| 
								 Münacaat Olgun Albayrak    Sayı:
							105  -  
 
							
							 
							  “Ol” deyince olduran, 
Ezel ve ebedi kudretiyle dolduran, 
Ey zat-ı zülcelal! 
Varlığına yoktur zeval. 
Güneşi doğduran sen, sonra ay’ı ağdıran 
Gece ve gündüzlerin yegâne sahibi, 
Sanki bir yumak gibi elinde zaman… 
Senin iznin olmadan, 
Bir yaprak düşer mi ki dalından? 
Zifiri bir gecede siyah bir karıncanın 
Ürkek adımlarını saydıran 
Ve gökyüzü ışıl ışıl yanarken 
Kimdir yıldızları kaydıran?... 
  
Ey zatını ismiyle müsemma kılan! 
Ya Cemil, ya Latif, ya Kerim, ya Habib! 
Bütün mevcudatın halikı sen, 
Varlık ve yokluk içinde 
Devinsin canla beden… 
Sen deyince akan sular da durur, 
Kıtalar oynar yerinden 
Ve nice ırmaklar ağlar 
Ve nice deryalar kurur… 
  
Kudretin sonsuzluğu aşsa da 
Gönül denen sırça köşke sığarsın 
Yeryüzü hu çeker gönül derdinden 
Hislenir yufka bulut, 
Rahmet olup yağarsın… 
İster şükürlü ister şükürsüz, 
Yaşar gider nice kuşaklar; 
Dört mevsim ve dört köşede 
Bire bin verir başaklar… 
  
Ey çekirdeğin ve çınarın sahibi 
Her baharın yeni bir doğuş gibi. 
Hangi nizam kâinatı döndürür? 
Hangi hitap suyu gökten indirir? 
Yanardağlar ağzı sanki gayya çukuru; 
Hiddeti cehennem, 
Görünmez dibi… 
Bir hikmeti vardır çizdiğin resmin; 
Âlemde cürmümüz zerre bile değilken 
Her bir köşeye sinmiş 
Bir mübarek ismin… 
Şu yeryüzü iki kapılı han bize; 
Hancısı han derdinde, yolcusu yol. 
Ne temelli kışa kandık ne güze; 
İçtikçe artıyor susuzluğumuz… 
Bunca hercümerç içindeki denize 
Biz hâlâ tutkunuz. 
  
Varlığın göze gayb ise de 
Sen her şeyden daha yakınsın, yakın. 
Dualarımız kervanlar misali acziyet taşır; 
Biliriz ki bütün nidalar 
Sana ulaşır… 							
 
							
						  |