Korona günlerinde özgürlük M. Nihat Malkoç Sayı:
109 -
Tüm dünya ve Türkiye olarak çok zor ve imtihanlı günlerden geçiyoruz. Küresel salgın boğazımızı sıkmış, ilk fırsatta boğmak istiyor bizi. Özgürlüklerimizin çoğu sınırlanmış. Dilediğimiz gibi dışarı çıkamıyoruz. Dilediğimiz yerde gönlümüzce bir yemek yiyemiyoruz. Sinema ve tiyatroya gidemiyoruz. Eğitim askıya alınmış. Çekirdek ailemiz dışında dostlarımızdan da uzağız. Kimse kimseye misafirliğe gidemiyor. Dolayısıyla kimse kimseyi misafirliğe davet edemiyor. Çıkışı belli olmayan kapkaranlık bir tünelde gibiyiz.
Bir virüs hayatımızı zindan etti. Geleceğe dair umutlarımız olsa da belirsizlik iç huzurumuzu kaçırıyor. Işığı göremiyoruz. Gün boyu dört duvar arasındayız. Güneşli bir havada bir çardağın altında ince belli bir bardakta dostlarla karşılıklı içilen bir çaya hasretiz.
Huzur ve huşu bulduğumuz camilere çoktandır gidemiyoruz. Camilerin kapıları belirsiz bir zamana kadar cemaatlere kapatılmış durumda. Cami de, cemaat de mahzun. Salgın nedeniyle cuma namazları kılınamıyor. Ezanlardan sonra dua ve salavatlarda bulunuluyor. Bu acı tablo karşısında Rabbimize Arif Nihat Asya’nın duasıyla şöyle sesleniyoruz:
“Biz, kısık sesleriz.. Minareleri/Sen, ezansız bırakma, Allah’ım!/Ya çağır şurda bal yapanlarını/Ya kovansız bırakma, Allah’ım!//Mahyasızdır minareler… Göğü de/Kehkeşansız bırakma, Allah’ım!/Bize güç ver… Cihâd meydanını/Pehlivansız bırakma, Allah’ım!//Kahraman bekleyen yığınlarını/Kahramansız bırakma, Allah’ım!/Bilelim hasma karşı koymasını/Bizi cansız bırakma, Allah’ım!//Yarının yollarında yılları da/Ramazansız bırakma, Allah’ım!/Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü/Ya çobansız bırakma, Allah’ım!//Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız/Ve vatansız bırakma, Allah’ım!/Müslümanlıkla yoğrulan yurdu/Müslümansız bırakma, Allah’ım!”
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” sözünü bugünlerde “Söz konusu hayatsa gerisi teferruattır.” şeklinde değiştirebiliriz. Zira dinimiz İslâmiyet insan hayatını her şeyden çok önemsemiştir. Hayatı tehdit eden şeylerden uzak durmamız istenmiştir. Onun içindir ki gelecekte güzel günler görmek için özgürlüklerimizi bir süreliğine de olsa askıya alacağız.
Sağlıklı yaşama hakkı Allah’ın bize verdiği bir nimettir. Bu can bize emanettir. Bu emanete gözümüz gibi bakmalıyız. Onu olası tehditlerden uzak tutmalıyız. Kişi hastalanmamak için elinden gelen gayreti göstermelidir. Her şeyin en güzelini ve mantıklısını öngören İslâmiyet, salgın hastalıklara karşı son derece tedbirli olmamızı tavsiye etmiştir.
Müslüman sadece kendi sağlığına değil, çevresindekilerin sağlığına da azamî derecede dikkat eder. Özellikle bulaşıcı hastalıklarda bu dikkat çok daha hayatî bir önem kazanır. Bugün dünyada ve Türkiye’de yaşanmakta olan bulaşıcı hastalık tehdidi(koronavirüs) hepimizi ürkütmektedir. Bu hastalık kişiden kişiye bulaştığına göre insanlar birbirlerinden uzak durmalıdır. Virüsü bulaştırma ihtimaline karşı herkes kendini karantina altında tutmalıdır. Bir Müslüman bilerek veya tedbirsizlik yüzünden bu ölümcül virüsü bir başkasına bulaştırırsa kul hakkına girmiş olur. Müslüman diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği insandır. Müslümanlar olarak yakın ve uzak çevremize karşı sorumluluklarımız vardır. Bulaşıcı hastalıklara karşı birbirimize daha duyarlı yaklaşmamız gerekir. Ailemizin ve çevremizin korunması hususunda üzerimize düşen sorumluluğu gereğince yerine getirmeliyiz.
Biz insanlar hayatın her anında çetin imtihanlara tabi tutuluyoruz. Salgın hastalıklar da birer ilâhî imtihandır. Eskiden insanları kırıp geçiren, perişan eden, hayatlarına kasteden ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olan veba hastalığı vardı. Fahr-i Kâinat Peygamber Efendimiz bu ürkütücü salgınla ilgili olarak şunları söylemiştir: “Tâun (vebâ) hastalığı, Allah Teâlâ’nın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu müminler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir.” (Buhârî, Tıbb, 31)
|