Yaşar Bedran Yoldaş Sayı:
38 -
Damarında dolaşan kana inat ölmek istiyordu. Hayatla ölüm, gidip kalma arasında med-cezir oynuyordu. Gel-git. Kumdan sahillerin alabildiğince uzandığı yumuşak bir örtünün deniz sularını kucakladığı, sarıldığı ve bıraktığı yükseldiği ve çekildiği gel-git… ama onunki çok farklıydı. Birden parlıyor etrafındakini kırıp döküyor kırılgan ve istenmeyen biri olup çıkıyor. Aynı şekilde birden sönüveriyordu… Kabaran bu parlama esnasında kendisinden geçiyor; yaptıklarını görmez oluyordu. Sanki gözlerine bir perde çekiliyordu görünmeyen ellerce… İşte ne oluyorsa o anda oluyordu. Kör noktada. Yağmurun bardaktan boşalırcasına yağdığı gibi gözyaşları akmaya başlıyor, gözyaşlarından oluşan sel, yüzünden süzülerek dökülürken derin izler bırakıyordu…
Hayatın zorlukları sırtına kambur gibi abandıkça bu istek daha da alevleniyordu. Ha bire belinin büküntüsü artıyordu. Büküldükçe sıkışıklığı artıyordu büküm verilen ip gibi… İki büklüm olmuş dense yeridir. Sanki merdaneye sıkıştırılmış bir nesneydi ve sıkıştırılan kapandaki el de çok vicdansızdı. Yok, yok böyle değildi elbet. Hüsnü kuruntu bu sadece… Hayatın zorluklarına iyi tarafından bakabilseydi eğer böyle düşünmez, asi biri olup çıkmazdı. Her şeyi bir imtihan olarak görür ve “her zorlukla birlikte bir de kolaylık vardır” düsturunu unutmasaydı, nankör biri olup çıkmazdı…
Olaylara nasıl bakmalıydı… Kararsızdı… Kestiremiyor ve sağlıklı düşünemiyordu. Zihni bulanıktı, ruhu depresyondaydı.
İçinde yine de kıpırtılar hissediyor ancak bir araya getiremiyordu. Ayrılan parçaların dürtüleri yetersiz kalıyor, kendini zifiri karanlık bir boşluğa boş bir çuval gibi bırakıveriyordu…
Ölmek istiyordu. Ölümün bir kurtuluş olduğunu, başka bir çaresinin kalmadığını üstüne basa basa dillendiriyordu. “Ölüm ancak beni kurtarabilir” der başka bir şey demez olmuştu. Sevgi sözcüğünü hayatından söküp çıkarmıştı. Kirli bir mendil atar gibi… Kalbinin kapısını mühürlemişti. Bir daha açmamak üzere, (o öyle sanıyordu) ta ki ona rastlayana kadar. Onunla tanışır tanışmaz duyguları yavaş yavaş değişti. Herkes onun intihar edeceğini düşünürken hem de… Peşinden düşünceleri değişti. İçin için bir közün yandığını hissediyordu yüreğinde…
Usulca değişivermişti duyguları, özlemleri, hayata bakış açısı hatta hedefleri… Hissetmeden, hissettirmeden… Nazik bir el usulca değiştirivermişti birden onu. Belki birden demek doğru olmaz; zamanın akışında değişmişti de bize öyle geliyordu.
Terazi kefesinin “ölüm” tarafı dibe vuruyorken şimdilerde “hayat” kefesi dibe oturmuş durumda. Aslında hayatta; bu iki istek dengede olmalı. Denge bozulursa insan hayatı da yaşama tarzı da bozulur. Ama biz insanoğullarından çok azı bu dengeyi tutturabilmişizdir; gerisi nafile… Ya ifrat, ya tefrit…
Yaşar daha düne kadar ölmek istediğini her aşamada dile getiriyor iken bugün dünkü istekler ona ait değil de başkasına aitti gibi davranıyor.
Yasemin’le tanışmaları bir rastlantı sonucu olmuştu. (isterseniz biz buna rastlandı değil de tevafuk diyelim.) Yasemin’in iri mavi gözleri Yaşar’ı ilk görüşte tutkuna çevirmişti. Hani nasıl derler “bir görüşte aşık” olmuştu. İşte böyle bir şey… Elleri ayakları birbirine dolanmış, tutmaz olmuştu. Ne yapacağını ne diyeceğini bilemedi uzun zaman. Uzaktan uzağa takip etti ilkin, daha sonraları yakınlaştı. Konuşmalar, görüşmeler sürdü bu istek “kara sevda”ya dönüştü. Yasemin’in gözlerinden kalbine doğru uzanan çizgi de sızı alev dudaklarına oturduğunda yaşar “ölüm” olayını unutuvermişti.
Yaşar’ın hayatına canlılık gelmişti yaseminle…
|