GENÇ ADAM Bedran Yoldaş Sayı:
40 -
eşil kuşak içinde dizi dizi villalar, köşkler... Kıyı boyunca uzanan yapılar bir genç kadının boynunu süsleyen gerdanlık gibi ihtişamlı... Yırtık elbiseleri, sıvası dökülmüş duvarı andıran döküntüye dönen yüzü, kurumuş ve pörsümüş yaprağa benzeyen dudakları, nasırlaşarak kalınlaşan heybetli elleri, dağılan ve kirlenmiş haliyle kirli bir yığını andıran saçları bitkin haliyle ezilmişliğin ve biçareliğin abidesi gibi duruşuyla, zamana karşı direncin sembolü görüntüsünde yaşlı bir adam... Yıllara meydan okuyan koca çınar gibi... Yılların verdiği ıstırap ve bedenine yüklediği onarılmaz yaralar ile yine de ayaktaydı. Yıllarca; zamanın zaman içinde yaşadıkları ile şık bir dantele ördüğünü düşünür payına düşen hatıraları ile avunarak mutlu olmaya çalışan bir pir-î fani... Yaşadıklarından; içinde bulunduğu ortamdan da pişman değildi. Yıllarca o diyar senin bu diyar benim hudut boylarında cepheden cepheye koşmuş sürüklenmiş ne mutlu bir aile kurabilmiş ne de bir variyet edinmişti. Yine de “olsun” derdi. “her şey vatan için” der başka bir şey demezdi. Bir iki lokma yiyeceği için şükreder dünya zenginlikleri ile ilgilenmez gözünde ve kalbinde yer etmezdi. Kanaatkâr bir terbiye edinmişti; cepheden cepheye koşarken insanların maruz kaldığı sıkıntı ve ezayı gördükten sonra... Gök gürültüsünü andıran top mermileri arasında bir ceylan gibi sekerken yaşadıklarının düşünmeden edemiyor. “Zor günlerdi o günler... Zor günler...” derdi. Uzun kocaman bir dükkân cafcaflı bir vitrin... Vitrinin içinde rengârenk giysiler... Ancak belirli bir kesimin alabildiği çoğunluğun gıpta ile ve imrenerek baktığı libaslar... Vitrinin gerisinde desen desen renk ve boylara göre raflara istif edilmiş giysiler göz kamaştırıyordu. Gök kuşağı adeta yere inmişti. Renk cümbüşü güneş ışınları ile adeta dans ediyordu. Gözler kamaşırken hayal âleminde dalış yapıyordu seyreden kendinden geçiyordu âdeta. Deniz. Kıyı boyunca sıra sıra villalar, köşkler yalılar... Yeşillikler içinde açan çiçek gibi duruyordu; köşkler, yalılar... Genç delikanlı Mersin caddelerinde gezerken deniz havasıyla coşan kanı damarlarına hücum etmiş çoşkuyla kaynayan kanı ayaklarına hareket getirmiş kıyı boyunca uzanan köşk ve yalıların bulunduğu cadde seyre dalmışken bu yapıların Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlara ait olduğunu öğrendiğinde oldukça şaşırmıştı. Nasıl olur? Bunca güzelliklere sahip olanlar neden sadece gayri Müslimler?.. Neden sadece onlar?... Ya bizimkiler... Bizimkiler bunca yıl ne yapmıştılar?.. Neden?.. Sorular beyninde cirit atarken için için yanmaya başladı genç; zihni bulanıklaştı... Duyguları ince teller halinde dökülüverdi usundan... Cevabını bulamadığı soruyla sıkışıp kaldı. Düşündükçe merdanenin vidaları birer burgu daha alarak usunu sıkıştırmaya devam ediyordu... Dayanmakta zorluk çekiyordu... Acılar beyninde zonklamaya hattâ dayanılmaz acılara mekân tutmaya devam ediyordu... Üstü başı perişan bir ihtiyar anlam veremediği irileşen gözlerle kendisine bakan gence yaklaşarak: -Oğul iyi misin? -İyi değilim bey baba... İyi değilim... Şu karşıdaki yalıların köşklerin sahipleri, bu adamlar şehrimizin en değerli yerlerine bu güzel binaları yaparken sen neredeydin? Gen konuşmuyor, adeta köpürüyordu. Bun karşılık yaşlı adan oldukça sakin cevap verdi: -Yemen’de, Sarıkamış’ta, Çanakkale’de çarpışıyordum oğul, çarpışıyordum... Sana özgür bir gelecek kurabilmek için cepheden cepheye koşuyordum.
|