Yedi karış Sümeyye Yücebilgili Sayı:
68 - Nisan / Haziran 2011
“Yavrucuğum, kızım, hadi artık, uyanma vakti!” Bu ses ve sözler tüm mutlulukları bana yoldaş eden annemindi. Onu duyarak gözlerimi yeni güne açtım. Başımı gayri ihtiyari sol tarafıma çevirdim ve tülü geceden açık unutulmuş pencereden masmavi gökyüzünü görüverdim. Aman Allah'ım! Ne kadar berraktı. Bulutlar nasıl da topak topak serpiştirilmişti, gökyüzüne ait, özenle ütülenmiş mavi elbisenin üzerine. Hayretten ve hayranlıktan dakikalarca yatağımdan çıkmadan seyre dalmış olmalıyım ki annemin beni çağıran sesini tekrar işittim. Ani bir hamleyle yorganı üzerimden kaldırıp yataktan fırladım. Beyaz ponponlu kırmızı terliklerimi giyip odanın kapısına doğru koştum. Pembe boyalı tahta beşiğinde yatmakta olan sekiz aylık kardeşim, beni yatağın fırlattığını düşünmüş olmalı ki korkudan kocaman açtığı gözleriyle bir bana bir yatağıma baktı. Çimen yeşili gözleri vardı kardeşimin. Ağlamasına gönlüm hiç razı olmazdı ama ağladığında gözleri nadide birer zümrüt olurdu. Parlak ve esrarlı. Bir an durdum ve kardeşime gülümsedim. Rahatlamıştı artık.
Annem ve babam büyük odada kahvaltı sofrasına çoktan oturmuşlardı. Aralarında tuhaf bir gerginlik vardı. Babam yanlarına geldiğimi fark edince hiç olmadığı kadar sevecen bir tavırla beni yanına çağırdı. Babamı çok severdim ama onu hiç bu kadar sıcakkanlı görmemiştim hele de bana karşı. O sabaha kadar mesafeli, soğuk ve sertti. Evde olduğu zamanlar içimde mutluluğun yanında suçluluk da filizlenirdi. Suçluluk diyorum bu hisse çünkü benimle hiç konuşmaz sadece abimle ilgilenirdi. Onunla köy meydanına gider, kahvenin önünden gururla geçer ve onu omuzlarına bindirip eve dönerdi. Benim dışarı çıkmama hiç razı olmazdı. Onu utandırdığımı hissediyordum. Sebebini bilmediğim bir utançtı bu. Günlerce ağlamıştım suçumun ne olduğunu bilmeden ve bir kabahatim olduğunu düşünerek. Babam abimi çok seviyor ve onunla gurur duyuyordu. Demek ki; benim bir hatam vardı ve bu babamı utandırıyordu.
Biraz korkarak çokça da mutluluk duyarak babamın yanına oturdum. Beni kendine çekerek yanağımdan kocaman öptü. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacağımı zannettim o an. Anneme baktım yüzü gülüyordu ama gözleri dolu doluydu. Korkuyordu adeta ağlamaya içine akıtıyordu yaşlarını. Bu muammayı çözmem mümkün değildi. Hep beraber kahvaltımızı bitirdik ve babam pencerenin önündeki sedire kahvesini içmek üzere oturdu. Ben, her zamanki gibi, sofrayı toplaması için anneme yardım ediyordum. Evimizde bir bayram havası hâkimdi. İçim kıpır kıpır mutluluk doluydu. Nasıl olmasın ki, şu altı yıllık ömrümde ilk defa babamın beni sevdiğini gösteren bir durum yaşanmıştı. Abim de benim gibi hem şaşkın hem de mutluydu.
Sofra bezini silkelemek için bahçeye çıktım. Birden abimin koşarak yanıma geldiğini fark ettim. Babamın beni hemen yanına çağırdığını söyledi soluk soluğa. İçim bir fena oldu. O anı tarif edebilmem mümkün değil. Bilmediğim o kabahatim yüzünden olmalı diye düşündüm. Derin bir nefes çektim içime ve abimin arkasından koşarak içeri girdim. Babamın karşısına geldiğimizde yutkunmakta zorlanıyordum. Bu bayram tablosunun silinmesini hiç istemiyordum. Birkaç dakika bir asır gibi geçti ve babam yere çömelip geçen sene de yaptığı şeyi tekrarladı. Aslında eğlenceliydi. Kocaman elini açıp serçe parmağını yere koydu ve başparmağıyla bacağıma dokundu. Sonra başparmağını dokunduğu yerden hiç kaldırmadan çevirip bu defa da serçeparmağını bacağımda denk gelen yere dokundurdu. Bu hareketi yedi defa yaptığında başparmağı saç diplerime ulaşmıştı. Yüzündeki ifadeyi unutmam mümkün değildi artık. Sevinç ve hüzün nasıl da harmanlanmıştı alnındaki çizgilerde. “Yedi!” dedi gözlerime bakmadan. Annemim hıçkırıklarını duydum o anda. Mutluluktan ağlıyor olmalıydı. Çünkü geçen yıl bu zamanlar “Yediye çok var!” demişlerdi. Demek artık tam yedi karıştı boyum. Hem de babamın karışıyla. Çok mutlu olmuştum.
En güzel kıyafetimi giymemi söylediler, bugün çok güzel bir gündü çünkü. Ben beyaz ketenden dikilmiş etek uçları fırfırlı karpuz kollu elbisemi giyerken, annem de pembe boyalı tahta beşiğinden kardeşimi alıyordu kucağına. “Onunda boyu yedi karış olunca...” dedi ve görünmez bir tokat yemişçesine ağlamaya başladı. Babam yine o sert haliyle anneme bağırdı ve hakaret ederek dışarı çıkardı. Bu köyde erkekler kadınları hep hakir görürlerdi. Bu çirkin durumun bayram sevincimi yok etmesinden endişe ederek babama baktım. Gözlerimdeki endişeyi anlayarak gülümsedi. İlk defa o anda fark ettim yanağındaki gamzenin ne kadar da bizi birbirimize benzettiğini. Aynı anda kucaklaştık, öyle sıkı sarılıyordu ki bana bir an nefessiz kaldım. Sonra elimi tuttu ve ayağa kalktı. Bahçeye oradan da köyün dışına doğru yürümeye başladık. Arkama döndüğümde annem, kucağında kardeşim ve abim yaşlı gözlerle bize bakıyorlardı. Annemin ağlama sesini ve yakarışlarını köyden uzaklaşmamıza rağmen duyabiliyordum. Nereye gittiğimizi ve annemin neden ağladığını sordum babama. Aslında vereceği cevapla çok da ilgilenmiyordum. Çünkü hayatımın en mutlu gününüydü. Bu sabah ilk defa yaşıyordum birçok güzel şeyi. En önemlisi de köy meydanından ve hatta kahvenin önünden babamla el ele geçmiştik. Bugün benim bayramımdı. Mutluluğum sorduğum soruyu önemsiz kılıyordu. Zaten babam da soruma cevap vermemişti. Bir ara ellerimize baktım sevinç içinde. Gerçi benim elim hiç görünmüyordu ya. Babamın eli ne kadar da büyüktü yutuvermişti adeta minicik elimi. Bugün gökyüzü pırıl pırıl, içim mutluluktan kıpır kıpırdı.
Dakikalardır yürüyorduk ve yorulmuştum artık. “Çok var mı daha?” diye sordum. “Geldik” dedi. Etrafta ne bir ev ne de bir canlı vardı. Gözün alabildiğince altın sarısı kumdu her yer. Çölün ortasındaydık. Kayboluruz diye köydeki bütün çocuklara çöle gitmek yasaktı. Korkmuyordum ne de olsa babam vardı yanımda. Durduk ve çömeldik. Kumları eşmeye başladı babam kocaman elleriyle. Birkaç dakika içinde iki yanında da kumdan tepecikler oluşuverdi. Ben de hem çukuru kazmasına yardım ediyor hem de ayakkabısının üzerine biriken tozları minicik ellerimle temizliyordum. Gülümseyerek beni kucağına aldı ve sonra derinleştikçe ıslanan kum çukurunun içine beni oturttu. Bembeyaz elbisemin kirleneceğinden endişe ederek annemin kızacağını söyledim. “Kızamaz!” dedi gözlerini kaçırarak. O an bir ayrılık burukluğu geldi oturdu boğazıma. Babam “Şimdi seninle bir oyun oynayacağız” dedi, kendi dediğine inanmayarak. İki yana yığılmış kum tepeciklerini hızla çukura doldurmaya başladı. “Korkuyorum, elimi tut baba!” dedim. Küçücük elimle babamın parmağını tuttum. Son bakışımda onun ilk defa ağladığını gördüm. Artık hiçbir şey göremiyordum ama babamın parmağı hala avucumdaydı. Hissedebiliyordum sıcaklığını soğuyan elimde.
Elim gevşeyip de parmağı kurtulunca babamın, son bir avuç kumu da örtü üzerime. Nefesim kesilir gibi oldu bir an ama hiç korkmadım ne de olsa babamdı yanımdaki. Oyunumuz çok karanlık daracık bir yere gömdü beni ama artık dışarı çıkabildim. Oyun bitti çünkü. Bir gariplik vardı bu bayram gününde. Babam beni göremez oldu.
Ruhumdu artık çölün üzerindeki. Benim gibi binlerce beyaz elbiseli kız çocuğu varmış meğer çölün üzerinde ve ben hiç görmemişim daha önce. Neydi bizim hiç bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz kabahatimiz acaba. Boyumuz yedi karışa erince bayram ilan edilirdi evlerimizde. Babalarımızın bayramıydı bu aslında. Utançlarından yani bizlerden yani kız evlatlarından kurtuluş günleriydi bu. Yüreğim acıyor babacığım, oynamayalım bu oyunu, ne olur oynamayalım bir daha.
|