Birinin yerini doldurmak Zaimoğlu Sayı:
120 -
Sanat, edebiyat, bilim dünyasından biri vefat etti mi en sık duyduğumuz cümledir:
–O gitti, şöyleydi, böyleydi, yeri doldurulamaz.
Bazı büyüklerimiz de nev’i şahsına münhasır zat…
Böylelerinin yeri doldurulabilecek biri olsaydı o, zaten “o” olmazdı. O yeri doldurulamayacak biri ise bazı kimselerde bulunmayan hususiyetleri var demektir. O zaman bu cümle bile beyhude olur ki, onun o eşsiz özelliklerinden bahsedilmeli, şayet bu ifadenin bir gerçeklik payı varsa… Yeri niye doldurulamazın altı doldurulmalı o vakit. Şu şu şu özellikleri var, o özellikler şöyle erişilmez, böyle zor erişilir diye gerekçeleri sayılmalı ve hüküm cümlesi yapıştırılmalı: İşte gördünüz, bu şahıs iyi bir yazar, şahane bir şair, eşi bulunmaz bir sanatçı, işinde üstat, kendisi bir dehâ! diye… Böyle anılanların hepsi de elbet yeri doldurulamaz falan değil… Niye? Geriye ne bırakmış ona bakılmalı ve etkisi toplumda ne kadar sürecek bu hesap edilmeli ve gözlemlenmeli. Adam Yunus Emre mi ki tesiri yüzyıllar sürecek veya o yeri doldurulamayacak olan üç gün sonra unutulacak ve adı anılmaz mı olacak?
Milletlere yön verenler var, yaşadığı çağa etki edip sürekliliği olmayanlar var ve bir de şişirilmiş içi kof şahsiyetler var; hepsine tarih ve kamu vicdanı hakkını verir, buna şüphe yoktur. O zaman evvelâ şahsiyetlerden önce onların hayata bakışları, fikirleri, topluma sundukları göz önüne ve değerlendirmeye alınarak bir kıymet hükmüne varılmalı… Bu adam kendini neye adamış ve ne için yaşamış? Buna bakılmalı değil mi? Elbette şahsiyetini de o değerler yoğurmuştur ki asıl kıymeti oradan gelir.
Yunus Emre dedik, başka isimler de sayalım, Doğudan Batıdan: Peygamberler, Güzide insan toplulukları, İmam-ı Azam, Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Şeyh Galip, Buda, Tolstoy, Sokrat, Şerkspir, Goethe, Bergson, Marks, Lenin vs.vs. Elbet iz bırakmış daha isimler sayılabilir, onlar odur ve yerleri o mânâda doldurulamaz. Bunlar bir şeye tam inanmış ve hayatlarını o yola serdetmişlerdir. Zaten olmak için önce inanmak lazımdır. O yüzden, bunun kıymetini ifade için Büyük Veli Abdülhakîm Arvasî hazretleri şöyle buyurmuştur:
–İnan da ister bir odun parçasına inan! Yeter ki inan.
İnanmadan hiçbir şey başarılmaz. Hele ardında kimse bir isim bırakamaz inanmadan. İnanmanın ardından da bir hayat görüşü sorgusu gelir. Sen neye inanıyorsun, nizamın, sistemin nedir, ahlâk görüşün nasıldır, diye…
Bu zaviyeden bakıldığında yeri doldurulamayacak adamlar tarih sahnesinde birer tepecik, tepe ve dağ gibi beliriverirler sahnede… Onları unutulmaz yapan değerleri dillerden düşmez ve hep tekrarlana gelirler. Örnek saymaya ne gerek var ve sonu yok gerekçe üretmenin; şu büyük şunu söylemiş, bu kahraman bunu yapmış, şu dahi bunu bulmuş vs… Ve herkes şu anda birçok büyükten birçok söz hatırlar durumda olabilir. İşte onların toplamı ve daha fazlası benim tezimi ispat içindir hep. Onun için Volter şunu demiş, Büyük İskender şunu başarmış, Mevlâna bunu demiş, Sokrat şöyle savunma yapmış diye saymayacağım. O zaman meramım ne, sözü nereye getireceğim? O da şudur:
Bir gönüldaşım dedi ki bana:
–Üstad Necip Fazıl sağ iken hep üretirdi. Dergi çıkarır, gazete çıkarır, kitap yazar, konferanslar verir, gazetelerde muharrirlik yapardı. Yani dergisi sussa, durdurulsa dergi-kitap çıkarır, o olmasa kitap yazar, hepsi dursa bir gazetede çerçevesini çizer. O sağ iken onu takip eden bir kesim vardı. Ve o kesim şimdi bir boşlukta… Öksüz. Elbet onu andıracak bir şeyler yazan çizen var ama, onun doldurduğu alanları onun gibi dolduran yok.
Ne kadar doğru… O boşluğu hep hissediyoruz iliklerimize kadar ama elden ne gelir? Bir Necip Fazıl daha gelmez, nasıl bir Yunus, bir Mevlâna gelmeyecekse…
Bunu yazımın ilk bölümüyle bütünleştirecek olursam, Necip Fazıl yeri doldurulamayacak insanlardan, yazarlardan, şairlerden, dâvâ adamlarından, dâhilerden biriydi. Evet o gelmeyecek, fakat Yunus Emre gibi yaşayacak hep eserleri ve tesiriyle… İddiam o ki, O beklenen Mütefekkirdi. Beklenen sanatkâr ve cemiyetçiliği ile de bir kahraman.
İngilizler her şeylerinden vaz geçerler de Şekspir’inden vazgeçmezmiş. Almanlar ha keza, Goethe’ten vazgeçmez. Bizim de, Üstad’ın ifade ettiği şekilde, milletimizin yetiştirdiği bir büyük mütefekkiri olmadı. Dedi ki:
–Bizde mükemmel kopyacılar yetişti, ama orijinal bir düşünür çıkaramadık: Bir İmam-ı Âzâm, bir Imam-ı Rabbanî, Bir Gazali çapında bir büyüğümüz olmadı.
Şimdi ben sorumu sorup bitiriyorum:
–Acaba öyle mi? Yani halâ öyle mi, o çapta bir büyük halâ yetişmedi mi bizde? Doğunun veya Batının dehaları ile mukayese edilecek ve hattâ onları çok aştığını söyleyebileceğimiz bir büyük mütefekkirimiz, dehamız yok mu bizim? Bazıları bazı alanlarda, belli sahada büyükler ve eserleri onları büyük yapmaya yetiyor. Ancak hem her yönüyle fikir ve sanatta boşluk bırakmadan eserler veren ve onun her türlü mücadelesini yapan ve fikriyatının örgüsünü ören ve gençliğini yoğuran bu adama ne sıfat verelim?
MÜSLÜMAN TÜRK İÇİN NECİP FAZIL İSMİ NE İFADE EDİYOR?
|