Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     3356 kez okundu.     1 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

MAYMUN HYK?YESYNYN GER?EK Y?N
İbrahim Buğalı

  Sayı: 63 - Ocak / Mart 2009

İnsan en güzel bir şekilde yaratılmıştır. (Yani İslâm fıtratı üzerine). İmanı yoksa maymundan, domuzdan ve hattâ bunlardan da daha kötü, daha aşağıdır.

Sûre-i Nisâ ayet (1): "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’ın ve akrabaların haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir."

Sûre-i Hucurât ayet (13): "Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden (yani Âdem ile Havva’dan) yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz O’na karşı gelmekten en çok korkanınızdır. Allahü Teâlâ her şeyi bilendir, haberdardır."

Kur’ân-ı Kerîm’in kutsiyetini, benzeri ve misli olmadığını kabul etmeyen dünyada hemen hemen hiçbir kimse yok gibidir. Kâinat’ın sahibi ve mâliki olan Allahü Teâlâ Hazretleri, bu mübarek kitabında: "Ey insanlar! Ben sizi, tek nefisten (Âdem Aleyhisselam’dan ve O’nun sol eyeği kemiğinden hanımı Havva’yı yaratmak suretiyle, sizi halifem olarak dünyaya gönderdim buyuruyor. İkinci ayet-i celilede, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattım buyuruyor. Aynı zamanda, sizi milletlere ve kabilelere ayırdım diye ikinci bir nimetini insanlara haber veriyor. Bu ne büyük nimet! Ya insanlar, bir millet, bir kabile olsalardı, acaba insanlar arasında ki münasebetleri halletmek mümkün olabilir miydi?

Allah’a ve onun kitabına inanmayıp da, dinsiz, imansız ve ne olduğu belli olmayan insanların saçma ve düzme olan yalanlarına inananların aklına ve mantığına şaşmamak elde bile değildir. İnsan bir kere sapıtırsa ona doğruyu anlatmak elbette mümkün değildir. Bu. Gerçeği Cenâb-ı Hakk, şöyle bildiriyor.

Sure-i Bakara ayet (145) de: "Cenâb-ı Hakk, Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem’e, Ya Habibim! Bir kere yanlış yollara saptırılmış Ehl-i Kitabı (Yahudi ve Hıristiyanları), bütün ayetleri, delilleri ve belgeleri getirsen sana inanmazlar. Çünkü onlar, bir kere yanlış olarak inanmışlardır." Bu Ayet-i Celile’nin tefsirinde, İslam Âlimleri şöyle bir açıklama yapmışlardır:

"İzâ dalletil ukûlü ala ilmin-famaza tekulühünnüsehâü"

Beyit’in açıklanması: "İnsanlar bir şeye yanlış inanınca, nasihat yapanların öğütleri hiç fayda vermez."

Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz, bir Hadis-i Şeriflerinde, bu tehlikenin vehametini şöyle beyan buyurmuşlardır:

"İnancı bozuk bir kimsenin eline düşmektense, aslanın ve kaplanın pençesine düşmek daha iyidir. Çünkü aslan ve kaplan, insanın fani vücuduna kasdedip canını alır, fakat imanına zarar veremez. İnancı bozuk kimseler ise insanın imanını götürür."

Dinsizlerin devamlı olarak, kendilerine, Âdem Aleyhisselâmı bırakıp, maymundan bir ced (dede) aramaları çok hazin bir manzaradır. Bazı iman’ı zayıf veya inanmayan kişilere bilimsel araştırma yaptıklarını söyleyerek bunların arasında barınmaya çalışıyorlar. Hâlbuki ilimle din hiçbir vakit çatışmaz. Çünkü ilim, Allahü Teâlâ’nın İlim sıfatının bir tecellisidir. Allah’ın ilmi haricinde bir şey’in vücuda gelmesi ve o’na zıt olması muhaldir. Bu sebepten, Âdem Aleyhisselâm’dan bugüne kadar böyle garip iddiaların ortaya atıldığı görülmemiştir.

