Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
Aç Kapıyı -Yankı-
Ekrem Yılmaz

Açınca ben kapıyı 

Gelse öteden haber

Gönlümdeki yankıyı 

Kutlasa Son Peygamber 

 

Bir bayrak yarışıydı 

Şimdi emanet bizde

Gönüllerin kışıydı 

Erir, yürürüz iz'de...

 

Devamı iıin tıklayın
Tatlı Sızı
Ekrem Yılmaz

Gönül sazımın teli

Söyler durmadan Seni

Korur görünmez eli

Mukaddes aşk odumu

 

Gönülde tatlı sızı 

Aşıkın dertli sazı 

Sırrı gömer derine

Yeter buldursun azı 

 

Vadenin son deminde

Gerekçeler ekinde

Eninde ve sonunda

Tesellim bir tek Sende

 

Devamı iıin tıklayın
Kelebeğin Cesedi
Ahmet Mahir Pekşen

Bismillahirrahmanirrahiym. Rabbim seni kurtarmak için tez öldürdü.

 

Beyaz bulutlar irileşmeye başladı. Gri bulutlar da geldi yanlarına. Sanki onlar birer çekirdektiler ve bir yerlerden dökülen su ile kuvvet bulmuşlar, patlamışlardı. İçten içe kaynayan, kaynadıkça her dakika bir öncekine göre daha devleşen bir hal aldılar. Masmavi kalmış göğün güneydoğusu da bu bulut kümesine destek vermek isteyen küçük bulut yumaklarıyla doldu. Bulutlar kaynamaya başladı. Çok değil, bir saat içinde tüm gökyüzü ağladım ağlayacağım diyen siyaha yakın gri renkteki bulutların hâkimiyetine girmişti.

Bu sahnenin artık bir sesi eksikti. Hani şu yağmurlar gelmeden kurda kuşa, köylüye şehirliye, arıya karıncaya artık geliyorum sireni olan sesler.

Gök bir yerlerinden yarılıyor, yırtılıyor hissini veren gürültülerin gelmesi de gecikmedi. Birkaç dakika ara. Görsel ve ses efektleriyle hazırlanan rahmet önce cılız damlacıklar halinde başladı. İnsanlar bol sulu, şöyle düştükleri yerde avuç içi gibi yaşlıklar oluşturacak damlalar bekliyorken fındık büyüklüğündeki damlalarla karşılaştılar.

Eeee, gökten ne yağmış da yer kabul etmemiş. Düştükleri yere göre sesler oluşturan, arabalarda saca, pencerelerde cama, yollarda asfalta bahçelerde çimene, ormanlarda yaprağa dokunurken farklı sesler çıkaran dolu taneleri kelebeğin kanadına vururken de ayrım yapmadılar.

Baharın henüz çiçek açmış bir dalında, belki de repertuarının en güzel şarkılarını seslendirerek dans eden güzel hayvancık neye uğradığını şaşırmıştı tabi. Kanatları çok narindi. Tozdan binlerce belki de yüzbinlerce mücevher tozunun birleşimiydi nihayet. Bir terasın damında konduğu çiçeklere hayat suyu olacak dolu ona acı bir son gibi gelmişti. Bir iki kıpırdandı. Canı acıyordu. Kanadının kendisini kaldıracağından hele hele havalandırabileceğinden hiç ümidi yoktu. Göklerden taş gibi gelip, sıcaktan yumuşayarak artık adı su olan doluya teslim oldu. Dolu kanadını kırmakla kalmamış eriyince de ağzına burnuna dolmuştu.

 

Camı açmış göklerin, bulutların ve suyun elbirliğiyle oluşturduğu olayı seyrediyordu genç adam.

Pencerenin pervazına vurup üstüne doğru sıçrayan küçük su damlacıkları ürpertiyordu. Odadan çıkan ılık hava ile dışarıdan giren serin havanın ortasında duruyordu.

