Bin Karınca Duası Mehmet Hasret Sayı:
89 - Temmuz / Eylül 2016
Şaşırıyorum… Etrafı karıştırıyor gibi bazen, bu, ele avuca sığmazlık… Biraz, manzaraya çırpılmış bir kangren boyası gibi… Ama bayat bir hüzne hiç gerek yok…
Islaklığın “od” tuttuğu bir yerden geliyor olmalı karınca; erimiş olsa da, saha içinde, “gidip de dönmeyen” bir hisle orada bulunuyor o; duruşunun, hareket edişinin yeri değişmez, değeri değişmez; zaten onsuz zıtların da bir anlamı yok…
Yüzdeki kırışmalar, evrak kalabalığından farksız haller, duraklar, hep aynı hafakan, hep aynı düzen…
Üzüntümüzü, belgelendirelim; sahihliğimizin testi bu, neşemizi belgelendirelim… Bizimse bu surat, bu gövde; bunların icrasını bir sınayalım…
Üzüntümüz, neşemiz neleri değiştirdi; karşılık, anlamlı bir etraf mı, bir etraf yokluğu mu… O zaman mimikler ne su tutmuş, ne od, ne toprak… Toprak dilinde her fetih; ilerleme, kuşatmayla gelmez, bazen yerinde kalmayı, olduğun yerde barınabilmeyi öğrenmek bir fetih gibi olur; dediğimiz bir fetih kuşamı da olsa, karıncayı dâvet bu değildi…
Bir çalışma kâğıdından gelmiş olmalı yeni iddiam, idamlık bir durum yok, bir ayçiçeği gibi gün ışığına hıçkırdım, büyük bir şey değil, duruluk derisine kölelik ilânı gibi… kötü bir durum yok yani, negatiflik sadece fotoğraf ilminde bir gerçek… bir karıncaya dair bir etraf oluyor karıştırılanlar… etraf değişiyorsa, ne güzel, bundan iyisi “can sağlığı”…
“Yansın canım”; ölçüm değişmez, gözümde seğiren karınca, karıncalar… karıncanın yeri değişmez, “an canında cananlık” değişmez…
Bir saksıyı uçurtma yapan çiçeğin güzelliği, değişmez…
|