Necip Fazıl'ın vasiyeti M. Nihat Malkoç Sayı:
84 - Nisan / Haziran 2015
Son dönem Türk şiirinin en büyük isimlerinin başında gelen Necip Fazıl Kısakürek yirminci yüzyıl şiirine damgasını basmıştır. Çokça konuşulmuş ve tartışılmış olan bu mümtaz sima birbirinden kıymetli eserlerden oluşan bir külliyat bırakmıştır bize. Ömrünün ikinci devresinde tam bir iman abidesi görünümü sergilemiştir. Adam gibi yaşamış ve güzel bir nam bırakarak öteki âleme göçmüştür. O, dünya malına değer vermemiş, onurlu bir hayat sürmüştür. Geçen yıllarda Üstat’ın Eyüp sırtlarındaki mezarını ziyaret ettiğimde onun süssüz mezarı bana çok şey anlatmıştı. Bu kabrin süsü imandı ve o da dışardan görülmüyordu. O, yaşarken de şekle ve şaşaya önem vermezdi. Üstat, ölümüne yakın zamanlarda Türk milletine, özellikle Türk gençliğine bir vasiyet yazmıştı. Bu umumi vasiyetnameyi öneminden dolayı dikkatlerinize sunmak istiyorum:
“1- Bu vasiyet, çoluk-çocuğumun ve şahsi yakınlarımın dar ve hususi kadrosundan ziyade, onların da içinde olduğu geniş ve umumî zümreyi muhatap tutuyor. Başta gerçek Türk’ün ruh köküne bağlı yeni gençlik, şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya dinlemiş her fert, kısaca Allah ve Resulüne perçinli herkes... Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum! Eğer üzerlerinde bir hakkım varsa, hesap gününde tek tek sorumludurlar. Emanetim, beni seven ve İslâm davasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese...
2- Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim, her kelime, cümle, mısra ve topyekûn ifade tarzım vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü, tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz “Allah ve Resulü; başka her şey hiç ve batıl” demekten ibarettir.
3- “Büyük Doğu Yayınları” kitabevi kuruluncaya kadar şunun bunun neşrettiği eserlerim arasında mukaddes ölçülere karşı küçük ve hafif çapta laubali, dikkatsiz ve ciddiyetsiz, hürmet ve haşyetten mahrum ne varsa - isterse nokta veya virgül olsun-onları reddediyor, malım olmaktan çıkarıyor ve bütün sorumluluğumu, bundan böyle kendi idare, murakabe ve firmam altında çıkaracağım eserlere bağlıyorum. İnşallah Hak bana onları dünya gözüyle bütünleşmiş ve tamamlanmış gösterir; arkamdan gelecekler de bu örneklere göre devam ederler, virgül oynatmaktan bile çekinirler. İslâm’a pazarlıksız ve sımsıkı bağlanmadan önceki şiirlerim ve yazılarım arasında hatta küfre kadar gidenler ise, çoktan beri eser çerçevem dışına çıkarıldığı, her birinden ayrı ayrı istiğfar edildiği ve çöp tenekesine atıldığı için nereden nereye geldiğimi göstermekte bile kullanılmamalı ve onlarla müminleri benden çevirmek isteyeceklere -çok denenmiştir- şu cevap verilmelidir: “Koca Hz. Ömer bile Allah’ın Resulünü öldürmeye davranmış ve peşinden bütün sahabilerin, derecede ikincisi olmak gibi bir şerefe ermiştir. Hiç ona bu ilk davranışından ötürü sonradan dil uzatan olmuş mudur? Belki o noktadan bu noktaya gelmekte faziletlerin en büyüğü vardır.” Eserlerim mevzuunda vasiyetim kısaca şu: İlk yazılarımdan birkaçı asla benim değil; sonrakiler de en dakik şeriat mihengine vurulduktan, yani nasip olursa tarafımdan bütünleştirildikten sonra benim... Bir kısmını şimdiden tamamlamış bulunduğum eserlerim üzerinde bu ölçüyü devam ettirmek ve en titiz murakabeyi sürdürmek borcu ise, mirasçılarımın ve manevi mirasçım gençliğin... Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerimin üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse, tezgâhını başına yıkınız! En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir.
