya zülme düçar oldukları zaman Tanrı’dan yardım dlmekete ve Kur’an’a yüz tutmaktalar.

Onu koyup, aldı Kitab eline,
Tanrı adını tez getirdi diline.
Gelünüz yola könül bağlayalum,
Tanrıdan bir padşah dileyelüm.

Türkçeni çok iyi kullanan müellif, yapıtında doğa tasfirlerine ve betimlemesine de yer vermiştir. Şair, çeşidli benzetme üsulları kullanarak, çoğu zaman sade ve anlaşılır sözcüklerle doğa tasfirlerini yazın dünyasına aktarmaktadır. Gecenin düşmesiyle ortaya çıkan doğa tasvirini oldukça incelikli bir üslupla şiire aktaran şair, kendi doğasından gelen yazınsal gücünü de ortaya çıkartmıştır.

Gün gece oldu gövher düşdü suya,
Dünya halkı gamu vardı yuhuya.
Ol kara cübbesini geydi cahan,
Eyledi anun üçün eşya feğan.
Gög bezedi yulduzi kendözüne,
Saçdı şebnem incüler gül yüzine.

Şair, bu betimlemesinde günbatımını cevherin kaybına, gecenin karanlığını siyah örtüye, geceleyin çiçekler üzerine düşen çığ damlalarını ise "şebnem incileri"ne benzetmektedir.
Şair, Mehr ve Vefa’nın gece yolculuğunu ve sabahleyin soluklanmak için dinlendikleri çeşmeni ise şöyle tesfir eder.

Ol gece erte olunca dittiler,
Erte oldu bir araya yetdiler.
Gördüler bir sehrada bir su akar,
Çevre sögütler dibinde bir pınar.
Endiler atları ota saldılar,
Ol ağacın kölgesine geldiler.
Çekti Vefa Mehri aldı yanına,
Sanki, yüz mir can karıştı canına.
Uyku bastı ikisi de yatdılar,
Şöyle sanki güle şeker kattılar.

Sözlü ve klasik yazında Arapça harfler teşbih olarak da kullanılmıştır. Benzer yöntemden Mehr ü Vefa mesnevisinde de yararlanılmıştır.
Cadının sihri yüzünden Mehr’i kaybeden Vefa "Gildı elif geddimi del ol hasta dil" diyerek Mehr’i aradığı sırada çektiği sıkıntıları şöyle dile getirmiştir. Mehr’i ıztrabından ve hasretinden beti-benizi atmış Vefa’nı şair, olgunlaşmış armuta benzeterek şöyle der:

Armuda aydır: Neçün benzin saru?
Sendemi bulmadun derde daru?
Deyesen meşuk yarı kıldı mekir,
Onun üçün saralub, boynunu egir.
Firget odu canına irmiş azar,
Könlünü dar eylemiş, benizin bozar.

Muhtemelen müellif, eserin etkisini artırmak amacıyla mesnevide atasözlerinden ve deyimlerinden de yararlanmıştır.

Uşbu yolda çektiniz zahmetler çok,
Savuk demir dögmegin assısı yok...
Ol sizin derdünüze değil deva,
Ne revadır kişi kölgesin kova...
Çün atalığa kabul etdin beni,
Evereyim baş-göz edeyim seni

Mehr ü Vefa mesnevisi orta çağ Türk edebiyatı tarihinin daha yakından öğrenilmesi açısından, özellikle de Türk dili ve edebiyatının dilsel ve yazınsal özelliklerinin araştırılması bakımından önemli bir yapıt hesap edilmektedir. Vefa’nın,  Mağrib sultanının, serrafın, zencinin, seysin Mehr’i arıyarak onun hükmdar olduğu şehre varmaları ve Vefa dışındakı diğerlerinin tutuklanması eserin anlatılan olayların doruğunu oluşturmaktadır. Ardından Mağrib sultanı, zenci ve seyis Mehr’i huzuruna çıkarılmakta ve onların Mehr’i hangi amaçla aradıkları kendilerinin diliyle anlatılmaktadır. Bu da cereyan eden olaylar halkasının yeniden birbirine bağlanmasına yol açmaktadır.  Mehr’i tutukluları serbest buraktırması ve Vefa’nı kendi tahtına hükmdar tayin etmesiyle de halka tamamlanmaktadır.

Sonuç
Eserin dili, üslubu, şirrlerde kullanılan deyimler ve sözlü yazından alınmış motifler, eser miellifinin "ozan" kimliğini açığa vurmaktadır. Nitekim bu, Ümmî İsâ’nın dilinde ve üslubunda kendisini daha net göstermiştir.

Mesnevinin bir değer özelliği, şairin klasik yazın ürünlerinden farklı olarak Arapça ve Farsça sözcüklere çok az yer vermesidir. Bu açıdan mesnevinin dili günlük yaşamda işlev gören dile ve üsluba daha yakın olup, bu açıdan Kitabi-Dede Korkut, Dastan-i Ahmet Haramî, Yusif Meddah’ın Verga ve Gülşa, Şemsî’nin Yusif ve Züleyha’sını andırmaktadır.

Mehr ü Vefa eserinin yazıldığı dönemde Türkçenin kendi saflığını koruyub sakladığını da eser müellifinin sözlü gelenekten edindiği ve kullandığı bilgilerden, değimlerden ve alıntılardan anlamaktayız. Eserin dili destansı, sözlü ve aşık üslubuna yakındır.

En önemlisi, böyle bir eserin günümüze ulaşmasıdır.

İngilizce özet

The works written by medieval authors play a great scientific role in studying the century-old history of the language and literature. One of such works of literature is the poem “Mehri and Vafa” by Ummi Isa( XIV century).
Four manuscript copies of the poem (mesnevi) have been discovered so far. Two of them are kept in Istanbul and the other two copies are in Baku. For the first time, this poem has been studied both as a linguistic and as a literary work by the author of the article. The archaic language of the poem, which deals with deep love between Mehri and Vafa, is a very valuable source of learning the history of medieval Turkic languages. In the article the poem “Mehri and Vafa” is analyzed as a linguistic and literary work.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : sünbül    07.05.2011
Yorum : bu sayfa benim için büyük bir nimet oldu tezimde çok işime yaradı





 
T?rk Edebiyatynyn incisi:... - Sayı 64
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Günümüzde kitaba nazaran paraya rağbeti; mide gurultusunu beyin sancısı zannederek, Tanzimat’tan bu yana, hiçbir şeyin çilesini çekmeden, her şeyi, Avrupa’dan monte eden(alan) yazarlarımıza borçluyuz.
Borcumuzu ödemesek de olur.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13192484
 Bugün : 1731
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606256
 Bugün : 75
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 178
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim