USULCA BİR EL UZANIR Bedran Yoldaş Sayı:
44 - Nisan / Haziran 2004
Usulca bir el uzanır karanlık basmadan, yıldızlar görünmeden az önce, fısıltılı bir şekilde geçen önceden gece. Raksetmeden gözler. Raksetmeden güzeller. Bulutlar hâlâ gözde iken. Güzellikler saçılırken ışıldayarak güneş ışınları ile…
Afakta kaybolan kuşlara, yağmura gebe iken; kara bulutlar. Rahmet yağmadan yeryüzüne. Kuruyan otlar canlanmadan az önce.
Ayaklarıma değin uzanan heybeden hayalinle mayhoş zihnim. Bulanık akmakta çizgiler. Katlanarak afakta kanat çırpar. Gözlerini yummuş sevgiliyi bekler. Bekler beklemesine de sevgili gelir mi, gelmez mi orası biraz meçhul.
Dalga dalga akarak omuzlara uzanmış dağılan siyah saçları, gözlerimde halka bakışlar, dalgalara yufka açıyor sanki; nefesim kesildi…
Sessiz sedasız bir nazar beklemekteyim sevgiliden. Nafile…
Hayat damarım kesilmiş sanki; beklemekteyim koridorları arşınlayarak. Bir koşuda yetişir diyorum lütfen zana…
Heyhat! Zaman da bana küsmüş nazlı yardan yana…
Buğulu gözlerle beklemem, kıvranmam hiç etkilememiş. Terekesine biniyorum Azrail’in; cesedimle uzaklara el sallayarak sevgiliye yolladığım mesaj: “Seni sevdiğim”
Kapalı kapılar arkasında bir göz seyir eyler Yusuf’tan Âşıklar dile destan Yusufçuklar… Aşk ateş denen şey, yusuftutanlarla yine depreşmekte yüreğimde. Yüreğim de yaralı, kanıyor. Yüreğim nazlı… İçimi yakan kırmızı ateşle dağlanan yüreğim hasta. Sevgiliden medet beklemekte. Ama avuçlarıma dökülen yolunmuş zaman oluyor. Badireler bohçamda kalan nevalem.
Devlere hendek atlatmış geçen sürede, sevgiliye dil dökerken. Bir ben kaldım yalnız başıma orta yerde.
Bir benim artık orta yerde ellerinde köz.
Gözlerimde acılar dökülür közümü ıslatan.
Kanatlanıp göçmek istiyorum bu arada ben de. Sevgilinin geçtiği yollardan.
Usulca bir el uzanır karanlık basmadan yüreğime abanarak. Yüreğim burkulur kusmadan hayat.
Izdırabından sarhoşum bugün. Fırtınalar arasında dingin kuytu bir köşede aramak için ne yapmak lâzım.
Sarhoş bugün ızdırap, titrek bugün sevda depreşirken yaram.
Gece kapılarını kapatmadan, yıldızlar sayılırken birer ikişer… Yön tayin ederken kutup yıldızı ve eflâtuna boyanmadan güneş…
Gelincikler boy atarken yaslı harmanda. Dövündükçe bilenerek zorluklara meydan okuyarak ince bir dal harman yerinde ve her şey rağmen ayakta.
Bulanık yüzlerden dökülen kezzap; yakarken orta yerdeki servetini baykuşun. Baykuş bakışlı gözlerin…
Ah u zarda kalır sapla saman gülümseyerek yana kibrit. Gözünde çıra gibi görünerek elmacık kemiğine…
Dürüstlüğü anlamadan adil olması beklenemez ki, acemi kalır yargıç, karardan aciz.
Kalemler kırılmadan az önce… Az önce belirir gencecik fidanlar kıyılırken hayatlar… Kırılmakta gönlüm, süzülür gözlerimden yaşlar…
Derkenar oturan yaşlı bilgin usulca uzatarak yorgun elini heybesinden çıkararak o nazik ve narin merhemini sürerken yarama; onarır, onarılır yaralı kalbim…
|