4-Beni, ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslamî usullerin en incelerine riayetle gömünüz. Burada, umumî vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım:1935 yılında, Mürşidim ve Kurtarıcım Esseyyid Abdülhakim Efendi Hazretlerine, bir yazımı okumuştum. Bu yazı, kendilerini tanıdıktan sonraki dünya görüşüme ait olarak, zamanenin bize aykırı, meşhur bir gazetesinde çıkmıştı ve Türk’ün tarih muhasebesini İslâmî tefekkür noktası etrafında çerçeveliyordu. Yazıyı ellerine aldılar, kalem istediler ve üstüne öz elleriyle “altın ile yazılacak yazı” buyurdular. İşte hususi zarfında duran bu kesilmiş makaleyi, bütün eserlerimin tasdiknamesi olarak kefenime iliştirsinler.
5- Nasıl, nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir. Fakat imkân âleminde en küçük pay bulundukça, biricik dileğim Ankara’da Bağlum nahiyesindeki yalçın mezarlıkta, Şeyhimin civarına defnedilmektir. Elden gelen yapılsın...
6-Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum. Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum... Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna...
7-Cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum. Ne de, kim olursa olsun, kadın... Ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam. Ve “bid'at” belirtici hiçbir şey!...Başucumda ne nutuk, ne şamata, ne medh, ne şu, ne bu...Sadece Fatiha ve Kur'an...
8- Mezarımda ilahî ve ulvî isim ve sıfatlardan ve benim beşerî ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak... Mevlid de istemem. Onu, uhrevî rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! Sadece Kur’an...
9-Şimdi sıra en büyük dileğimde... Müslümanlardan, eğer bu davada hizmetim geçtiğine inanan varsa, şunları istiyorum: Her ferdin, herhangi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın, benim için “Necip Fazıl’ın kaza borcuna karşılık” niyeti ile bir günlük (Beş vakit)namaz kılması ve yine bir gün oruç tutması... Mevtanın ardından, onun için kaza namazı Şafii içtihadında caizdir ve aynı içtihat Hanefilerce de rahmettir. Her ferdin, en aşağı yüz Tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi...70 bine dolması lazım... Bir de, üzerimde hakkı olanların bunu Allah rızası için helal etmeleri... Ölünceye dek, üzerimdeki Allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem de ne olacağını, nereye, hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı Müslümanlardan bekliyorum. “Şey’en lillah” tabiriyle bana Allah için bir şey veriniz. Yardımınızı esirgemeyiniz!
10-Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!... Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!
11-Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından bir takım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız”
Merhum Üstat Necip Fazıl alnı ak, başı dik yaşadı. Fikir namusunu bütün değerlerin fevkinde gördü. Onurunun rencide edilmesine müsaade etmedi. Onun gibi bir değere sahip olduğumuz için kendimizi bahtiyar görmekteyiz. Bu millet onun birbirinden kıymetli eserlerini okudukça uyanık kalacak ve fikir namusunu koruyacaktır. Üstat Necip Fazıl bu milletin olmazsa olmaz değerlerindendir. Onun vasiyetnamesinde ileri sürdüklerine sadık kalmak ve onları uygulamak İslâm düşüncesini kendisine dava edinmiş olanların boynunun borcudur. Bunu bir emir telâkki eder ve gereğini yerine getiririz. Üzüntümüz şudur ki merhum Necip Fazıl’dan sonra bu çapta bir değer yetiştiremedik. Umudumuz bundan sonraki nesildedir. Allah, rahmetini ve şefkatini bu fikir ve ülkü adamının üzerinden eksik etmesin.
|