Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 35 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     5137 kez okundu.     2 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

K?sk?n Sarma?yk
Fatma Pekşen

  Sayı: 55 - Ocak / Mart 2007

Moda deyimle sun’i gündem meydana getirmeye bayılıyorlardı her ikisi de. Farkında olmadan, mutlak haklılığı kendilerinde görerek...

İşte, bir haftanın yorgunluğunu unutup, güle eğlene yapacakları pazar sabahı kahvaltısına didişerek başlamışlardı gene, çok kereler olduğu gibi.

—Hiç sevmiyorum bu koca küp gibi yeşil fincanla çay içmeni. Çay dediğin ince belliyle içilir. Bir kere renk uyumu yok.

Kadın, kesintisiz her pazar mutlaka söylenen bu sözle, görevini yerine getiren eski zaman memuru rahatlığıyla uzandı demliğe.

Gene kesintisiz, mutlaka söylenmesi gereken ses tonuyla karşılık verdi karşıdaki:

—Ben de bu küp gibi kırmızı demliğini hiç sevmiyorum. Demlik dediğin üstten kulplu ve lacivert çinkodan olmalıdır. Çay asıl o demlikte güzel olur.

Son yıllarda alışkanlık haline getirdikleri, mutfakta kahvaltı etmeye başlayalı beri, kendilerine eşlik eden bir de dilsizler ordusu vardı. Kap kacağı, musluğu fayansı saymıyoruz bu ordunun elemanları arasında. Daha geçen yıl yapılan tadilatla genişleyen bankonun en ucuna, pencere önüne, güneşe karşı sereserpe dizdikleri saksılardan bahsediyoruz.

—Sana kim söyledi sabah ezanında camı aç diye? Bak sardunya titreyip duruyor soğuktan.

—Kim demiş titrediğini? Temiz havayla buluştuğu için sevincinden çiftetelli oynuyor.

—Hiç sanmıyorum. Bak hepsinin dalı kolu sarkmış gibi.

—Sen öyle san! Zavallılar mis gibi havayı görünce sarhoşladılar... Şu şekeri uzatsana.

—Al... Kaç gündür dört gözle beklediğim sarmaşık çiçeğime baksana bir.

—Eee, baktım. N'olacak?

—N'olacağı var mı? Dün akşam kınası yakılmış gelin gibi düğün gününü bekliyordu. Mor kaftanını giyip, akşam ezanına kadar salım salım salınacaktı garibim.

—Gene salınır.

—Hiç de bile. Felçli ihtiyarlar gibi başını gözünü sallıyor baksana. Sarmaşık kısmı fazla güneş görmeye dayanamaz ki, tez solar.

—Sen şu gözlüklerini değişirsen iyi edersin. Taptaze görünüyor çiçek.

—Nesi varmış gözlüğümün? Soluk çiçeği onsuz da görürüm.

Üniversitede okuyan küçük oğlanın açtığı telefonla anne kalktı yerinden. Ardından da baba. Çiçek bahsi yarım kalmıştı.

Bir müddet konuşmadılar. Sessizlik içinde bitirdiler sabahlıklarını.

Kadın, birçok hemcinsinin yaptığı gibi, pijamaları ve dağınık saçlarıyla oturmamıştı sofraya. "Ele gül gibi, eşe kül gibi" değil de, eşe gül gibi giyinmeyi tercih etmiş, gülkurusu etek-blûzu ve taranmış saçlarıyla oturmuştu masaya. Ta evliliklerinin ilk günlerinden beri âdet haline getirmişti güzel giyinmeyi. Özellikle de hafta sonları.

Adam da giyinikti. Bir karış sakalıyla, pijamasıyla değildi. Tıraşlı ve evdelik keten pantolonunun içindeydi.

Ah bir de karşısındakinin göz zevkine hitap etmenin inceliğini, sözlerine de gösterebilselerdi. Didişmeden, birbirlerini iğnelemeden durabilselerdi.
—O kadar dedim sana. İki kuruş fazla verip iyi bir dershaneye gönderelim de seneye daha güzel bir okul kazansın diye.

—Şimdiki okulunun nesi varmış?

—Nesi varmış olur mu? Okul bitince boşta kalacak. İş bulamayacak... Halbuki benim sözlerime kulak verseydin...

—Oğlan gelmiş üçüncü sınıfa. Halinden de memnun. Sense hâlâ söyleniyorsun.

—Tabiî söylenirim Ekrem! Elinle koymuş gibi iş bulmak varken, kapı kapı dolanmak...

—Bir başka deyimle Doktor Mert Beyin annesi olamamak...

—Yapma be Ekrem. Kendim için mi istiyorum sanıyorsun bütün bunları? Çocukcağızın perişan olmaması içindi onca çabam.

—Perişan olmaz merak etme...

"İnşallah" gibilerinden ama fazla inanmayarak dudak büktü kadın.

Bulaşıkları yıkarken bir müddet konuşmadılar. Mutfaktaki hâkim ses, radyodan, kısık bir sesle yayılan türkü ile musluğun kendi makamından okuduğu şırıltılı melodi idi.

Kadın, tabak-çanağı yerleştirirken göz ucuyla baktı çiçeklere. Süzülmüş gibi duruyorlardı hepsi de. Zamanı olmadığı halde evvel baharda, Yaradan'ın bir lütfu olarak açan mor sarmaşık, utangaç bir taze görüntüsü içindeydi.

Her ikisi de çiçekleri seviyordu ama pembesi, beyazı ve moruyla balkonları bahçeleri süsleyen sarmaşıkların yeri bir başkaydı onlar için. Güneş görüp çoğaldıklarında, yaz rüzgârıyla birlikte nazlı nazlı oynamıyorlar mıydı, ölüyorlardı işte o zaman. Müsamerelerde rol yapan kloş etekli küçük kızları andırıyorlardı. Bir o yana, bir bu yana...

—Bir kahve yapsana bana. Bol köpüklü. Kendine de yap istersen.

—Olur. Ama sigara içmek yok ona göre.

—O da niyeymiş? Haftada bir gün de mi içmeyeceğim? Hem de kendi evimde...

—Hayır!

—Tiryaki değilim biliyorsun.

—Biliyorum... İlle de içmek istiyorsan, balkona çık iç.

—Dışarısı soğuk. Hava güneşli ama aynı zamanda da ayaz.

Kadın, gücenik bir yüz ifadesiyle sürdü kahveyi ocağa.

Rahmetli dedeciğinin, babaannesinin elinden içtiği sabah kahvesi esnasında söylediği kahve'li tekerlemeler geçti aklından. Babaannesi de her zaman işittiği bu tekerlemelere kıkır kıkır gülerdi. Tok sesiyle, bazı günler söylediği, "tütünsüz kahve, yorgansız uykuya benzer" demesini hatırladı ihtiyarın. İç geçirdi.

—Buyur kahveni Ekrem.

—Sağ ol. Kendine de yaptım mı Nâlân? Sensiz boğazımdan geçmez.

—Yaptım. Kendime de yaptım, derken yüreği kıpırdadı bir an. Çok yıllar ötesinde kalan, nişanlılık devresini yaşayan genç kız yüreğiydi bu. Az konuşulup, çok saygı duyulan, gelecek için pembe hayâller kurulan nişanlı yüreği.

Daha dün sabah, "mantar desenli olanı mı, çilek desenli olanı mı" tartışması yaptıkları masa örtüsünün üzerine koydukları iki ayrı desen ve modeldeki fincanlar, içindekilerini, bahar meltemi gibi aheste hareketlerle yukarı doğru savururken, kadının kaşları yeniden çatıldı.
—Hani sigara içmeyecektin?

—Haftada bir kereden bir şey olmaz be karıcığım....

—Sen bilirsin de...

"Çiçekler dumandan rahatsız olur" diyecekti; tıpkı titiz anneler gibi. Geri yuttu dilinin ucuna gelen zehir zemberek sözleri. Dizginledi kendisini.
Masadan kalkıp, duman çekilsin diye camı açtı. Geri yerine otururken yeniden göz attı pencere önündekilere. Mor fistanlı güzel sarmaşığın bir ucunun, ağlamaya hazır çocuk dudağı gibi büzüldüğünü gördü. Kendi kalbi de büzülür gibi olmuştu, daralmıştı.

Ne gereği vardı ki sabahın köründe cam açmanın? "Hava alsın, güneş alsın demenin" Hem de daha güneş ortada yokken... Hadi öğlene yaklaşan şu saatte, ılık havada olsa neyse.

—Oğlan okulu bitirince orada mı iş arayacak burada mı?

—Ne bileyim ben!

—Niye? Sen annesi değil misin?

—Annesiyim elbette.

—Eeee?

—Ne e'si?

—Yani bilmiyor musun nereyi yurt edineceğini?

—Bilmiyorum. Ama benim de onun yanını yurt edineceğimi söylemeliyim.

—Yani?

—Giderim oğlumun yanına... En azından evlenene kadar.

—Ben?

—Sen evinde çiçeklerle, kuşlarla ve sigaranla oturursun Ekrem Bey!

—Nâlân...

—Yalan mıyım? Sigaradan uzak duramayan inatçının tekisin sen! Hoşlanmadığımı da bal gibi biliyorsun.

—Kalbimi kırma sabah sabah.

—Ya benim kırılan kalbimi kim tamir edecek?

Çiçekler alışık oldukları bu sözleri hüzünle dinlediler. Bir iki kıpırdanıp bir şeyler söyleyecek oldular. Lâkin, duyan ama konuşamayan gövdeleri buna izin vermedi.

Sardunya camgüzeline dokundu usulca; sabah açan ürkek sarmaşığın acemi halini gösterdi. İyice büzülmüş, ufacık kalmıştı elbisesinin içinde.

—Gördün mü yaptığını? Camı açma demiştim sana. Sarmaşık solmuş. Bir tam gün bile misafir edemedik onu.

—Asıl sana söylemeli bu sözü. Zamanlı zamansız güneşe diziyorsun saksıları.

—Ben ölçümü bilirim... Hem çiçekler benden sorulur bu evde?

—Toprağını saksısını değiştiren kim?

—Sulayan kim peki, günaşırı?

—Mahallenin muhtarı değil herhalde. Ben!

—Sen öyle san. Ayda yılda bir su koyuyorsun! O da perdelerime çamur sıçrata sıçrata! Ben... Ben bu evi terk etsem iki günde kurur bunlar!
Terk etmek mi?
Sarmaşık iyice büzüldü. Neredeyse yok oldu çeneğinin içinde.

Devetabanı, başını kuşkonmaza eğip, "dayanıksız, yarım günlük süslü bir yeniyetme bu. Bak akşamı edemeden soldu" dedi fısıltıyla.

Konuşmalara göbeğini hoplatarak güldü top kaktüs.

Bir tek, ev sahiplerini protesto ederek, üç yıldır açmayan mumçiçeği anlamıştı meseleyi: Ne güneş sebepti bu sararıp solan çiçeğe, ne de açık duran cam.

Sarmaşık, ev sahiplerinin didişmesine, sudan sebeplerle birbirlerini hırpalamalarına dayanamayıp, önce kulaklarını kapatmıştı, sonra da tüm canlı hücrelerini. Başka bir deyişle terk etmişti mutfağı; hem de ev sahibinden önce...


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : Ay?e Sena ?nsal    29.03.2008
Yorum : Düşündüğünüz her ortamdan hikaye oluşturabilme yeteneğiniz bana Sait Faik hikayelerini anımsatıyor. Yazdığınız hikayelerde vermek istediğiniz fikri çok güzel ifade edebilmeniz de başarınızı göstergesi olmalı. Diğer yazılarınızı ve kitaplarınızı takip etmeye çalışıyorum. AEO.




Ekleyen : KIRA?O?LU    19.02.2008
Yorum : insanlara ders verecek nitelikte bir hikaye... insanlar birbirleriyle didiştiklerinde ne denli etkilendiklerinin en güzel örneği, şu 3 günlük dünyada mutlu mesut yaşamak varken kavgalar neye..





 
Dağlara çen düşende... - Sayı 126
Mustafa... - Sayı 123
Pehlivan dayının elmaları... - Sayı 120
Armudun Son Çiçeği... - Sayı 115
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (127):
Sünnete uygun beslenme...

Son Eklenen Yorumlardan
 Bugün 18.11.2025Konu nedir? ...

 Deprem kuşağında yer alan ülkemizde: çok katlı yapılar yerine, tek katlı bahçeli evlerde yaşamak asl... yusuf

 Muazzam bir çalışma olmuş,tebrik ediyorum.... Ahmet Durmuş

 yukarıdaki hikayeyi ve eklemeleri yazan kişi biraz zorlamayla günün modasına uymuş işi dış güçlere a... HALİL KÖSE

 test"... test


Sonsuz karanlıklarıma gömülüşümü anlamayıp bilmeden kendi karanlıklarına denk sayanlar tarihin karanlığında boğulmaya mahkûmdurlar.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Hakkın hâdimleri ve bâtılın vekâlet sava
Nesl-i muazzez
Ehl-i gönül
Gazze, ümmetin imtihanıdır
Vesâyet savaşları
Gelecek sayı (127) konusu


Ali Erdal - Nereye kadar?
Kadir Bayrak - Mukaddes beldelere-2
Ekrem Yılmaz - Korkaklar
Ekrem Yılmaz - Nerdeyiz
Fatma Pekşen - Dağlara çen düşende
Dergi Editörü - Ben kazandım, biz ka...
Site Editörü - Vekâlet savaşları
Necip Fazıl - Yahudi (Terkip ve Te...
Necdet Uçak - Annem var güzel anne...
Necdet Uçak - Bu vatan bizim
Kardelen Dergisi - Gelecek sayı (127) k...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
Kardelen Dergisi - Gazze ateşkes görüşm...
M. Nihat Malkoç - Gördüm seni, gördüm ...
M. Nihat Malkoç - Gazze, ümmetin imtih...
Zaimoğlu - Gündüz, geceye muhta...
Zaimoğlu - Sağlam kulp
Halis Arlıoğlu - Hâramiler
Halis Arlıoğlu - Meçhule hitap
Ahmet Değirmenci - Geri verin
Ahmet Değirmenci - Kurban
Ahmet Değirmenci - İki ara bir dere
Büşra Duru - İslâmın meşalesi ile...
Remzi Kokargül - Malatya suskun, durg...
Murat Yaramaz - Şüphe
Murat Yaramaz - Amnezi
Gözlemci - Hadiselere bakış
Mahmut Topbaşlı - Duruldum
Mahmut Topbaşlı - Cemre sancıları
Cahit Ay - Kimdendir
Cahit Ay - Ondördünde
Cahit Ay - Sana geliyor
Rıdvan Yıldız - Kaş ve bulut
Vahid Aslan - Adam olmaq derdi
Vahid Aslan - Günəbaxanlar
Emine Öztürk - Yolun sonu
Osman Akçay - Büyük camgözlerle yü...
Mustafa Makas - Vesâyet savaşları
Yaşar Akyay - Hakkın hâdimleri ve ...
İbrahim Durmaz - Kızılelma
Mehmet Emin Armağan - Nesl-i muazzez
Mehmet Emin Armağan - Ehl-i gönül
Mustafa Kozlu - Mutluluk
Uğur Utkan - Hz. Ebubekir Sıddık
Kemal Çerçibaşı - Bir yıldırım çarptı ...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 16290103
 Bugün : 3585
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 692538
 Bugün : 283
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 91
 126. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 1
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 9 Mart 2025
Künye | Abonelik | İletişim