Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     4952 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Sahibinden Satylyk Sosyoloji Y?ntembilim ??z?mlemeleri
Mehmet Hasret

  Sayı: 57 - Temmuz / Eylül 2007

"Post-" Uzmanından Sosyoloji Dersleri
Felsefede mekân deyince madde, zaman deyince ruh akla gelir; ayrıca felsefe tecrübesinde bir mekân ve zaman hamuru olarak satrançsa toplumu ve toplum düzeyindeki ilişkileri temsil eder…

Zaman ve mekân inşa ediliyor; yapısı bir satranç tahtasındaki hal ve seyir gibi tahlil ediliyor, zaman ve mekân eşliğinde giydirilmiş kavramlarla ve işlev dişleriyle medeniyetler eşeleniyor, bir sisteme oturtuluyor; toplum denilenin bir tecrübe ilmi etrafında bir yapıdan başka bir yapıya dönüştüğü gözlemleniyor ve sonuç: "Şah!Mat!.."; ortaya yeni bir medeniyet ölçüsü, medeniyet düzeyi çıkıyor… Aslında bizim doğrusal etki yaptığını düşündüğümüz el ve düşünce kuvvetimizden öte, elin ve düşünce gölgelerinin etrafında görünmez çenelerin ısırıklarıyla bir dünya seyri kuramsallaşıyor. Rilke’nin lügatindeki gibi, "Unser Leben geht hin mit Verwandlung-hayatımız dönüşümlerle geçer." Sosyoloji de işte, bir kişinin kurduğu rüya evreninden çok, toplumun gördüğü dönüşüm rüyasının peşine düşmekte bulur bir köşeye kurum kurum kurulmanın poetikasını.  

Giddens’tır Rilke’nin "söz-kurucu lehçe"sini hatırlatan ve daha sonra bütün ikilik ilişkilerinden şikayet eden: birey-toplum, özne-nesne gibi. Kurmak-yeniden kurmak ikiliği söz konusu olduğunda ise Parsons’ın bir düzen kuran rol anlamında bir işi yüklenme ve yerine getirme faili olarak "eylemin anlam çerçevesi" keyfiyetinin de ötesine geçer kurgu. Kemirgenlik veya yontuluk bir sanat işler artık zaman ve mekân için; aktör veya fail insanlar(kuru anlam), kişiler(çehreli anlam), toplum(sosyolojik tafsilatı ve yöntembilmi olan anlam) değil; Rilke lehçesinde dönüşüm hükümranlığını ele geçiren görünmez çenelerdir. Görünmez çenelerden bize kalan miras diş izlerinden çok; dünyayı bir çağa kuran bilinçtir. Bu bilincin adı ne diyalektik, ne ilerleme, ne gelişmedir; bu iyi veya kötü bir hikmetin adı, bir üstün idrâkin cüssesidir, o kadar…

İnsanlık, her an gelişmez; gelişen ve giriftleşen ilişki biçimleridir; insanlık her an ilerler; bu zamanın yürümesi yüzünden böyledir. Yoksa ne Sokrat kadar baldıran seven biri gelmiştir dünyaya; ne baldıran sevdiricilikten vazgeçen cellâtlar…  

Medeniyetin kü(s)suratı: İlerleme 
İlerleme, burnunun dikine gitmek fiiliyle birlikte çekilir çoğu zaman ve çoğu zaman çekilmez olur insanlığın her yüzyılda daha ileriye gittiği masalı. Sokakta yürürken bir adımdan diğer adıma bir elbise mi değiştiriyoruz; aksine her saniyesinde elbise değiştirsek de zamanın ve çağların anlam elbisesi, yani ruhu hep aynı kalıyor… Ama Şekspir okumuş bir gölge hangi dizinsel zamandan gelmiş olursa olsun; üzerinde dere sazlıklarından, cadı çığlıklarından, kale dehlizlerinden, kem gözlerden ve onların türev sağaltılmış hallerinden bir iz kalıyor…  

Bütün aksi belirtilere rağmen çağımızda ilerlemekten bahsederler ve bunun için bir kavrama ihtiyaç duyarlar: Rekabet… Rekabet etmeyen toplumları geri; rekabetçi olanları da ileri görürler… İleriyi gelişmiş ifadesiyle değiştirip bir de medeni ifadesini yanına perçin diye koyarlar ve derler ki "dünyanın ileri, gelişmiş medeni ülkeleri"… 

 

Rekabetin Temelde Yanlış Olan Mantık Kurgusu Üzerine
Rekabet, eşit şartlarda gerçekleşip gerçekleşmediğini ölçüp biçmek veya rekabetin acımasızlığını ortaya koymak; noktanın bir boyutu olup olmadığını tartışmaya benzer… Evet, rekabetin "öncül-bilgi"si sakattır; ama bunun üstüne biz daha çarpıcı bir ispata gideceğiz; bazı durum benzerlikleri(analojileri) kullanarak…

Yaptığımız benzetmelerde nitel kavramların gözetilmediği düşünülmesin; onlar da ayrı benzetmelerin konusu… Benzetmelerdeki sayılar, kendi özel koşullarını ifade eden  birimleri ifade eder… Birimler, birer ön kabul içerir… 
 
10 ve üstünde birimi elde etmek hedef olsun; 10,1 elde eden şartı sağlar; ama 10,11 elde eden 0,01 farkla oyunu kazanır, oyun biter… Bir kişi 19 elde edebilecekken; 10,11 kalıyor… Rekabet olmasaydı kimse 10’a bile ulaşamayacaktı, diye bir savla çıkılacak ortaya… Rekabetin ortaya çıkaracağı çatışma alanındaki birimlerle, rekabet etmeden beraber yükselmeyi, beraber tekâmül etmeyi düşünenlerin edindiği birimler aynı değildir… Biri yer yer acımasızlığı "çıkar yol" olarak kullanacak, öbürü işbirlikçi, eşitlikçi, farklılıkları kabul eden, ama geniş kalabalıklara bir doğruluk ölçüsü de koyabilen, huzurlu bir toplum için çalışacaktır çünkü. Nitelik kaybedilemez bir ölçü ve değerdir; ama rekabet niteliği kendi mantığına uydurup pörsütür. Rekabet, rakibini burun farkıyla geçip nefsi bir galibiyetle tatmin olmanın adıdır ve rekabetin azı dişleri şehvetten kök almıştır…   

"Yapılabilecek Olan", "Gerekenin Yapılması" ve Motivasyon
Diyelim bir kişinin bir iş yapabilme yükü 10 değil, 21’dir. Rekabet oyununda bu alan 10 olarak çerçevelenmiştir. Önceden yapılabilecek olan bilinmemektedir, denecektir. 10 yapıldıktan sonra, 11, 12, …22, kadar varılabilecektir. O halde yapılabilecek olan 21 değil, 22’dir. Öyle midir? Yapılabilecek olan 22(ki burada bir kesinlik yok yine) ise, gerekeni yapmakta 22’dir( "yapılabilecek olan"ın birim değeri değişse bile, "gerekeni yapma"nın birimi değişmeyecektir, gerekeni yapmak oldurulabildiği kadar olan şeydir; 21 ise 21, 22 ise 22, 23 ise 23’tür, olay vuku bulana dek birimin ulaşacağı değerin ucu açıktır; olay gerçekleştikten sonra değer ortadır...) 

Derken "gerekeni yapmak" bir motivasyon gerektirir, önermesi çıkar karşımıza. Bu motivasyon acaba rekabetin dinamikleri midir; yoksa başka bir keyfiyet midir? Weber de, benzer bir akıl yürütmeyle "püriten-protestan" ahlakı ile kapitalizmin motive edici yönünü öne çıkarır. Kapitalizmin ruhu, toplumları ileriye götürücü unsurlardan oluşmaktadır, gibi tuhaf bir hükme varırsınız oradan; oysa kapitalizm örgüsünün girdiği bir ülkenin ister yönlendirici konumda, isterse yönlendirilen konumda olsun; iflah olmaz bir kimlik oluşturduğuna inanıyoruz biz ve bu iflah olmazlığı kısaca "ruhsuzluk, şahsiyetsizlik ve köksüzlük" olarak ifade ediyoruz. 

İdeal Piyasanın Kökeni ve "Bir Niteliğin Kurulması" Deyimi
Akıl yürütme alışkanlıkları bir devirden diğer devire sadece kılık değiştirerek gelen, aslında nitelik değiştirmeyen, bazen makas değiştiren (felsefeden iktisada geçmek gibi) batı aklında; tam rekabet piyasasının mantığı Platon’un "ideası"ndan gelir; tam rekabetin bir diğer adı da ideal piyasadır.

Fiyatları piyasanın belirlediğini düşünelim; fiyatlar belirlenirken de üreticilerin ve tüketicilerin toplum tabakaları arasında etkileşim içinde nitelik kazandığı ve bu edinimin de bir ideal olduğu düşünülür. Bazı sosyologların kapitalizme çıktıkları omuz ve getirdikleri marifet de budur. Oysa toplum tabakaları arasında "niteliklerin kurulması" için kuru bir motivasyon kurgusundan fazlasına, yani "iffeti hikmet olan bir ahlak"a ihtiyaç vardır…

Bir şiir iklimi gibi…  

Her Ölçünün Üstünde "Hikmetli Olanın Peşinden Koşmak"  
Bizce "gerekeni yapmak" psikolojisini rekabetçi mantığın üzerine muhafaza diye geçirmek bile, kurtarıcı bir formül değildir. Hangi ölçüyle… Bıçağı katilin eline mi vereceğiz, aşçının eline mi? Ya aşçı da katilse… (Katilin aşçı olması, canilik sıfatını üzerinden kaldırmaz…) 

Mutlak doğru bir ahlakınız yoksa ebedi katilsinizdir zaten. Ne "yapılabilecek olanı" ortaya koymak, ne "gerekeni yapmak" yeter; "hikmetli olan"ın peşinden koşmaktan başka çare yoktur. Bu ne 22’dir, ne 24’tür; sayılar silinir ve her şey İstanbul, Herat, Mekke, Şam, Kahire olur; Kûfe’den Basra’ya, Basra’dan Riyad’a kent örgülü bir dizin olur; bir medeniyet olur ki orada hikmetin adı; "beraber ve ortak bir insanlık mirasının üzerinde yaşamak"tır.

O vakit, sitede başıboş toplumlara ait hiçbir sahte ahlak nüvesi barınamaz ve onun sözde yöneticileri kurulan hikmetli işbölümü karşısında haklı olana baldıran zehri içirmeyi bir hukuk olarak ortaya koyamaz… Yetmiş yaşından sonra ilk ve son defa mahkeme karşısına çıkan harmanili(Sokrat); daha önce onu tiyatro eserlerinde ayakları bulutlar üzerinde gezen ve tuhaf laflar eden bir figür gibi gösterip zulüm edenlere bir kırgınlığı olmadan, yine onların kurtuluşu için son kez konuşur, başka bir felsefe, başka bir sosyoloji hükmüyle: "Tetkik ve tahkik edilmeksizin geçen bir hayata asla varlık denilemez… Artık gitme zamanı geldi. Ben ölüme gidiyorum, siz de yaşamaya gidiyorsunuz. Fakat kim daha iyi bir nasibe gidiyor; bunu ancak Allah bilir."


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Yaşayan Yemek... - Sayı 114
Yazmakla Görülen…... - Sayı 113
Hayatı Dram Yapan Cevher... - Sayı 112
Bozkırın Ensar ve Muhacir... - Sayı 111
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Tüm gazetelerimizin toplam tirajı, 70milyon nüfusa karşılık, 3,5 milyon…
Elâlemin memleketinde tek gazete bile çift rakamlı tiraja sahip. Mesela Japonya’da günde 13 milyon satan gazete var.
Bizde nüfus artıyor, gazete tirajları yerinde sayıyor, hattâ azalıyor. Demek ki “basın” diye piyasaya sürülen kâğıt parçalarına millet güvenmiyor. Bu güvensizliğe rağmen basından ödleri kopanlara yazıklar olsun!
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Deniz kabarıyor
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13191359
 Bugün : 606
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606202
 Bugün : 21
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 178
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim