Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2717 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

YARIM MUZLUK HAYAL
İbrahim Türkhan

  Sayı: 62 - Ocak / Mart 2010

Çarşıya pazara çıkarken arada bir yanıma oğlum Bilâl ile Halil'i de alırım. Böylece bazı şeyleri yaşayarak öğrenmeleri, küçüklükten tecrübe kazanmaları; canlarının her çektiğini alamayacaklarını, isteklerine gem vurmayı, insanlar arasında nasıl davranılacağını öğrenmeleri için fırsat sunmaya çalışırım. Yine böylesi bir alışveriş sırasında girdiğimiz markette gezinerek meyve reyonuna ulaştık. Çeşidin bol olduğu ama pazardaki fiyata göre biraz pahalı olan meyveleri gözden geçirip oradan uzaklaşmak üzereyken bizimkilerin biri bir yanımda diğeri diğer yanımda, reyonun bir bölümünde itinayla dizilmiş iri yapılı ithal muzları göstererek, ısrarlı bir şekilde “babacığım, muz da alalım, muz da!” diye çekiştirmeye başladılar. Zaten market pahalı olan fiyatın üzerine kendi marka değerini de ekleyince muzun fiyatı iyice artmış. Pahalıyı ucuzu tam kavrayamamış olan bizim oğlanlara meseleyi izah etmem mümkün olmadı. Bir tane muz alarak market çıkışında tek başına mı yemek istersiniz, yoksa evde hep beraber mi yiyelim, diye sordum. Cevabı tahmin etmişsinizdir! O gün oğullarımın gönüllerini hoşnut etmek; hem paylaşmayı, hem de pahalı bir şey illâ ki alınacaksa mümkün olduğunca az almayı öğrenmeleri için sadece iki tane muz alarak marketten ayrıldık. Eve dönerken yurt dışında üniversite eğitimi almış olan arkadaşım ve adaşım İbrahim'in yaşadığı ve bana da anlattığı olay geldi aklıma...

 

***

 

Kırgızistan. Bişkek şehri… Mart ayının 23'ü. Havada baharın hafif ılıklığı hissedilse bile yerdeki kar hâlâ kalın mı kalındı. Vakit öğle üzeri… Bişkek'te birkaç gündür devam eden Üniversitelerarası Bahar Festivali'ne katılmıştık. Festivalin akabinde benim de okuduğum Karakol şehrindeki Isıkgöl Üniversitesi Sosyal Faaliyetler Kulübü'nün öğrencileri olarak, birkaç gündür devam eden yarışma programlarının yorgunluğunu birazcık atmak ve yol azığı için bir şeyler almak üzere gıda maddeleri satılan Bereke Bazar'ın* önünde mola verdik. Karakol şehrindeki pazara göre ürün çeşidinin daha bol olduğu bu pazarın önünde beklerken, yerli arkadaşlar ceplerindeki paralarıyla bir şeyler alamayacaklarını bilmelerine rağmen, hiç olmazsa şöyle bir göz atarak gönüllerini teselli etme bâbından pazarda adımlamaya başladılar. Ben de, Kırgız arkadaşlarımdan Rüstem ile birlikte pazarın dar sokaklarında gezinmeye başladım. Sokak dediysem aklına öyle geniş uzun bir yer gelmesin. Topu topu bir ters, bir düz şekilde konan tezgâhların arasındaki insanların yürümekte zorlandıkları iki adet boşluk! Arkadaşlar adı üzerinde bereketli olan pazardaki envai çeşit gıda maddelerine alıcı gözlerle bakarak değil de, iç geçirerek ilerlemekteydiler. Canları çekse bile istedikleri her şeyi alamazlardı; çünkü burada satılan meyve türü bir şeyi alacak kadar çok paraları yoktu; hem de ilk etapta gözlerine çarpanlar genelde yerli kuru gıda maddeleri ağırlıktaydı. Ancak…

Ancak pazardaki yiyeceklerin arasından bir şey dikkat çekiyordu: Bir köşede o güne kadar Karakol şehrinde görmedikleri, daha uzun bir süre de görmenin imkânsız olduğu bir şey vardı: Muz! Yokluğun hâkim olduğu o yıllarda çoğu meyve gibi muz da yurt dışından gelirdi ve çok az bulunurdu. Arkadaşlar muzun olduğu tezgâhın önünde biraz durakladıktan sonra pazarın kalabalığına karışıp uzaklaştılar ama benim gözlerim muzlara takıldı. Rüstem yanımda beklerken ben yerdeki sergi üzerinde dizili olan muzların başına çömelmiş, düşüncelere dalmıştım: Bir tane bana, bir tane de Rüstem'e alsam da, şöyle bir köşede yesek acaba nasıl olur? Yok yok… Ya diğer arkadaşlardan biriyle karşılaşacak olursak, onlara durumu nasıl izah ederiz. Ayıp etmiş olmaz mıyız? Diğer yandan herkese birer tane alayım da kimseye haksızlık olmasın desem, tanesi 2 dolar kadar olan muzdan 25 kişi için muz alacak kadar parayı vermeye iradem yeter mi bilmem! Yemekten vazgeçsem bir daha ne zaman göreceğim belli değil. O halde geriye bir seçenek kalıyor: İki kişiye bir muz düşecek şekilde alırsam herkesin ağzının tatlanmasını sağlamış olurum… Bu sırada Rüstem muz tezgâhının önünde düşünceli bir şekilde oturmamdan bir şey anlamamış halde bana meraklı gözlerle bakıyordu… O sırada benim gözlerimin önünde yıllar önce yaşadığım bir olay film şeridi halinde geçmeye, beni o zaman dilimine doğru götürmeye başlamıştı bile...

 

***

 

Türkiye. Kahramanmaraş şehri. Ocak ayının ortaları… Kışın olanca üşütücülüğü var havada.  Meslek Lisesi 2. sınıfta okuyorum. O yıllarda meslek liseli öğrencilerin eğitimlerinin yanı sıra aile bütçesine karınca kararınca katkı sağlayacak kadar bir ücret de aldıkları staja gittikleri gibi ben de staja gidiyordum. Bir cumartesi akşamı haftalığımı da almış eve dönüyorum. İçimde belli belirsiz bir sevinç var: Aile bütçesine katkı sağlamanın da ötesinde, karşılığında bir miktar para aldığım bir işte çalışmanın; babamın gözünde bir baltaya sap olacak olgunluğa erişmiş olmanın verdiği içten içe bir gurur da vardı içimde. Bu düşünceler içinde yokuş olan o caddede normalde yürürken zorlandığım halde o sırada adımlarımın hızlanmaya başladığını fark etmemişim bile. Bir an önce eve varmalı, annemle babamın, kardeşlerimin olduğu bir ortamda haftalığımı masanın üzerine bırakarak, işe yaradığımı göstermeli, onların bir nebze de olsa sevinmelerini sağlamalıydım! Bu sırada yol güzergâhında her zaman rastladığım muz satıcısını gördüm. Çoktan beri her gördüğümde bir tane alıp almama konusunda kararsız kalıyordum. Yine öyle oldu… Arada bir çarşıda pazarda muz yiyenleri gördükçe, onlara imrenir; ben de çeşitli hayallere dalardım: İşte, şehrin en işlek caddesine adımlıyorum. Köşe başında duran muz satıcısına yaklaştım. Elimi cebime attım ve bir miktar para çıkardım. İçinden bir tanesini çıkardım ve satıcıya uzattım. İri ve iyice sararmışından bir tane alarak oradan uzaklaştım. Üstelik paranın üstünü da almadan! Yanlış anlaşılmasın, müsrif değilim. O soğuk havada gün boyunca gelecek müşterilerini bekleyen satıcının haline acıdığım için! Tam ben muzun kabuğunu soyup çöpe atmak üzereyken, üstü başı perişan birini gördüm. Gelenden geçenden bir şeyler dileniyordu. Bir muza bir de ona baktım ve muzun elimde fazlalık olduğunu anladım. Muzu çekinmeden adama uzattım ve yoluma devam ettim. Muzun tadından daha fazla bir tat yayıldı ağzımdan aşağı doğru. İyilik etmek ne güzeldi… O yıllarda muz genelde ithal edilen çok pahalı bir meyve idi; canının her çektiğinde yemek biraz cesaret isterdi, tabiî dar gelirliler için! O akşam eğer bir muz alıp da yiyeceksem haftalığımın büyük bir kısmını vermem gerekecekti. Bir tane muz alıp tek başına yemek mi; yoksa pazardan hepimize alacağımız sebze-meyve mi derken, muz yeme arzum ağır bastı. On altı yaşımdaydım ve bu şansı ilk defa yakalayacaktım! Ancak, muz satıcısına yaklaşırken sanki adımlarım geri gidiyordu. Kardeşlerim gözümün önüne geldi. Doğrusu almaktan vazgeçmek üzereydim. O zamana kadar muz yemediğim için muzun nasıl yeneceğini bilmemek de beni bu duyguya sevk etmişti! Muz, durumu benim gibi olan çoğu insan için daha çok Fen Bilgisi kitaplarında gördüğüm bir resme göre sadece maymunun kafasının çalışıp çalışmadığını denemek için kafese koyulan bir deney meyvesiydi! Kararlılık gösterdim, bütün cesaretimle cebimdeki paranın bir kısmını verip bir tane muz alarak, çoktandır hayalini kurduğum bir arzumu gerçekleştirmeye karar verdim. Ürkek adımlarla yaklaştım ve adeta kendini suçlu hissederek parayı uzattım. İşte, çoktandır meraklı gözlerle baktığım ve yemek için iç geçirdiğim bir tane muz vardı elimde! Nasıl yeneceğini bilmediğimden, kabuğunu soymadan yemeye kalkarım da rezil olurum diye heyecanım biraz daha arttı. Sokak lambasının ölgün ışığının yüzümdeki fakir mutluluğunu iyice aydınlattığını hissediyor olsam da, adeta bir sahnede, oldukça parlak ışıklar altında milletin karşısında utanarak durduğumu da hayal etmiyor değildim. Ellerim titreyerek ve kendimi o kafesteki maymunun yerine koyarak hayatımda ilk defa elime aldığım muzu tadına vara vara yemeye başlayacaktım ki… Birden…

Kardeşlerim yeniden gözlerimin önüne geldi. O an, tadı damağımda kala kala yiyecek olsam bile tadını bile bilmediğim muzun boğazımdan aşağı geçemeyeceğini anladım. Vicdanım elvermedi. 'Ben bir tane muzu şimdi yer tüketir; biraz mutlu olurum da, ya evdeki kardeşlerim, annemle babam?' diye düşündüm. Onlar da o güne kadar bir kere bile muz yememişlerdi. Annemin kendi halinde, okuma yazması bile olmayan gariban bir ev hanımı, babamın çevredeki inşaatlarda yevmiye ile çalışan bir işçi olduğu; zevk için yenebilecek bir meyve almak şöyle dursun, çoğu zaman günlük gıda maddelerini bile zor bulduğumuz o günlerde, muz bizim için düşte bile görülemeyecek bir yiyecekti. Fakir insan öncelikli olarak açlığını bastıracak, vücudunu ısıtacak bir şeyler bulmak ister ya, biz de aynen öyleydik. Arkadaşlarımın okul kantininden bir şeyler alarak afiyetle yediği teneffüslerde ben akşam yiyeceğimiz tarhana çorbasının hayalini kurardım. Yeni defter aldığımız zaman yazmaya kıyamaz, özenli bir şekilde yazarak, sayfayı en iktisatlı bir şekilde kullanmanın yollarını arardık. Bir defteri iki yıl kullanacak şekilde yazmaya gayret ederdik. Hattâ o yıllarda üst üste iki üç yıl kullandığım halde bitiremediğim defterlerim hâlâ sandıkta duruyordu! Bu durumda olan birisi için muz gerçekten de o fakirhaneye en son girecek bir meyveydi. O halde? Hemen orada kararımı verdim. Elimdeki muzu yemekten vazgeçerek satıcının yanına geri döndüm ve o fakirlik günlerinde oldukça lüks sayılan muzdan evdekilerin sayısına göre değil de, adam başı yarım muz düşecek şekilde alarak eve öyle gittim. Haftalığın geri kalanını babama verdikten sonra, büyük bir iş başarmış adam edasıyla poşeti açarak muzları evdekilere kendi ellerimle pay etmiş ve sadece kendimi değil, kardeşlerimle anne ve babamı, yarım muzluk hayalimi gerçekleştirmek suretiyle mutlu etmenin hazzını yaşayarak seyre dalmıştım. On altı yaşımdayken ailemin kısa bir süreliğine de olsa mutlu olmasını sağlamıştım ya, bu bana yeterdi…

 

***

 

İşte şimdi… Rüstem o an bana bir şey diyecek oldu ama düşünceli halimden çekinmiş olmalı ki, sesini çıkarmadı. Belki de otobüse geç kalıyoruz falan diyecekti ancak olayı kendi seyrine bırakmayı tercih etti.

İşte şimdi de, “yıllar önce kardeşlerime yaşattığım o 'yarım muzluk mutluluğu' bu sefer Kırgızistanlı arkadaşlarıma yaşatmam gerek. Bunlar bana gönüllerini açmasalar, aralarına almasalar acaba ben bu güne kadar burada barınmak şöyle dursun,  okuluma devam edebilir miydim? Asla! Cebimdeki para varsın bitsin. Bu iş, üç beş doların hesabı altında ezilecek bir durum değil. Şu an bir güzelliği gerçekleştirmek için en güzel bir fırsat. Aksi halde otobüsteki arkadaşlarıma günlerce muzun güzelliğinden bahsetsem de boşuna çene yormuş olurum.” diye düşündüm.

Rüstem'e, Arkadaşlara muz alsak da bir sürpriz yapsak nasıl olur sence, diye sordum. Rüstem, 'valla İbrahim bey sürpriz bir yana, bizimkilerin hiç birisi şimdiye kadar muz yemedikleri için böyle bir şey yaparsan büyük sevap alırsın.' diye cevapladı.

Böylece iki kişiye bir muz düşecek şekilde muz alma kararını uygulamak üzere tezgâha yaklaştık ve tanesi iki dolardan 14- 15 tane muz aldık. O günlerde Kırgızistan'da bir öğrencinin iki dolar vererek muz alması imkânsızdı. Çünkü aldıkları burs miktarı bir ay için ancak 1 dolara karşılık gelecek kadar som** ediyordu! Yani 35- 40 som kadar! Benim cebimde öyle çok fazla miktarda olmasa bile Kırgızistanlı arkadaşlara göre yeterli miktarda para vardı, çok şükür. Muzları poşete doldurduktan sonra otobüsün yolunu tuttuk.

Otobüsün yanına vardığımızda herkes gelmiş; sabırsız bir şekilde bizi bekliyordu. O zaman Rüstem'in bana bir şeyler söylemek istediği şeyi anladım: Otobüse geç kalmışız meğerse. Şaka yollu homurdanmaları şakayla karşılık vererek savurduktan sonra, fazla ses çıkarmadan yerlerimize oturduk. Elimizdeki muz dolu poşeti de gizlemeye çalıştık! Herkes yerine oturduktan sonra muzları kafile başkanı hocamızın önüne koyduk. Şaşırdı. Her ihtimale karşı ilk muzu yemeye başlarken benim başıma gelenleri düşünerek, nasıl yeneceğini tarif ettim(!), akabinde adam başı yarım muz düşecek şekilde kafile başkanımız muzları dağıttı. Otobüstekilerin muzları tıpkı benim yıllar önce yediğim gibi itina ile ve tadına vara vara yerken aldıkları zevki hissettim yeniden! Ancak kimseyi minnet duygusu altında bırakmamak için koltuğuma iyice gömüldüğümü; arkadaşlarımın takdir sözlerini duymamak ve gurura kapılmamak için kendimi gizlemeye çalıştığımı ve terlediğimi de hatırlıyorum. Kırgızistan insanı vefalıdır. Hele böylesi hoş bir sürpriz karşısında teşekkür etmek için bin türlü yol bulmaya çalışırlar. Otobüsün içinde birazdan teşekkür ifade eden sözler havada uçuşmaya başladığında iyice mahcup olmuştum. Benim yerime arkadaşım Rüstem, öyle teşekkür edilecek bir şey yapmadığımı; ellerine yarımşar muz tutuşturmanın büyütülecek bir şey olmadığını anlatmaya çalıştı.

O gün Isıkgöl eyaletinin başkenti Karakol şehrine varana kadar, arkadaşlarımın yaşamasına vesile olduğum mutluluğun yanı sıra, yıllar önce kardeşlerime yaşattığım mutluluğu yeniden yâd etme, yokluk günlerinde damağımda kalan o mütevazı tadı, fakirliğin sıkıntıları arasında saklanmış olan bolluk ve bereketi yeniden hatırlama fırsatım oldu. Gönül kazanmanın, karın doyurma kadar önemli olduğunu bir kere daha anladım. Ve basit bir şekilde, değeri rakamlara vurulamayacak bir zevki bir kere daha yaşatmaya vesile ettiği için Allah'a şükrettim…

 

***

 

Bizim ufaklıklar akşam yemeğinden sonra hesaplarına göre birer muz yiyeceklerini düşünerek, ellerini ovuştururcasına annelerinin muzu getirmesini beklediler. Meyve tabağı geldi. Ancak tabakta dört muz yerine iki muz vardı. İlk başta biraz mızmızlansalar da, paylaşmayı öğrenme dersinin alıştırmalarından birini ebeveyn olarak biz yapınca, birer meyve tutkunu olan Bilal ve Halil, muzu paylaşmaya razı olarak kendi hisselerine düşen parçaları afiyetle yediler. Paylaşmaya razı olmalarının karşılığında, bizim muzlarımızın bir kısmını da ödül olarak aldılar! Bu sırada ben hem bizim ufaklıkların mesrur hallerini seyrediyor hem de yıllar önce bana 'yarım muzluk hayali' gerçekleştirme dersi veren arkadaşım İbrahim'i düşünüyordum; onun yaşattığı mutluluk dolu dakikalara imrenerekten...

* Bereke Bazar- Bereket Pazarı

** Som- Kırgızistan para birimi.

Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
SANKY ZAMAN... - Sayı 67
KURŞUN RENKLİ AŞK... - Sayı 64
Uzaklardaki Ynilti... - Sayı 63
YARIM MUZLUK HAYAL... - Sayı 62
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Batı; kaybettiği noktanın idrâkinde ve kazanacağı noktanın gafili olduğunu -yalnız kendine- ihtar ederek bugünkü buhranını yaşıyor. Biz; tüm taklitçiliğimize rağmen hem birincisinin, hem ikincisinin gafletindeyiz.
Eğer batı gibi kaybettiğimiz noktanın idrakinde olabilseydik, elimizden kaçırdığımız bunca zamandan ötürü eyvahlar eder; kazanacağımız noktanın gafletinden de sıyrılabilirdik…
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Öz musikimizin piri: Mustafa Itrî Efendi
Kaleme yemin


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14596707
 Bugün : 930
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 631612
 Bugün : 413
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 845
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim