Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2002 kez okundu.     1 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

Ylk G?
Nail Uyar

  Sayı: 61 - Ekim / Aralık 2009

Babam cumartesi günleri eve geldiğinde annem hep sorardı:

–Ne zaman göçeceğiz?

Yanıtı hep kaçamaklı olurdu babamın:

–En kısa zamanda...

Babamın oyalamasından sıkılmaya başlamıştı annem.

***

Temmuz ayının üçüncü haftasında eve gelen babam, annemle yine göç konusunu tartışmaya başlamışlardı. Tartışma hararetlenmişti. Annem göç için acele ediyor, babamsa yazın çıkmasını bekliyordu. Çünkü bu mevsimde köylerde iş çok olurdu. Babam da ana-babasına yardımı dokunsun diye işi ağırdan alıyordu. Sonunda babam pes etti. Pazar akşamı kentteki işine dönerken ev aramaya başlayacağını söz vererek ayrıldı.

Bir hafta sonra (cumartesi günü) babam köye geldiğinde anneme müjdeyi verdi:

–Gözün aydın, göçüyoruz.

–Sahi mi?

–Elbette...

–Şaka değil?

–Yahu niye şaka olsun!

–Ev?

–Buldum.

–Kirası?

–Otuz lira.

–Ev nasıl, iyi mi?

–Fena sayılmaz. Bizim bu evden iyi. Hem odaları fazla, hem de müstakil; içinde bahçesi var. Bize yeter de artar bile. İleri de daha iyisini bulduk mu çıkarız.

–Tabi tabiî. Yeter bize. Hele şu köyden bir kurtulalım. İş bulursam ben de çalışırım. Koca şehirde hiç iş bulunmaz mı? Düzenli iş bulamazsam, en azından bağ-bahçe işlerine giderim.

–Hele dur, sıra ona gelsin. Hayırlısıyla göçelim de...

–Tasalanma be adam. Gülizar bile geçinebildikten sonra biz haydi haydi geçiniriz. Çocukların okula gitmesine daha iki-üç sene var. Allah'ın izniyle o zamana kadar toparlanırız. Dünyada aç mezarı yok ya...

–Bak ben ne diyeceğim. Eşyaları yarına kadar toplayalım. Pazartesiye hazır olsun. Afyon Postası'nın vaktine kadar eşyaların istasyona indirilmesi gerekiyor.

–O gün işte olman gerekmiyor mu?

–Üç gün taşınma izni aldım.

Annemin o anki sevinci görülmeye değerdi. Köy yaşamından bıkmıştı. Ama onu asıl üzen, kapı komşusu Gülizar'ın bir yıl önce aynı kente göçüydü. Daha düne kadar iki kelimeyi bir araya getiremeyen Gülizar, nasıl olurda hava atardı ona? İnsanlar bu kadar çabuk mu değişirdi? Neydi o hava öyle? Topukları nasırlı, tosbağa elli Gülizar'a ne olmuştu böyle? Allah büyüktü. Kendisi de kentli olacaktı artık. Ama bir farkla. Onun gibi ne oldum delisi olmayacaktı. Geldiği yeri hiçbir zaman unutmayacaktı. Düşmez kalkmaz bir Allah'tı. Giyim kuşamını değiştirecekti; ama insanlığını asla. Babası boşuna dememişti. "Kızım, hayat hep iniş çıkışlıdır, hiçbir zaman düz değildir. Benim sana nasihatim ne oldum değil, ne olacağım de."

Karı-koca hummalı bir çalışmaya girdiler. Bir taraftan eşyaları topluyorlar, diğer taraftan toplanan eşyaları kilimlerin arasına sarıyorlar, sonra da urganla sıkı sıkı bağlıyorlardı. Bu arada, benden küçük kız kardeşim evimizin önündeki akasya ağacının gölgesinde, amcamın kızıyla oynuyorlardı. Eşyaların çoğu kağnıya yüklenecek şekilde hazırlandı akşamdan.

Dedemlerle vedalaşmak için sabah evden çıktık.

Görenek gereği önce babam tarafına gidildi. Dedemde ve babaannemde surat bir karış. Elerini bile zorla öptürdüler. Sonra, oradan ver elini annem tarafına. Dedem ve anneannem bizi sevinçle karşıladılar. Elbette sevinecekti annem tarafı. Çünkü kızları köy yaşamından kurtulacaktı. Annemin kardeşlerinin çoğu yıllar önce kentlere göçmüşler,  şimdi oralarda iyi bir yaşam sürdürüyorlarmış. Dedemin evli olan kızlarının içinde, köyde yaşayan tek kızıydı annem. Bir de benden iki yaş büyük Nurten teyzem vardı, ilkokul ikiye gidiyordu. Teyzem de sevinçliydi o gün. Çünkü o da biliyordu ablasının kentte daha rahat edeceğini.

Söz arasında teyzem ablasına:

–Abla seneye okullar kapanınca beni de Salihli'ye götürür müsün? Hem Salihli'yi görmüş olurum, hem de evinizi. Eniştem getirir beni geriye.

Bu kez babama dönerek:

–Getirmez misin enişte?

–Getiririm.

–Nasıl olsa eniştem trenci... Bana Murat söylemişti. Babası trenci olanlara bedava binmesi için kart veriyorlarmış. Öyle değil mi enişte?

Babam bu kez gülerek:

–Bak! Nurten neler biliyor, dedi.

–Yalan  mı enişte? Murat yalan mı söylüyor yoksa?

–Yo yo! Yalan değil, doğru.

Bu arada trenin vakti yaklaşıyordu.

Babam saatine baktı. Anneme gidelim işaretini verdi.

Hep beraber ayaklandık.

Vedalaşmada duygulu anlar yaşandı. Nedense önce dedem sarıldı kızına, sonra anneannem, ardından da teyzem. Dedeme baktım; gözleri dolu doluydu. Ağlamamak için kendini zor tuttuğu her halinden belliydi. Sonra anneanneme döndüm, onun da göz pınarlarından inci gibi yuvarlanan damlalar yanaklarından aşağılara doğru süzülüyordu.

Babam tarafında ise bunun tersi olmuş, buz gibi bir hava esmişti.

Annem ayrılırken babasına:

–Baba öbür taraf tomsarıyor (küskün, kırgın olmak). Kağnı için onlara minnet etmeyelim derim. Eşyalarımız hazır. İstasyona indirilecek.

–Tamam kızım, ne demek. Alın hemen kağnıyı. Benim yapabileceğim bir şey var mı?

–Yok baba. Sağ ol. Bizim işimiz kağnıyla.

Kağnıyı koştular (öküzlerle yürütür duruma getirmek) karı koca.

Annem tarafından ayrılınca, eve kağnıyla geldik.

Evimiz, köyün doğusunda, büyük bir tepenin yamacında, yan yana kurulu üç evden biridir. Baştaki bizim, diğer ikisi köyde yaşayan amcalarımındır. Üçünün de duvarları taş yapı, üstleri toprakla örtülüdür. Yamaçta oldukları için önleri damdır. Yerden taş merdivenlerle önce damların üstüne çıkılır; oradan salonlara, salonlardan odalara girilir. Evlerin yönü güneye bakmaktadır ve hepsi bir oda, bir salondan ibarettir. Bu üç ev, sırtını köy mezarlığının güney duvarına yaslamıştır âdeta. Bizimkinin doğu tarafı düzlük, batı tarafı ise dik bayırdır. Kuzeyden güneye doğru uzanan yol, dik bayırın altından bir yay çizerek doğuya doğru uzanır gider. Kuzeyden gelen bu yolun hemen altından dere geçer. Köyün sırtını verdiği Bölük Dağı'nın, sularının bir kısmı köyü kuzeyden güneye sanki bıçakla ikiye bölen- bu dere yatağından akar.

Eve geldiğimizde saat on sularıydı.

Kilimlerin, sepetlerin, kargı selelerin içinde hazır bekleyen eşyalar kağnıya yüklendi tıka basa. Eşyalar düşmesin diye kanatların üstünden urganlarla bağlandı. Bazı kıymetli eşyalar da, babamın askerden terhis olurken yanında getirdiği tahta bavulun içine yerleştirildi. Kağnıya sığmayan eşyalar sepetlerle, bohçalarla kağnının sağ ve sol kanatlarına asıldı.

Annem, babam eşyaları kağnıya yüklerlerken ter içinde kaldılar.

Kağnı yokuş aşağı güçlükle indirildi. Çünkü kağnının yolu eğimliydi, üzerindeki havaleli yüküyle her an devrilebilirdi. Kağnıyı kazasız belâsız yola indirince, derin bir nefes aldı babam. Birlikte yola koyulduk. Köy meydanına yaklaştığımız sırada, karşılaştığımız akraba ve köylülerimiz "Haydi, hayırlısı olsun." diyorlardı. Babam kağnının önünde; annem, ben ve kardeşim kağnının arakasında yürüyorduk. Köpeğimiz Toman da arkamızdan tin tin geliyordu. Sıcaktan dili bir karış dışarıdaydı.

Kağnının yükü ağırlaştıkça sesi bir o kadar da artar. Sesi daha yanık çıksın diye eksenine tereyağı sürülür. Gürgen ağacından olan eksen, yağı yediğinde değişik sesler çıkarır. Köylüler bu değişik sesleri, kendi ruh dünyalarına göre algılarlar; ona göre hüzünlenirler ya da sevdalanırlar. Bu algılamalar, kağnının üstündeki insanın veya eşyanın durumuna göre çeşitlilik gösterir. Eğer üstünde, hasta götürülüyorsa bir canlı gibi inlediğine inanılır, çeyiz götürülüyorsa Âşıklar gibi sevdalandığına. Anadolu'da kağnının sesi acının, sevdanın, hasretin, ayrılığın sesidir.

Temmuz sıcağı ortalığı kasıp kavuruyordu.

Köylü öğle uykusundaydı. Ortalıkta çıt yoktu.

Sıcaktan, böcek ve sürüngenler taşın ve toprağın altına; tavuk ve horozlar çalı çırpı yığınlarının aralarına; kedi ve köpekler taştan yapılı ev ve dam duvarların serin gölgelerine; serçeler ağaçlara ve üstü toprakla örtülü evlerin, damların saçaklarındaki yuvalarına; koyun ve keçiler ağıllara; inek, boğa ve öküzler ise serin damlara çekilmiş, dinleniyorlardı.

Köy meydanına yaklaştığımız sırada, Toman yolun hemen sağındaki akasya ağacının gövdesine arka sağ ayağını kaldırarak- siymeye başladı...

Tepemizde yakıcı güneş, altımızda ise güneşin kavurduğu kızgın toprak...

İstasyona doğru ilerliyoruz.

Köy meydanına geçip tepeyi aştığımızda, ta aşağıdaki dere ve derenin yamacındaki çeşme göründü.

Kardeşim:

–Anaa! Susadım, dedi.

Annem:

–Sabret kızım, dedi. Deredeki çeşmeden içireyim.

Kardeşim çaresiz, sustu. Oraya dek ev de yoktu ki birisinden su isteyelim.

Köy meydanından sonra yol, yokuş aşağı dik olarak değil, sağa sola kıvrımlar yaparak uzanıyordu. Yolun son kıvrımını alıp dereye indik. Dere kupkuruydu. Babam, kağnıyı dereden geçirince hemen sağda, bir ucu dereye kadar uzanan tarlanın başındaki armut ağacının altına çekti... Öküzlere boyunduruktan çıkardı ve deredeki çeşmeden suları geldi.

Çeşme, dereye inişte, yolun hemen sol yamacındadır. Duvarları taştan olup, kireç badanalıdır. Üzerinde kimin tarafından yaptırıldığına dair bir bilgi yoktur. Köylüler de bilmez bu çeşmenin kimin tarafından, ne zaman yaptırıldığını. Özel adı da yoktur. Dere çeşmesi derler adına. Tek olukludur. Oluğundan serçe parmağı kalınlığında su gelmektedir. Önünde iki tane yalak vardır. Yalaklar taştan olup, derinliği diz boyudur. Her bir yalak, iki büyükbaş hayvanın yan yana su içebileceği genişliktedir. İçleri su ile dolu olan bu yalakların dipleri çamurlu ve biraz da yosunludur. İçlerinde, suda yaşayan çeşitli böcekler, küçük canlılar ve üstlerinde uçuşan su sinekleri vardır. İkinci yalaktan taşan su, kendine ince bir yol bularak dokuz-on adım sonra dereye ulaşır. Derenin içindeki böğürtlenlere kadar uzanan bu suyolunun etrafı otlarla kaplıdır.

Çeşmeden -başta kardeşim olmak üzere- hepimiz kana kana su içtik. Ellerimizi, yüzlerimizi yıkadık. Soluklandıktan sonra tekrar yola düzüldük.

On dakika sonra istasyona girdik...

Yarım saat sonra, yorgun olduğu çıkardığı fışıltılardan anlaşılan kara tren, köyün istasyonuna girdi. Yorgun olmakta haklıydı; ta Kurtalan'dan kalkıp gelmişti. Kolay değildi, bir uçtan bir uca bereketli Anadolu topraklarını ayaklarının altında eze eze gelmek. Yorgunluğu işte bu yüzdendi.

İstasyon sanki yangın yeri gibiydi. Bir taraftan temmuz ayının kavurucu sıcağı, diğer taraftan trenin kor halinde rayların arasına boşalttığı yanık kömür artıkları... İstasyonu cehenneme döndürmüştü.

Eşyalarımız, tren görevlileri tarafından kara vagona yükleniyordu. Eşyalar yüklenirken görevliler kan-ter içinde kaldılar.

Sıcaktan bunalan yolcular, ellerindeki su kaplarıyla istasyon çeşmesine üşüştüler. Bu arada, kırmızı şapkalı memur, elindeki işaret âletliyle ortalıkta görününce su doldurmak ve hava almak için yere inen yolcular telâşlandılar. Ardından kondüktörler kesik kesik düdüklerini öttürünce, bu kez yolcular koşuşturmaya başladılar. Sonra, hareket memurunun düdüğünü, tren şefi uzun bir düdükle (tamamız anlamında) yanıtlayınca, hareket memuru elindeki işaret âletinin yeşil tarafını makiniste doğru çevirdi. İşareti alan makinist, kara trenin düdüğünü acı acı çaldırdı. Tren istasyondan yavaşça hareket etti.

Gözüm bizi istasyona dek uğurlamaya gelen Toman'daydı. Mahzun gözlerle bize bakıyordu. Trenin hareketinden sonra çırpınmaya başladı... Hızlanan trenin arkasından acıklı sesler çıkararak hem havlıyor, hem de başı bize dönük koşturuyordu. Kendi dilince: "Beni niçin bırakıp gidiyorsunuz? Bunca yıl birlikte yedik içtik. Acımızı, tatlımızı paylaştık. Böyle miydi kavlimiz? Ben, size hiçbir zaman nankörlük etmedim ki... Bunu hak etmemiştim. Eğer gün olur köye dönerseniz ben de o zaman sizin yüzünüze bakmayacağım, hoş geldiniz demeyeceğim." diyordu.

Toman'dan ayrılırken çok üzgündüm. Yanımıza almak için babama çok yalvardım, kabul ettiremedim. Bu kez Toman gibi ben de dayanamadım. Ağlamaya başladım. Yaşlı gözlerle, ilk tünelin ağzına kadar kendisini takip edebildim. Trenin lokomotifi -kendisi gibi- kömürlü lokomotiflerin isinden katran karasına dönmüş tünelin ağzından içeri girerken Toman'ı gözümden yitirdim.

Yokuş aşağı iyice hızlanan tren, zifiri karanlık tünellerin bir ucundan giriyor, diğer ucundan çıkıyordu.

Ben artık kendimi tutamıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Kardeşimse, yan tarafta olup bitenden habersiz, trenin penceresinden dışarıyı seyrediyordu.

Tren Konaklar beldesine doğru hızla yol alıyordu.

 


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : bekra    19.01.2010
Yorum : iyi güzel okurken birden bitiverdi..devamını bekliyor insan..yarım kalmış gibi..?





 
TANIDIK BYR SES... - Sayı 67
Ylk G?... - Sayı 61
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (120):
Doğumunun 120. yılında Üstat Necip Fazıl Kısakürek...

Son Eklenen Yorumlardan
 bosch professional gop 185-liBeylikler dönemini hatırlayalım, birbirlerine karşı üstünlük mücadelesi... Feyzi

 "Yürü kardeşim,Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin."Sen ve senin gibi şuurlu insanların sayıları bereke... Nilüfer Mihailoğlu

 Yüreğinize kaleminize sağlık kıymetli hocam. Allah hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin.... Faruk AKTI

 kantarın topu olacak efendim ... Esra

  Gönlü klabi temiz abim kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum sevgiler saygılar ... Serkan yakar


Çaresizlik yoktur, umutsuzluk vardır. Engellerin yıkılması umut etmeyi umut etmekle başlayacaktır.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Tas tarak
Kasem olsun!
Bir tufanın ardından: Filistin
Deniz kabarıyor
Soykırım, Antisemitizm ve Filistin Üçgen
Fatih Sultan Mehmet (4)
Deniz kabarıyor
Kudüs... Ey Kudüs
Zeytin dalları altından meydan okuyuş


Yavuz Sert - Bir tufanın ardından...
Yavuz Sert - Gazze biz ne öğretti...
Ali Erdal - Deniz kabarıyor
Kadir Bayrak - Vah benim halime!
Necip Fazıl Kısakürek - İç ve dış düşman – Y...
Bedran Yoldaş - Elinde taş küçük çoc...
Bedran Yoldaş - Zevâli yakındır zulm...
Ekrem Yılmaz - Kazandım vallahi!
Ekrem Yılmaz - Bitti kelimelerim
Ekrem Yılmaz - Mektup
Dergi Editörü - Üstün fikir
Site Editörü - Sosyal medyanın gücü
Necdet Uçak - Dünya malı
Necdet Uçak - Geldi geçti ömrüm be...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Soykırım, Antisemiti...
M. Nihat Malkoç - Gazze günlüğü
Hızır İrfan Önder - Kasem olsun!
Zaimoğlu - Batı muradına erebil...
Mehmet Balcı - Köyüme gömün
Mehmet Balcı - Sevdam
Muhsin Hamdi Alkış - İsrail-SAMİRİ-oğulla...
İbrahim Şaşma - Kudüs Mektubu
Halis Arlıoğlu - Merhum Mehmet Akif i...
Murat Yaramaz - Hiç
İlkay Coşkun - Filistin
Zafer Nefer - Tas tarak
Özkan Aydoğan - Çocuk
İlknur Eskioğlu - Şehitlik oyunu
Yusuf Çelikler - Bu gidiş nereye?
Ayşe Yaz - Yağmur (Gazzenin çoc...
Bedir Acar - ‘İsrail bizi yenemez...
Hüma Sunguroğlu - Çınarın gölgesinde o...
Hüma Sunguroğlu - Zeytin dalları altın...
Abdullah Doğulu - Filistinde anne-çocu...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 13207395
 Bugün : 3463
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 606729
 Bugün : 171
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 243
 119. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 4
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 6
Son Güncelleme: 21 Şubat 2024
Künye | Abonelik | İletişim