?st?ne ?st?ne Bedran Yoldaş Sayı:
44 - Nisan / Haziran 2005
Çok gürültü kopmuştu, çok... İlişkiler tam takır, dağınık ev misali, toplanacak tarafı kalmamış; yoksa hayatları mıydı dağılan? İlişkiler çıkmazında yalnızları mı oynuyorlardı? Kabaran öfkesini kustuğunda bunun böyle olacağını kestirmiş miydi? Bir volkan gibi patlamıştı. Saçını başını yolarak. Değer miydi?.. “Bana bağırma!.. Bana bağıramazsın!..” Yılların, günlerin ağırlığını ve bunalımını üstünde taşıyordu... Yani anlayacağınız yükü çok ağırdı. Yorgundu, bitkindi, bîtaptı... Damarlarındaki kan sanki santim santim çekilmişti. Dermansız kalmıştı. Günlerce yiyip içmemiş sıkıntı ve elemden tarumar olmuş, gözleri ağlamaktan şişmişti. Hayatı tamamen alt-üst olmuştu. Söylenenler halâ kulakla- rında çınlıyor, geçmişten geleceğe yeni mesajlar taşıyor gibiydi. Yılların muhasebesini yapıyor, eğrisiyle doğrusuyla hayatını tartıp biçiyordu. Nasıl dayanmıştı bunca sene? Bunu bir anlık öfkesi mi söyletmişti, yoksa vardığı nihaî karar bu muydu? Bilinmez... Ancak ağzından çıkan son sözler bunlardı. Bunca yıl... Nasıl dayanmıştı? Doğrusu kendisi de şaşıyordu. Nasıl dayanmıştı bunca sene? Daha önceleri unuttuğu ya üstüne sünger çektiği kimi münakaşaları kafasında canlandırıyor, o gün için yapmadığı veya söylemesi gereken sözleri şimdilerde sesli bir şekilde seslendiriyordu. “Sen bana bağıramazsın. Sen bana karışamazsın...” Avazı çıktığı kadar, kendisinde kuvvet bulduğu kadarıyla gırtlağından, kendisinden umulmadık bir edayla haykırıyordu. Tükürüğünü muhatabının yüzüne oturtarak, yüzünü gözünü ıslatarak çul serdirerek. Ağzı, gözü, dili, elleri feryadına eşlik ediyor; muhatabına meydan okuyarak geri dönüp mekânına çardak kurarak oturuyordu. Bununla birlikte yine de hayıflanıyordu bunu daha önce yapmadığına, yapamadığına... Ağzının payını yıllar önce vermeliydi... Kendisini paralayarak bunları söylüyordu. Tırnaklarını, uzun tırnaklarını baldırının en yumuşak yerine batırıp acıyı kalbinde hissedinceye kadar batırıyor, acıma dayanılmaz olduğu ana kadar sabrediyor sonra yaydan boşalan ok gibi geri çekiyordu. Sinirden her tarafı titriyordu.. sanki sıtma nöbetine tutulmuştu. Zangır zangır titreyen dişlerinin gıcırtısı kulakları rahatsız ediyordu. Kendinden geçmişti. Daha doğrusu kendisini kaybetmişti... Yoksa kendisine mi geliyordu?.. Depresyon mu geçiriyordu. Yoksa kriz mi demeliyim?.. Saçı başı dağılmış elbiseleri yırtılmış, depremden yeni çıkmış yarı çıplak bir halde savaş kaçkını gibi duruyordu. “Neden, neden ben?.. Ne günah işledim de Allah’ım, bunca eziyete bunca cefaya müstahak olmak için ne yaptım?..” Düzgün kalan birkaç saç telini dağıtarak. Kendinden geçiyordu. Gözleri kararıyordu... Sağa sola sataşmak için bahane arıyordu... Patlamaya hazır; pimi çekilmiş bomba gibiydi... Diken üstünde oturuyordu sanki, hop oturup hop kalkıyordu. Sıkıntıdan terlemişti. Ter damlaları tırnaklarından boşanıyordu. Vücudunda terin açtığı izler oluşmuştu... Yeni bir döneme giriyordu. Hayatındaki değişikliği göze alarak, tüm olumsuzlukları düşünerek bu kararı almıştı. Almıştı almasına ama, yine de içi rahat değildi. Kararını tekrar gözden geçiriyor, tartıp biçiyor aldığı kararın doğru olduğuna kendisini inandırmaya çalışıyor, inanamıyor... Katmerleşen dertleri kalbinde kabuk bağlamış, sertleşmiş, içindekini koruyan bir muhafaza olup çıkmıştı. Farkında olmadan tüm hırçınlığına rağmen, onu koruma altına almıştı. Düşmandan yavrusunu korumak isteyen ana gibi... “Böyle olmamalıydı... Neden bu hale geldik?..” Yelkenleri yavaş yavaş suya iniyordu... Kızgınlığını terk ederek üstündekileri çıkarır gibi, çıkarıp bir kenara atıyordu... Sakinleşti... Sakin sakin düşünmeye ve daha sağlıklı karar almak için çaba sarf ediyordu... Düşünüyor... Düşünüyor... “Öfkeyle kalkan zararla oturur” atasözünü hatırlarken çok uzaklardan dönüş yaptığını anlıyordu... Çok uzaklaşmıştı hayattan öfkeyle... Dönüş yolu da çok meşakkatli olacaktı... Çok uğraşması gerekecekti... Alttan almak, kalpleri ısındırmak, hazırlamak gerekiyordu... “Bana bağıramazsın... Oturup konuşmalıyız... Konuşarak sorunlarımızın üstesinden gelebiliriz... Başka türlü olmaz. Nezaket kuralları çerçevesinde ve birbirimize saygılı olarak...” Hayatlarını tekrar gözden geçirmeliydiler... Hayatını değil... Hayatlarını... Hataları nelerdi? Mutlulukları, sevinçleri, üzüntüleri ve kusurları. En çok da kusurları üzerinde durarak yıpratıcı değil, yapıcı olarak mutluluklarına yön vererek pekiştir- meliydiler... Kısaca geçmişten ders almalıydılar... Bunu ilk etapta uygulamaya koyarak seslendirme- liydiler... Yaşayarak... Geçmişleri sinema şeridi gibi geçiverdi gözlerinin önünden... Cefa, eza yani mut- suzlukları kadar en az o kadar hattâ kat kat fazlasıyla mutlukları, sevinçleri vardı yaşamlarında... Sahi evlenirlerken “bir yastıkta kocayın” temennileri kulaklarına küpe yapılmamış mıydı... “Kulaklarına küpe yapabilenler” için... Ya olma- yanlar, yapamayanlar onlar için yazılacak bir şey yok... En azından konumuzla ilgili değil... Yoksa elbette yazılacak çok şey var... Olması gerekir... “Ya çocuklar!..” Çocuklar ne olurdu bu durumda... Kavga gürültü arasında ayrı gayrı yollarda sağlıklı bir bünye ile gelişim gösterir miydiler?.. Ya Peygamber’in tavsiyesi... Boşanmaya olan tavrı... Yine düşünmeliydi... Çok, çok düşünmeliydi... Hayatta kaldığı yerden zorluklarına katlanarak göğüs gererek ve üstüne üstüne giderek mücadele etmeliydi... Üstüne üstüne...
|