İslâm dini, aklı olanlara, yani yanılmayan akla (akl-ı selime) hitap eder. Bu akıl da ancak peygamberlerin, Onların akıllarına yakın Ashâb-ı Kiram’ın, Ashâb-ı Kirâm’a tâbi’ olanların ve din büyükleri mezhep imamlarının aklıdır, vahye bağlı olduğundan yanılma asla düşünülemez. Bu sebepten tarih boyunca Müslümanlar daima muvaffak olmuşlardır. Eğer bir aksama veya muvaffakiyetsizlik oldu ise, İslâmî hükümlere uymakta eksiklik olduğundan meydana geldiği muhakkaktır. Bir de akl-ı sakım, vardır ki, bu daima insanları yanıltır. Yani hasta akıl, sahipleri bazı şeylere iyi der, sonra pişman olur, iyi dediği kötü çıkar, doğru dediği yanlış olur,  insanlara fayda yerine zarar verdiği gibi, kendilerini de yanlış yollara götürür.

Dünya üzerinde birbirine çok yakın canlılar vardır. Bunların değişime uğradığını iddia etmezler de, insanın hiçbir benzer yönü olmadığı halde, bu kimseler, kendilerini maymuna benzetmeye çalışırlar. Meselâ güvercin ile kumru arasında hemen hemen bir fark yok gibidir, sığırla manda, koyunla keçi, kurtla köpek, kedi ile aslan, misal sayılamayacak kadar çoktur. Bunları niçin bilimsel laboratuara sokmazlar? Sebebi açıktır; Yahudi-Mason tayfasının İslâm dininden ve Müslümanlardan intikam almalarıdır. Cedlerinden (dedelerinden) bir kısım insanların maymun ve bir kısmının da domuz olduğunu Kur’ân-ı Kerîm açık olarak bildirmiştir. Maksat bunun hazımsızlığıdır. Ne garip hadisedir ki bunlar İslâm ülkesinde Müslüman halkın kazancından geçinir, devletin kasasından en yüksek maaşları alırlar. İlim araştırması namı altında Müslümanların, Allahlarını, Peygamberlerini, Dinlerini, Kitaplarını ve inançlarını yok etmeye çalışırlar. (Zamanın fesadı ve kimsenin olmaması en büyük destekleridir.)

Masonlar, 1900 senesi toplantılarında, alınan kararları, tutulan zabıtlarının yüz ikinci sahifesinde, dindarlara, mabetlere galebe çalmak kâfi değildir, asıl maksadımız dinleri yok etmektir, diye yazmışlardır. (Tam İlmihâl)

Tarihen sabittir ki, İnsan, insan olarak yaratılmıştır ve dünyanın sonuna kadar devam edecektir (hiçbir değişime uğramadan). Fakat isyan ettikleri için insanlardan maymuna dönenler olmuştur. Ama bunlar üç gün yaşayıp sonra helak olmuşlardır. Kur'ân-ı Kerîm’de bu hadise açık olarak beyan edilmiştir:

Sûre-i Bakara ayet 65: "Elbette kesin olarak bilirsiniz ki, Dâvûd (Aleyhisselam) zamanında kavminiz balık avlamaktan men edilmişti. Bunu dinlemeyip, balık avlayanlara "hakir ve zelil" olarak maymun olun dedik, onlarda maymun olup, üç gün sonra helâk oldular."

Sûre-i Nisa ayet 47: "Ey kendilerine kitap verilenler (Yahudi ve Hıristiyanlar) biz yüzünüzü, tahrip edip ensenize çevirmeden veya cumartesi gününe saygı göstermeyen Yahudilere yaptığımız gibi size de lânet etmeden yani (maymuna çevirmeden) Tevrat’ı tasdik etmek üzere indirdiğimiz Kur’ân’a inanın. Allah’ın emri mutlaka yerine gelir."

Sure-i Bakara ayet 105: " Ne kitap sahibi olan kâfirler, (yani Yahudi ve Hıristiyanlar) ve ne de Allah’a ortak koşanlar (müşrikler), Rabbinizin size verdiği, indirdiği  (Kur’ân-ı Kerîm’i) çekemezler. Ondan hoşlanmazlar, oysa Allahü Teâlâ, rahmetini (Nübüvvet ve vahyini) dilediğine tahsis eder, Allah büyük ihsan sahibidir."

Müslümanları, devamlı olarak zaferden zafere ulaştıran, yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm’dir. İslâm düşmanları bunu çok iyi bildikleri için, bu mübarek Ktab’ı Müslümanların elinden almak için, topluca hareket etmektedirler. Fakat Müslümanlar bunun, farkına hâlâ varmış değildirler.

Hayber kalesi muhasara edildiğinde, zaman uzayınca Yahudiler, kalenin surları üzerinden, Müslümanların üzerine taş toprak ve oklar atarak, maymunvârî roller oynamaya başladılar ve sevinçlerinden iyice şımardılar. Müslümanların kapı hariç bir yerden giremeyeceklerine inanıyorlardı. Bu hadisenin üzerine Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Selem, "Ey maymunların torunu! Aşağıya enin" diye hitap edince, bunlar iyice şaşırdılar. Herhalde bizim aramızdan Müslüman olanlar, bu hadiseyi haber verdi diye akrabalarını suçlamaya başladılar. Hâlbuki Cenâb-ı Hakk, vahiy ile bildirmişti. Netice Hazret-i Ali Kerremallahü Vecheh görevlendirildi, Hayber’in kapısı önüne geldiğinde elindeki kalkan yere düşünce, kapının kuşağından tutup, "Bismillahi, Allahü Ekber" diyerek kapıyı zorlayıp yerinden çıkardı ve İslâm ordusu içeriye girinceye kadar elinde kalkan olarak kullandı ve kale fetih edilince yere bıraktı. On iki kişi kapının kenarından tutup yerinden oynatamadılar. (Allahü Ekber)

İşte yukarıda zikr edilen hadiselerin intikamını almak için, ilim ismi altında, bütün insanlara değil, kendilerine bir eb (baba ve ced) bulmuş oluyorlar. Pek Muhterem Prof. Sayın Cevat Babuna, bunlara cevap vereceğim diye, çok ikna edici misallerin ve deneylerin sonucunu, gösteriyor. (her hususta olduğu gibi) Bunları tatmin etmek elbette mümkün değildir, mesele çok açık olarak yukarıda izah edildi.

Biz buraya, konuyu çok güzel açıklayan, Ankara Kanser hastanesi, Baş Tabibi, Merhum Dr. Hâluk Nûr Bâki’nin Kasım/1987, 278 Sayılı Diyanet Mecmuasında yayınlanan bir yazısını alıyoruz:

MAYMUN HİKÂYESİNİN ARDINDAN

1912 yılında British Museum’da bir kafa teşhir edildi. Altına ısmarlama yazılan nüfus 500000 yıl önce yaşayan bir insan maymun arası bir canlı yazılı idi. Bu kafa iskeletine bilim tarihinde pithdown-men adı verilir. Bu iskelet üzerinde nice ilmî konferanslar verildi, kitaplar yazıldı ve düşünceler zehirlendi. 1952 yılında bilim gelişti kemiklerin cinsleri ve eskilikleri radioaktif karbon ve Fluor analizleriyle gerçeğe yakın bilinmeye başlandı. Bu iskelette böyle bir tahlile tabi tutuldu. Sonuç tam ma’nasiyle bir skandaldı. Kafatasının üst kısmı 50 yıl önce yaşamış bir insana, alt çene ise o civarda 60 yıl önce ölen bir maymuna aittir. Olay ilim açısından tam bir rezalet bizlere ise tam bir ibrettir.

Geçen yüzyılın çılgın maddeciliği, inkâr yolunda kendini bir takım bilimsel kalıplara sokmak istedi. Bir yandan koca evren sanatını tesadüflerle yorumlamak gafleti içinde çırpınırken, insanlara da maymun cedler aradı. Bugün gerçek bilimin ışığı altında tüm bu safsatalar eridi, silindi. Fakat hâlâ kendisine memeli hayvanlardan bir ced arama yanılgısı devam edip gidiyor.

İnsanların hayvanlar sistemi içinde bir yeri olduğu iddiasıyla yola çıkanlar o gün için birçok biyolojik bilgilerden yoksundu. Bu yüzden yanlış kurgular içindeki teorilerini bilimsel kanıt gibi satmanın cakası içinde idiler.

Hâlâ çocuk beyinlerini yıkayıp yaradılışın gerçeğini saklamak isteyenlerin varlığını düşünerek bu konuyu iyice açmak istiyorum.

Atheist (inkârcı)lar insanın hayvanlardan geliştiğini ileri sürerken iki kanıt göstermek istiyorlardı.

İnsan vücudunda hayvanlardan kalan gereksiz organlar vardır!.. Buna örnek olarak apandikis bağırsağını gösteriyorlardı. Nitekim bu görüşten yola çıkarak yıllarca hasta olsun olmasın önüne gelenin apandikis bağırsağı çıkarıldı. Hâlbuki bugün anlaşıldı ki bu bağırsak alt karnın organlarının bademciği gibi önemli bir korunma merkezidir. Ayrıca geniş ölçüde salgı salarak dışkının kıvamını sağlar. Görevsiz dedikleri bu bağırsak aynı zamanda bağırsaktaki faydalı mikroların dengesini ayarlar. Zaten insan vücudunda faydasız bir organ kesinlikle yoktur. Hattâ tek görevli organ bile, sayılmayacak kadar azdır. Çoğu organlar birkaç görev yüklenmişlerdir.

Şüphesiz apandikis bağırsağı da hastalanır, görev görmek şöyle dursun vücut için zararlı hale gelir. Elbette o zaman ameliyatla gerekli tedavi yapılır.

Kendilerinin maymundan geldiğini savunanların ikinci dayanakları da insanla maymun arasında bazı ara kuşakların gelip geçtiği hayalidir. Bu savları için senelerce kemik aramışlar, bunları yine kafalarındaki taslaktan geliştirerek milyonlarca sene evveline ait nüfus kâğıtları düzenlemişlerdi. Bu konuda birkaç ilginç açıklama yapacağız.

1912 yılında British Museum’da bir kafa teşhir edildi. Altına ısmarlama yazılan nüfus 500000 yıl önce yaşayan bir insan maymun arası bir canlı yazılı idi. Bu kafa iskeletine bilim tarihinde pithdown-men adı verilir. Bu iskelet üzerinde nice ilmî konferanslar verildi, kitaplar yazıldı ve düşünceler zehirlendi. 1952 yılında bilim gelişti kemiklerin cinsleri ve eskilikleri radioaktif karbon ve Fluor analizleriyle gerçeğe yakın bilinmeye başlandı. Bu iskelette böyle bir tahlile tabi tutuldu. Sonuç tam ma’nasiyle bir skandaldı. Kafatasının üst kısmı 50 yıl önce yaşamış bir insana, alt çene ise o civarda 60 yıl önce ölen bir maymuna aittir. Olay ilim açısından tam bir rezalet bizlere ise tam bir ibrettir. İskelet çöpe atılıp tahkikat açıldı. Ne çare ki, 40 yıl bu masal nasıl yutuldu diye asıl bu iskelet için nutuk çeken sözde bilim adamlarının yüzü bile kızarmadı.

İnsanın maymundan geliştiği yolundaki iddialar sökmeyince bu kez daha garip bir iddia ile ortaya çıkıldı. "İnsan maymundan gelişmemiştir. Daha eski bir hayvandan maymunla birlikte gelişmiştir."

Yani şu demekti: Biz eskiden insanı maymunun oğlu sanıyorduk, yanılmışız kardeşi imiş. İşte gülünç saçmalıklar inadı böyle devam ediyor. Günümüzde insanı maymunla bağdaştıramamanın sebebi beyin ağırlığı sonucudur. Maymunun beyni 100–130 gr. iken, insan beyni bunun on katıdır. Halbuki birbirine yakın hayvanlarda beyin ağırlıkları 5–10 gr. fark eder. İnsanın ara nesillerinin kaybolması söz konusu değildir. Çünkü insan böyle bir hayvandan gelişseydi, 50’ye yakın ara nesil olması gerekirdi. Bunların bir ikisi tesadüfen kaybolsa kırkı kalırdı. Nitekim benzer hayvanlar arasında kaybolmuş nesiller yoktur, hiç değilse yok denecek kadar azdır.

Demek ki insanı hayvanlarla bağlayan bir örnek kesinlikle yoktur. Bu çürük hayal sökmediği içindir ki insanlara ata, yıldızlardan aranmaya başlandı. Allah’ın yüce kudretini kabul edemeyenler sanki yaratma Allah için güçmüş gibi saçma saçma tesadüf zorlamaları arar durur. Günümüzün genetik hesapları zaten Darwin teorisini perişan etmiştir. Genetik şifreler konusunda yapılan araştırmalar göstermiştir ki, bir hücreden bir solucanın gelişebilmesi için 7x10 üzeri 30 yani milyar kere milyon yıl geçmesi lazım. Bu matematik ve kesin bir gerçektir. O halde ya Allah’ın hücreden kurt geliştirdiğini kabul etme zorunluluğu vardır. Ya da Allah hücreyi, de solucanı da ayrı yaratmıştır diye inanmak gerekir. Bu gelişme hesaplarına göre insan bir maymundan gelişse tam bir trilyon yıl geçmesi lazım. Sırf genetik şifrelerdeki sıralamanın değişme yorumu açısından.

Bilim adına inkârdan vazgeçmeyenler gittikçe saçmalamaya mahkûmdur. Yeni bilimsel gerçekler karşısında canlıların yaratılışı hakkında bu dürüst tanım şöyle yapılabilir.

Evrenin büyük yaratıcısı dünyamızda bitki ve hayvan türleri yaratmıştır. Bunlar maddecilerin iddia ettikleri gibi bir rastlantı ve evrim yazgısıyla değil onun dileğiyle istediği biçimde olmuştur. Bitki türlerinde olsun (100 000 türdür) hayvan türlerinde olsun (100 000 tür) hâkim olan tablo güzellik ve sanat dizgisidir. Ne güçlüler gelişmiş, zayıflar kaybolmuştur ne tanrı yaşama becerisi olmayan bir canlı yaratıp sonra ondan vazgeçmiştir. Bu canlılar gurubuna yüz binlerce mikrop türünü de katarsanız yüz binlerce canlı tam bir ahenk ve denge içinde yaşamaktadır. Her canlı dolaylı da olsa birbirini dengeler. Nesiller birbirine dönmez tüm biyolojik çalışmalar bir türden diğerine geçişe imkân vermemiştir. Birbirine tıpatıp benzeyen mikropların hiçbiri diğer türe geçmez. Evrendeki tüm canlılar bir hikmet üzere yaratılmıştır. Hikmetsiz bir hilkat düşünülemez. Bu gerçek her ilim adamının saygıyla ikrar edeceği bilimsel bir sonuçtur. İnsanın yaratılışı ise tamamen ayrı hikmetlerle süslü bir sanat şaheseridir. Kendine maymundan ced arama yerine insanın sonsuz sırlarına eğilmek, onları aramak ve bulmak bizzat insanın kendine saygısıdır.

İLİM MÜNAFIKLARI

Yüce kitabımız, Bakara Sûresi 9–15. ayetlerinde bize münafıkları meâlen şöyle tanıtıyor.

Kalpleri hastadır. İnananları fesada verme gayreti içindedirler. Ve kendilerini ıslah edici, yol gösterici sanırlar. İçleri dışları yalan doludur.

Çağımızın insanı ne çekiyorsa, bu münafıklardan çekmektedir. Bunlar toplumun her kesiminde vardır. Bu yazımızda sizlere ilim münafıklarını tanıtmaya çalışacağız.

İlim münafıkları, insanlara gerçeği göstereceğiz iddiası ile ortaya çıkan sahte ilim adamlarıdır. Bunlardan bir kısmı, bilerek ilim adına yalan söyleyen şerirlerdir.

Nitekim bunlardan bir bölümü 2 yıl öce tesbit edilerek, bilim çevrelerinde acımasızca teşhir edildi. Laboratuar deneylerinin sahteliği, ciddi araştırmalarla ortaya kondu. Bir kısım ilim münafıkları ise, hiçbir şeyden haberi olmadan, yalancı bilim adamlarının davulunu çalmaktadır. Şimdi bunlardan örnekler vereceğiz:

1-ANNE SÜTÜ KONUSU:

Bundan otuz yıl önce Amerika’da bazı bilim adamları namına, mama şirketlerinin para desteğiyle, anne sütü aleyhine yayın yaptılar. Bunlara göre anne sütünün demiri eksikti. Bu yüzden bebeklere dışardan demir verilmeli, ya da demiri tamam olan mamalarla beslenmeli idi.

Gerçekten anne sütündeki demir bebeğin günlük ihtiyacından azdı.

İlk bakışta bu yayını yapanlar mazur sayılır. Hâlbuki bunu tesbit eden bilim adamları binlerce yıl anne sütü ile beslenen insanların arızasız büyüdüğünü düşünmeli idi. Ayrıca o yıllarda bebeklerin kanı karaciğerde demir yaptığı da bilinmekteydi. Ayrıca bebek bağırsakları demire çok hassastı.

Yüce Yaratıcı tüm bu nedenlerle bebek karaciğerine daha anne karnında demiri depo ediyor; bu yüzden anne sütüne az demir koyuyordu.

Fakat bilim münafıklarının asıl amacı, yaratışı tesadüf, bilinçsiz bir denge gösterme çabası idi. Nitekim bu konu ateistlerin yıllarca çiğneyip tükürdüğü bir sakız olmuştur. Ve bilinçsiz bir sürü ilim adamı bu şeytan davulunu çalmış durmuşlardır. Bu yüzden milyonlarca insan yanlış beslenmiş, bebek yaşta demir aldıklarından ömür boyu bağırsak rahatsızlığı çekmişlerdir. Gerçek anlaşılıp Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından resmen yayınlandıktan ve mama firmalarına anne sütünün mükemmelliği tanıtma zorunlu bulunduktan sonra kimsenin yüzü kızarmadı.

 2-POSİTİVİZM SAHTELİĞİ:

Önceler "Laboratuara girmeyen şey gerçek olamaz!" sloganı ile başlayan materyalist bilim sahteciliği iki çılgın yalanı gözden kaçırmayı becerdiler.

a-Einstein ve Heisenber düşünceleri hiç laboratuara girmemişti. Fakat nükleer fiziğin temelini kurdular.

b-Evrim teorisinin de laboratuarla hiç ilgisi yoktu. Sanki laboratuardan gelmiş gibi gösterdiler.

Aslında münafığın, Yüce Kitabımızın emrettiği gibi, yalandan hiç yüzü kızarmaz. Onlar her türlü yalanı bilime, ahlâk kavramına, ekonomiye katmaktan zevk alırlar.

Onlara göre evrim konusunda yalan uydurmak ilme hizmet etmektir. Evrimin saçmalığını bilimsel olarak ortaya koymak ise, ilme ihanettir. İşte asrın çirkin ilim münafıklığı budur.

İlim münafıklığının ifsat kampanası hiç bitmeyecektir.

Bir yandan ilme musallat ettikleri yalanlar bittikçe yenilerini icat edeceklerdir. Burada üzerinde titizlikle durulacak konu şöyle özetlenebilir:

a-Bu çevreler, daima aynı çevrelerdir. Bilimsel sonuç diye ileri sürdükleri yalanlar ilmen tekzip olunmasına rağmen yüzleri kızarmaz. Bir başka ateist görüşü bilimsel buluş gibi savunmaya başlarlar. Dün anne sütünü faydasız, hattâ zararlı diye küçümseyenler, bu kez yakın akraba evliliklerini dillerine dolamış, acayip iddialarla ortaya çıkmışlardır.

Yakın akraba evliliklerinde yalnız genetik olarak önceden var olan hastalıklar ortaya çıktığı halde, hiçbir bilimsel cevabı olmayan birçok garip hastalıklar akraba evliliklerine bağlanmıştır. Dünyanın ünlü genetikçileri kesinlikle Alkole bağlı birçok hastalıkları yakın akraba evliliğine bağlayan böylelerini gördükçe saçını başını yolmaktadır.

b-Çağlar sürüp gittikçe ilim münafıkları fesatlarına devam edecek, gerçek bilim adamları da hakikati bulup onların yüzüne vuracaktır. Kıyamete yaklaştıkça bu fasit devre artacak, son devirde artık hakiki âlim konuşamaz olacaktır.

c-İlim fesadından uzak kalmanın en sağlıklı çaresi inananların çağın ilmine sarılması, delili olmayan böyle nifak iddialarına karşı toplumu her an ikaz etmesidir.

Bugün toplum içinde pek çokları, hiçbir bilim birikimleri ve yetkileri olmadıkları halde, bu yalan bilgilerin bedava tellâllığını yapmaktadır. Bunların da şaşkınlıkları her zaman yüzlerine vurulmalıdır. (Dr. Haluk Nûr Bâki.)

KISAS-I ENBİYA’DAN GARİP BİR VAK’A

Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem, Medine-i Münevvereden hareket etmeden evvel, Ebû Katâde (radıyallaü anh) yi bir miktar asker ile Yemen’e göndermişti. İzam denilen yere geldikleri zaman, Ezbat’ın oğlu Amir onlara selâm vermiş ve kendisinin Müslüman olduğunu bildirmiş iken, Ebû Katade’nin maiyetindeki askerlerden Cüsâme’nin oğlu Muhallim, eski bir geçmişten dolayı Âmir’i öldürmüş ve devesi ile eşyasını ganimet diye almıştı. Sonra Ebû Katâde, askeri ile dönüp, Medine’ye gelirken, Rasûl-i Ekrem ordusu ile Mekke’ye hareket etmiş olduğu için, o da arkadaşları ile Mekke yolunu tuttu. Yolda Râsûl-i Ekrem’e kavuştular. Mekke fethinde bulunduktan sonra, Huneyn Muharebesi’ne de gitmişlerdi.

Râsûl-i Ekrem Huneyn vadisinde öğle namazını kıldıktan sonra, bir ağaç gölgesinde oturdu. Eshâb-ı Kirâmı da etrafında saf olup durdu. O vakit Gatfan’dan Fezâre kabilesinin reisi olan Hısn’ın oğlu Üyeyne kalkıp Âmir’in kanını dava etti. Beni Temim kabilesi şeyhi olan Hâbis’in oğlu Akra’da, Muhallim’i koruyarak, müdafaaya kalktı.

Peygamber’in huzurunda uzun uzadıya muhakemeden sonra, iki tarafın veresesinin muvafakatiyle diyete karar verdiler ve "Muhallim gelsin de, Rasûl-i Ekrem" onun için istiğfar etsin" dediler.

Muhallim geldi, Peygamber’in önünde oturdu.

Resûl-i Ekrem: "Adın nedir?" diye sordu.

"Cüsâme’nin oğlu Muhallim" diye cevap verdi.

Resûl-i Ekrem: "Âmir İslâmiyet’ini meydana koymuşken, sen onu katlettin mi?" dedi.

Muhallim: "Onun İslâm'ı ikrar etmesi ancak ölümden kurtulmak için idi" dedi.

Resûl-i Ekrem: "Ya sen onun kalbini yardın mı ki, doğru mu, yalan mı bilesin" dedi.

Muhallim: "Onun kalbi bir et parçasıdır, yarılsa ne anlaşılır?" dedi.

Resûl-i Ekrem: "Kalbini bilmezsin, lisanına da inanmazsın, ne yapmalı?" dedi.

Muhallim: "Başka diyecek bir şey bulamayıp, "Yâ Resûlallah benim için istiğfar et" dedi.

Resûl-i Ekrem: "Allah seni affetmesin" deyince, Muhallim, gözlerinden yaş akarak kalkıp gitti ve kederinden bir hafta zarfında vefat etti.

Gömüldüğü zaman yer onu kabul etmeyip, dışarı attı, tekrar defnolununca, yer onu yine attı. Kavmi gelip Resûl-i Ekrem’ e haber verdi, Resûl-i Ekrem: "Bu toprak ondan daha fenalarını kabul eder, fakat Cenâb-ı Hakk size ibret dersi vermek istiyor" dedi.

Ondan sonra yakınları, Muhallim’i tekrar üçüncü sefer gömdüler ve üzerine de büyük taşlar koyup gittiler. (Kısas-ı Enbiya, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.) Ahmet Cevdet Paşa

 


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : Sedat    02.03.2010
Yorum : INANCA MANTIKLA YAKLASMANIZI HIC DE DOGRU BULMUYORUM BILIM DE MANTIK OLUR INANC DA DEGIL INANIYORUM DEMEK BILMIYORUM DEMEKTIR SIZ BENIM DEDIGIME YA INANIRSINIZ YADA INANMAZSINIZ AMA MALESEF BILEMEZSINIZ SIZE TAVSIYEM BIRAZ FELSEFEYLE ILGILENIN SAYGI VE SELAMLARIMI ILETIYORUM





 
Kur'ân-ı Kerim bütün düny... - Sayı 71
İslâm Dini (Tüm peygamber... - Sayı 70
Mevlid-i şerif... - Sayı 69
KERBEL? FACYASI ve Hz. H?... - Sayı 67
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Cinayet, hırsızlık, fuhuş, içki, kumar ve uyuşturucu karışımından ibaret düzeni ambalajlayıp medeniyetin ta kendisi diye yutturmak isteyen “tek dişi kalmış canavar”a karşı hani, “iman dolu göğsümüz” vardı?
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Gazze günlüğü
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13171310
 Bugün : 474
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 605408
 Bugün : 31
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 418
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim