Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     4014 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Bu Sabah
Bedran Yoldaş

  Sayı: 57 - Temmuz / Eylül 2007

Bu sabah ansızın yatağından fırladı. Sağa sola bakındı; bir şeyler aradığı her halinden belliydi. Etrafındakilere sezdirmek istemiyor olması aradığı şeyin bilinmesini istemediği bir şey olduğu gerçeği kendini ele veriyordu. Aradığı şey konusunda en ufak bir fikrimiz yoktu.
Ne olduğu konusunda en ufak bir düşüncemiz de. Daha önce böyle bir durum yaşamadığımız için de fikir yürütmekte oldukça zorluk çekmekteyiz. Bizim fazlaca kafa yormamız bize bir şey kazandırmayacağını düşünerek ilgilenmiyor gibi görünmeye çalıştık. Aslında sadece çalıştık. Neler olduğunu ve ne aradığını çok merak ediyorduk. Dört duvar arasından gidip gelmesi baş döndürücü gücünü bize miras bıraktığında o kapıya çoktan yönelmişti bile. Kapı tüm şiddetiyle yüzümüze kapanmıştı. Sorularımız cevap arayadursun cevaplayacak olan ise çoktan tüymüştü. “Dert bir değil ki…” diye yakındı, annesi. “Dert bir değil ki… Hangi biriyle uğraşayım ?”
“Dert etme sen teyze, biraz hava alıp nasıl olsa yine gelir. Sorunu ne ise o zaman öğreniriz. Merak etme sen. Gönlünü ferah tut.”
Hem söylenip hem de gözlerimiz arada bir kapıyı yokluyordu. Kendimizi otomatiğe kurmuş gibi ha bire gözlerimiz kapıya doğru kayıyordu. “Nerde kaldı?” sorusu hepimizin bilinçaltında cirit atıyor olmasına rağmen kimse bunu açık bir şekilde dillendiremiyordu. Cesaret edemiyordu. Merak, kin ve öfke birbirine karışmıştı. Koruma duygusu da buna eklenince varın siz düşünün yaşanan çileli dakikaları, teneffüs edilen ağır havayı, kimsenin kaldırmaya güç yetiremediği ağır havayı… Zaman geçtikçe merakımız katlanarak artıyordu. Korku, endişe ve merak akraba olup kafamızı mesken tutmuştu adeta. Bir de buna ne yapacağımızı bilmeden bekleyip durmamız da dozunu artırıyordu.
Şen şakrak odaya girmişti. Etrafa gülücükler dağıtmıştı. Hatta el şakası bile yapmıştı. Huysuzluk edip terslenmemize bile aldırış etmemişti. Sadece biraz yorgun olduğu gözlerimizden kaçmamıştı. Sorularımıza kaçamak cevap yerine tatmin edici cevap vererek düşüncelerimizde yanıldığımıza inandırmıştı bizi.
Kapı sert bir şekilde çalmaya başlayınca hepimiz birden ayağa fırlayarak kapıya yönelmiştik. Kapıya yakın olan Salih kapıyı açtığında hepimiz hayal kırıklığına uğramıştık. Gelen o değildi.  Sağa sola bakmamız bir şey değiştirmemişti. Kendisinden eser yoktu. Gelen kişi de onu soruyordu. “Nerede bulabilirim?” sorusuna vereceğimiz cevap onu tatmin etmeyeceğini bile bile “bilmiyoruz” cevabını verdiğimizde tahminimizde yanılmadığımızı gördük. Adamcağız inanmıyordu. Tüm çabalarımıza rağmen inandıramadık. “Öyle olsun” diyerek tehditvârî bir bakış fırlatarak kapıdan uzaklaştı. Bizler birbirimize bakmakla öylece kalakaldık orta yerde. Neler döndüğünü bilemeden.
Saatler birbirini kovaladı ama hâlâ bizimkinden ne bir ses ne bir seda ne de bir haber vardı. Adeta nefesimizi tutmuş onu bekliyorduk. Ya da ondan gelebilecek bir habere…
Telefon acı acı çaldı. Karşıdaki endişeli ve boğuk bir sesle:
“Hemen eve gel. İşin var!”
Ne olmuştu ki bu kadar acil bir durum doğurmuştu. Düşüne dururken:
—Ne oldu, kimdi arayan?
—Babam hemen eve gitmemi istiyor.
—Olumsuz bir durum mu var?
—Bilmiyorum ki!.. Sadece ‘acele eve gel’ dedi. Başka da bir şey de söylemedi.
Kafam arı kovanı gibi vızıldıyordu. Ne olmuştu? Neden bu saatte beni eve, hem de acilen çağırıyordu babam. İstemeye istemeye eve doğru yol aldım.
Dalgındı. Bıkkın. Yüzü ağlamaktan şişmişti. Yanaklarında süzülen yaşların bıraktığı iz. Ağzından eksilmeyen sigarası cılız bir şekilde yanarken, sigarasının dumanları ile boğuşan saçları dağınık. Soğuk ayazın bıraktığı izlerle buruşan derisi… Tam bir derbeder… Hayattan umudunu kesmiş; çaresizliğin verdiği eziyet ve usanç… Benliğini etkisi altına almış. Duygular yaşadıkları ve içinden çıkamadığı labirent… Nasıl davranması gerektiğini de bilememin ezikliği de eklenince ruh halini varın siz düşü- nün. Moraran gözleri hayatın bitme noktasına yaklaştığını komik yorumu ve dayanılmaz acılar geride bırakacaklarına kalan miras olarak düşündükçe yoğun duygular arasında gözlerinden yaşlar ha bire aşağıya doğru yuvarlıyordu. Günler birbirini kovalamış ancak o içine girdiği girdaptan bir türlü kurtulamamıştı. “Bu sefer her şey değişecek” diyerek günlerce aylarca kendisini kandırmıştı. Avut- muştu. İçine girmiş olduğu girdap durmadan kendisini içine çekiyordu. “Bir daha bir daha…” diyerek avunmuştu. Bu durumdan da kendisinden başka kimse haberdar değildi. Derdini kimseyle paylaşmıyordu. Bu da çıkmaz sokakta yalnız başına yolculuk demekti. Zaman durmadan ilerliyor; etrafındaki çember de gittikçe daralıyordu. Daraldıkça da sıkıntı aşılmaz bir duvar olarak karşısında dikiliyordu. Çıkar yol kalmamış görünüyordu kendisine. Kendisine göre yaptığı yorumdan bu sonucu çıkarmıştı. “Başka yol yok…”
Yılların birikimini bir anda yok etmişti. Kendisinde tutku haline gelen bu illet, hayatını yiyip bitiriyordu. Başını taştan taşa vuruyor, çıkış yolu arıyordu. Nafile… Tüm yollar yüzüne kapanıyordu. Kimseye de belli etmeden halletmek istiyordu, ancak bunu başaracak güçte de değildi. Çıkış yolu arıyordu ancak bulmakta zorluk çekiyordu. Başını taştan taşa vuruyordu. Çıkış yolu bulmak uğruna hayatının en riskli oyununu oynamıştı ve kaybetmişti. Önceleri iş olsun diye başladığı bu tehlikeli oyuna her geçen gün bataklığa batan nesne gibi her geçen gün batıyordu. Çıkış yolu aradıkça da daha bir batıyordu pisliğe. Ailesi durumu bilmediği içinde sıkıntısı daha da bir büyüyordu. İçinden çıkılmaz bir durum düşüncelerini altüst ediyordu. Çıkış için çaldığı tüm kapılar yüzüne kapanıyordu. Bilinmez denklemler artıkça kapanan kapılar çoğalıyordu. Nasıl yapmıştı nasıl? Bu sorumsuzluğu nasıl yaşamıştı. Utancından yerin dibine batıyordu.
Aylar birbirini takip etmiş. İçinde bulunduğu sıkıntılı dönemi ailesinin yardımıyla atlatmıştı. İçindeki kurt her seferinde kulağına fısıldıyordu: “Kaybettiklerini geri almalısın.” Zihninde bu cümle çalkalandıkça yayıktaki ayran gibi düşünceleri çalkalanıp gidip gelmeye başladı. Bir saati diğerine uymuyordu.
“Bir daha bir daha” diyen sesler kafasında çoğaldıkça adımları ve elleri de bu ritme ayak uydurunca kendini kaybedip kumar masasının başına geçti. Tekrar başa dönmüştü. Kaybettikleri yetmemiş yeni kayıplar eklenmişti. Başı önde sokaklarda avare avare dolanmaya başladı. Çıkış yok, çıkış yok!..

 


 


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Zevâli yakındır zulmün... - Sayı 119
Elinde taş küçük çocuğun... - Sayı 119
Sallandı yer ve gök... - Sayı 118
Hu Demeye Geldik... - Sayı 117
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Batı; kaybettiği noktanın idrâkinde ve kazanacağı noktanın gafili olduğunu -yalnız kendine- ihtar ederek bugünkü buhranını yaşıyor. Biz; tüm taklitçiliğimize rağmen hem birincisinin, hem ikincisinin gafletindeyiz.
Eğer batı gibi kaybettiğimiz noktanın idrakinde olabilseydik, elimizden kaçırdığımız bunca zamandan ötürü eyvahlar eder; kazanacağımız noktanın gafletinden de sıyrılabilirdik…
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Gazze günlüğü
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş
Fatih Sultan Mehmet (4)


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13170372
 Bugün : 4380
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 605340
 Bugün : 382
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 398
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim