Abi selpağ vereyim! Bedran Yoldaş Sayı:
80 - Nisan / Haziran 2014
Güneşli bir gün. İnsanlar, soğuk geçen günlerin sonunda kendilerini güneşin sıcak kollarına bırakmışlar. Güneş, saklandığı bulutların gerisinden yeryüzüne gülücükler dağıtmaya başlamıştı. İnsanlar da işte bu gülücüklerden pay kapmak, keyfini çıkarmak için kendilerini dışarı atmıştılar. Günlerden cumartesi olması hesabiyle dışarıdaki insan sayısı fazla idi. Etraf cıvıl cıvıldı.
Bizde güneşin eteklerindeki sıcaklıktan faydalanmak için dışarı çıktık.
Dicle kent caddesini baştan başa kat ettik. Tesislerden bayındırlığa, bayındırlık caddesinden batı kent kavşağına oradan da ofis kavşağına, demiryoluna varmadan, konuk evinin arkasından sosyal yardımlaşma vakfının yanından demir yolunu geçerek ofis semtine geçtik.
Yüksek kahvenin yanında, Belediye konukevinin karşısındaki “qırıx” çayevinin önündeki, lastikli kürsülere iliştik. Çaylarımızı güneşin ışınları altında yudumlamaya başladık.
Arada ayakkabı boyacıları, simit satıcıları, çekirdek satan çocuklar sohbeti bölüyor olsa da koyu sohbet devam ediyordu.
Ayakkabı boyacıları, ellerinde terlikleri uzatarak; “abi boyayalım mı?” diye sorup, cevap beklemeden sıvışıyorlardı. Bazen de bela olup yakanıza yapışırlardı.
Başlarındaki kocaman tepsiler ile gezinen çocuklar “sıcak simit, çaylık bunlar…” diyerek günlük harçlıklarını çıkarmanın telaşı ile durmadan dolanıyorlardı.
Kulağımızın dibinde “abi selpağ vereyim mi?” diyerek elindeki kâğıt mendili bize uzatarak, satmak isteyen 8-9 yaşlarındaki, belki daha da küçük, çocukları görünce içimiz tarifsiz acılar ile doluyordu.
İlk tepkimiz “kulağımızın dibinde niye bağırıyorsun?” olsa da içimize kapkara bulutlar çörekleniyordu.
“Neden insanlar bu çocuklara sahip çıkmıyor, neden bu yaşta çalışmak zorundalar?” soruları kafanızı meşgul ederken belki şunu da düşünebilirsiniz: “bunların anne, babaları bu yaşta nasıl çalıştırıyor?” diyerek ebeveynlerini suçlayabilirsiniz.
Durup düşünüyoruz. Biz bu soruların neresindeyiz. Ne düşünmekteyiz.
Ağaçlar, çiçekler, top oynayan çocuklar, öbek öbek oturarak sohbet edip çay içen insanlar. Beri tarafta, kurulan semt pazarındaki tezgâhta satış için uğraşan, elleri ıslak gözleri geleceğin endişesini yüreğinde hisseden pazarcılar. Eve ekmek götürebilmenin telaşesi.
Ufkun alaca karanlığında neşvünema bulan, gökyüzünün çıkmaz sokaklarında kanat çırpan acemi kuşlar ve çocuk satıcılar…
Gözlerim ufuka daldı. Zaman denen mevhum kayboldu sanki.
Çiçekler, güller arasında koşup oynayan çocuklar canlanıverdi gözlerimde o dem. Donan zamana ne oldu bende anlayamadım.
“Çalışmak zorundayım hocam. Eve ekmek götürmem gerek. Babam çalışmıyor. Daha doğrusu gündelik işler yapıyor. O da bir gün iş var beş gün yok. Altı kardeşiz. Hem okula gidiyorum hem de çalışıyorum. Simit satıyorum. Hafta sonları bazen kâğıt mendil satıyorum.” cümleleri kafamda bilmem kaçıncı turu bindirirken donan zamanda, düşünceler yumağında âdetâ boğuluyordum.
Araya arkadaşımın şu cümleleri yerleşti:
“Okulda, derste öğrencilerime soruyorum:”çalışıp eve ekmek götüren varsa onlara iyi not vereceğim.” dediğimde sınıfın yarısından çoğu el kaldırdı. Kalanlar da işin olmadığından yakındılar.”
“Simit, sıcak simit..”
“Karpuz çekirdeği”
Tekliflerine: “Yok kardeş, istemez!” cevabıyla sonlanıyordu genelde.
“Simit, sıcak simit”
“Simit vereyim mi abi?”
Simitçi çocuk usulca yanımıza sokuldu.
“Hocam simit ister misiniz”
“Aa! Merhaba oğlum. Sağ ol”
Çocuk kendisini öğretmene bile isteyerek göstermişti. Belli ki, sınıftaki çocuklardan biriydi. Ve çalıştığını, eve ekmek götürdüğünü hocasına ispat etmek istiyordu.
Çocuğun gönlünü hoş ettikten sonra gönderen arkadaşım bana dönerek; “işte bahsettiğim talebelerimden biri.” dedi.
Hem okuyan hem de çalışarak eve ekmek götürmek zorunda olan körpe dimağların sokaklarda harcanması hepimizin moralini bozuyordu.
“Abi selpağ vereyim mi? Nidaları kulaklarımızda zonklamaya devam ederken; çaresizliğimizi de esir alıyordu.
|