Gözleri bir an kelebeğe takıldı. Neredeyse yere düşüşünü görmüştü. Bir iki hamle yapışına da şahit oldu. Bir an kapıdan çıkıp terasa geçmeye üşendi. İri yağmur tanelerine karşı şemsiyesi bile yoktu.

Çıkmakla çıkmamak arasındaki tereddüdü bindi omuzlarına. Bir çıkma fikri ağır basıyordu bir de çıkmama. Kelebek terasın zemininde kalkma, kanatlanma çabalarını sürdürüyordu.

Tereddüdünden utandı genç adam. Terasa çıkmak için iki ayrı kapıyı sert bir şekilde açtı ve kapamaya zaman ayırmadı.

Kelebeğin başucuna geldiğinde hayat belirtilerinin olduğunu görmesi düşen dolu tanelerinin soğuğuna inat ısıttı içini.

Nazik kanatlarından sadece birini olabildiğince hassas tutarak geldi yoldan ama yine kapıları kapatmadan odaya döndü.

Kimilerinin kobra kimilerinin dua çiçeği diye andığı bitki bembeyaz bir güzellik açmıştı. Onun üzerine bıraktı. Bu bembeyaz ve okşayıcı zemin kelebeğe çok yakışmıştı.

Yakışmıştı yakışmasına ama bu hayatın zevkini sürecek kadar uzun bir ömre sahip miydi?...

Kanatlarında küçük bir kıpırdama görünce sevindi. Sevinci bir şimşek çakışı kadar kısa sürdü. Çünkü bu kıpırdamanın bir sebebi vardı ve bunun hayat belirtisi ile bir ilgisi yoktu. Pencereden gelen çok hafif rüzgâr narin kanatlarını okşuyordu kelebeğin.

Islaktı kanatları. Bembeyaz zemine de bulaşmıştı bu ıslaklık. Bir laborant hassaslığıyla eğildi kelebeğin üzerine. Neredeyse boyu kadar uzun olan antenlerinden birinin ucu kıvrılmış ıslaklığa yapışmıştı. Sanki bu kıvrılan uçta bir hareket, bir küçük titreyiş vardı.   Umutları sulanmış çiçekler gibi yeşillendi.

İyice baktı. Antenler kelebeğin ağzına yakın duruyordu ve sanki aldığı nefes anteni kıpırdatıyordu.

Kelebek hakkında çok az bilgisi olmasından dolayı kendi kendisine kızdı. Onların alıp verdiği soluk antenlerini kıpırdatacak kadar güçlü olabilir miydi? Bunu bilemiyordu işte.

Yoksa bu kıpırtı bizzat kendi nefesinden mi kaynaklanıyordu.

Birkaç saniye de olsa geciktiği için kendisine kızdı. Bu güzel kanatlar ilk darbeyi yediğinde koşup gitse belki de kurtarırdı.

Bu fikir onu çok üzüyordu. Kurtarabileceği bir canı kurtaramamaktan dolayı kendi kendini suçluyordu.

Kıvrık antenin ucunda yine bir kıpırtı. Kelebek son nefesinde Allah’ı mı anıyordu acaba.

Elini dokundurmadan büyük bir merak ve merhamet yoğunluğuyla izledi çiçek yaprağı üzerindeki enfes yaratığı.

Ne diyordu acaba kelebek.

“Niye geç kaldın be adam” mı?

Ya da;

“Sen görevini yaptın. İlk dolu darbesinden sonra ben zaten bitmiştim. Yapacağın bir şey yoktu. Sen merhametini gösterdin ey insanoğlu” mu?

Keşke bu ikincisini söylemiş olsaydı.

Genç adam merhamet konusunda çok hassastı.

“Merhamet edin ki merhamet olunasınız” anlamında ilâhî bir söz hatırladı.

Şimdi kendi kendine sorduğu soru buydu?

Yeterince merhamet etmiş miydi?

Merhamet olunmayı hak edecek kadar merhamet etmiş olmayı dünyanın her türlü varlığından üstün tutuyordu.

Karşısında dilinden anlayan bir varlık varmış gibi sordu;

“Söyle bana konuşan tablo. Benden memnun musun?...”

Antenlerde bir hareket. Hâlâ hayat belirtisine yorumlanabilecek bir kıpırdanış.

“Geç kaldığım için merhametimi yetersiz mi buluyorsun?”

Sustu. Cevap yoktu.

“Susma be kelebek. Yıllardır konuştun benimle. Yıllardır anlaştık seninle. Senin narin, nazik, nefis, harika kanadında ben Rabbimi gördüm. Ağzın sustu belki ama kanadındaki renkler bir milyar kelimelik bir lügattaki bütün kelimeleri kullanarak anlattı bana Allah’ı.

Hep dedin ki;

“Böylesi bir kanadı yaratan Allah kim bilir ne kadar güzeldir. Sana tehlikelerden kaçmak için kanat veren Rabbim ne kadar koruyucudur. Kelebek dudaklarına çiçek öptüren Rabbim ne yücedir.”

“Ahh kelebek. Gene konuş. Sen susarsan bana mutlak hakikati kim haykıracak.” 

Odanın içinde birkaç tur attı. Zamanın ıslaklığı kurutmasını beklemekten başka bir şey gelmiyordu aklına. Veteriner çağırmayı bile düşündü bir an ama yapacağı hiçbir şeyin olamayacağı endişesiyle vaz geçti.

Gökler ışıkların en güçlüsüyle yarılıp duruyordu.

“Yarıl dur bakalım mavi sonsuzluk. Bir gün, belki çok uzak bir gün yarılacaksın ve döküleceksin. O zaman ben olacak mıyım olmayacak mıyım bilmiyorum ama senin de bir sonun olacak.”

Kelebekle konuşmaya kısa bir süre ara veren adam gökleri seyrediyordu. Bulutlar vazifesini yapmış, hedeflenen mevzileri ele geçirmiş komutan edasındaydı.  Dolu yağmura dönmüş, terası iyice yıkamıştı.

Devamı iıin tıklayın
Ne Buldun
Necdet Uçak

Uyuşturucu, içki ve kumarda ne buldun?

Dost mu sandın onları, onlardan medet umdun?

Nice yuvalar yıktı, öksüz kaldı çocuklar,

Gitti bütün varlığın, sonunda rezil oldun.

Devamı iıin tıklayın
Çocuklarımız
Necdet Uçak

Onlar çocuklarımız hem de canımız bizim,

Her biri ayrı değer, elbet kanımız bizim.

Oynayıp büyüsünler, zaman onların dostu,

    Güneşimiz, ayımız, atan tanımız bizim.

Devamı iıin tıklayın
Varlık, Yokluk
Necdet Uçak

Varlık, yokluk, sevinç, keder,

Sabır hepsine de yeter.

Onlar ömür ile biter.

Bir göz açtın yumdun dünya.

 

İş, aş hem de çoluk, çocuk,

Moral iyi yahut bozuk,

Akan gözyaşına yazık,

Sanma sonsuz yurdun dünya.

 

Makam, şöhret hepsi geçer,

Kimi çıkar, kimi düşer,

Baht ya güler yahut küser,

Nice canlar aldın dünya.

 

Hani Kârun hem Süleyman?

Dolup boşalmada bu han,

Bitmez kaygı hem heyecan,

Hiç bitmiyor derdin dünya.

Devamı iıin tıklayın
Necip Fazıl
Hızır İrfan Önder

Şairlerin sultanıdır,

Necip Fazıl, Necip Fazıl...

Nesillerin “Sinan”ıdır,

Necip Fazıl, Necip Fazıl...

 

Hazır idi karakışa,

İtiraz etti yanlışa,

Teslim olmadı akışa,

Necip Fazıl, Necip Fazıl...

 

Kıyama durdu şiiri,

“Batıl”ı kırdı şiiri,

Milleti sardı şiiri,

Necip Fazıl, Necip Fazıl...

 

Hakikate kucak açar,

Marifete doğru uçar,

Ecel şerbetini içer!

Necip Fazıl, Necip Fazıl...

 

Sükûtî yolunu tutar,

“Çile”sinde kalbi atar;

Cennet bahçesinde yatar,

Necip Fazıl, Necip Fazıl...

Devamı iıin tıklayın
Bıçak
İbrahim Şaşma

Ben mahcubum Habil’e, Kabil bana sarıldı.

Sen benden de keskinsin, âdemoğlu bak bana.

Kayalara değdim de, kırk yerinden kırıldı;

İsmail’in boynunu, kestirtmedi hak bana.

 

Cellâdın nefesiydim, Azrail’in “hu” sesi.

Cümlenin can evini dediler ki yık bana. 

Kelebek kanadıydım, yar yüzünün busesi,

İsmail’in boynunu, kestirtmedi hak bana.

 

Katillerin eline düştüğüm günden beri,

Dilim dilim ettiğim ekmek bile tok bana.

Ben oğluyla imtihan etmişim peygamberi;

İsmail’in boynunu, kestirtmedi hak bana

 

Kör bıçak, kanlı bıçak, başka nasıl anıldım.

Bir gün olsun denmedi  “senin alnın” ak bana.

İbrahim’den evlâdı, aldım diye yanıldım.

İsmail’in boynunu, kestirtmedi hak bana

 

Bıçak sırtı denildi, can törpüsü yollara.

Zülfikar’a hürmet var, selam bile yok bana.

Can alan, can koparan bilinmişim kullara.

İsmail’in boynunu, kestirtmedi hak bana.

 

Acı söz gibi biçtim, insanın yüreğini.

Ölenle öldürenin, günahını yık bana.

Lime lime ederken, evlerin direğini;

İsmail’in boynunu, kestirmedi hak bana.

 

Hiddete düşenlerin tutunduğu ben oldum.

Akıttığım her kanın, intizarı yük bana.

İbrahim’in elinde, kayıp kendimi buldum.

İsmail’in boynunu, kestirmedi hak bana.

 

Kadı nefesi gibi, ayaz idim, kış idim.

Kemiğe dayanmanın, hazzı elbet çok bana.

Kanatları kırılmış, o gün sanki kuş idim.

İsmail’in boynunu, kestirmedi hak bana.

Devamı iıin tıklayın
Bölücü
Murat Yaramaz

ey Pir Sultan Abdal'ın Köroğlu'nun vârisi

sana tek tip şiirler şarkılar çalıyorlar

illüzyon bir adâlet topal bir demokrasi

seni neyle bölüyor neyle parçalıyorlar...

Devamı iıin tıklayın
Kirli
Murat Yaramaz

üzüm gibi biz bize baka baka kudurduk

günde yetmiş küfrü var en temiz hislimizin

bir damla vicdan olsa çocukları korurduk

savunulacak yeri yolu yok neslimizin

Devamı iıin tıklayın
Abartı
Murat Yaramaz

sanma ki bu yangın bir ömür sürer

yanarım dediysem o kadar değil

gün gelir hâfızam defteri dürer

anarım dediysem o kadar değil

 

yalanı katıksız yerim bu gazla

nasılsa oynamak kolay bu kazla

sevdim seni deme abartma fazla

kanarım dediysem o kadar değil

 

hareket yasaktır yüksek huzurda

dallar yere saplı köküm çukurda

sadece birkaç yıl bekledim burda

çınarım dediysem o kadar değil

 

çekeyim kaldı mı eziyet daha

devâmı gelirse çıkmam sabaha

istersen sabrımı gerip çarmıha

sınarım dediysem o kadar değil

 

sözlerim tükendi susarken anla

neşene kavuştun döktüğün kanla

yaptığın vahşeti bin bir lîsanla

kınarım dediysem o kadar değil

Devamı iıin tıklayın

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (118):
DEVLET

Son Eklenen Yorumlardan
 Kıymetli İlkay hocam, metnimi ince ince lezzetlendirdiğiniz için çok teşekkür ederim. Kaleminiz var ... fatma pekşen

 Teşekkür ederim değerli dostum Faruk.İlginiz bizi sevindiriyor.... Ekrem Yılmaz

 Kalemine yüreğine sağlık arkadaşım. Selam ve muhabbetle... Faruk aktı

 Böylesi bir eser hiç yorum almamış hayret ki hayretttttttt nasıl olur anlamıyorum ....Etkili anlatım... yasemin olgaçay

 Mükemmel bir yazı. Yüreğinize sağlık. ... Beyza Şen


“Yeni Dünya Düzeni” diye bir şey attılar ortaya… Ondan sonra ne ses çıktı, ne soluk… “Yeni Dünya Düzeni” dedikleri, boşluğun sessizliğini dinlemek gibi bir şey mi acaba?..
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Ruh ve Musikî
Sadık Kalın Yeryüzüne
Şef Ne İşe Yarar?
Musikî
Oluklar çift
Musikî Ötesi Haz
"SALKIM SÖĞÜT SUYA KÜSMÜŞ" HİKÂYE KİTABI


Ali Erdal - Şef Ne İşe Yarar?
Ali Erdal - Teşhis
Ali Erdal - Seçimlerin Değerlend...
Kadir Bayrak - Ruh ve Musikî
Necip Fazıl Kısakürek - Musikî
Bedran Yoldaş - Hu Demeye Geldik
Ekrem Yılmaz - Musikî Ötesi Haz
Ekrem Yılmaz - Aç Kapıyı -Yankı-
Ekrem Yılmaz - Tatlı Sızı
Ahmet Mahir Pekşen - Kelebeğin Cesedi
Dergi Editörü - Oluklar çift
Site Editörü - Müzik, kültür kimliğ...
Gönüldaş - Arabeske Methiye
Necdet Uçak - Ne Buldun
Necdet Uçak - Çocuklarımız
Necdet Uçak - Varlık, Yokluk
Kardelen Dergisi - Gelecek sayı konusu
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
Kardelen Dergisi - Acıyorum - Kabul Ede...
M. Nihat Malkoç - MÛSİKÎMİZİN MEDÂR-I ...
Hızır İrfan Önder - Necip Fazıl
Hızır İrfan Önder - İnanmadın
Ayhan Aslan - Beyaz Şarkılar
Ayhan Aslan - Şarkılar
Ayhan Aslan - Beste
Mehmet Balcı - Yanılmaz
Mehmet Balcı - Olmadım
Av. Mustafa Büyükgüner - Heybemden
İbrahim Şaşma - Bıçak
Halis Arlıoğlu - MÜSLÜMAN MİLLÎ İRADE...
Halis Arlıoğlu - MEHMET AKİFİN RUHANİ...
Murat Yaramaz - Bölücü
Murat Yaramaz - Kirli
Murat Yaramaz - Abartı
İlkay Coşkun - "SALKIM SÖĞÜT SUYA K...
Özkan Aydoğan - Sadık Kalın Yeryüzün...
Rıdvan Yıldız - Cinnete Davetiye Ter...
İlknur Eskioğlu - O Da Yetimdi
Ayşe Yaz - Postacının Karısı
Osman Akçay - Ney
Nurcan Suer - Haşrolmak
Nurcan Suer - Bir Damla Zerresinde
Emre Aslan - Aşk
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 12223446
 Bugün : 108
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 589725
 Bugün : 2
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 43
 117. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 3
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
Son Güncelleme: 6 Ağustos 2023

Künye | Abonelik | İletişim