Temel değerlerimiz (1) Hidayet Diler Sayı:
71 - Ocak / Mart 2012
Her milletin kendine has özellikleri ve değerleri vardır. Bu özelliklerini ve değerlerini tarih boyunca yaşayarak kazanmıştır. Kazanması yüzyıllar gerektirdiği gibi kaybetmesi de uzun sürer. Türk milletinin de, başka milletlerin gıpta ettiği, büyük ve muhteşem özellikleri ve değerleri vardır. Bu değerlere sahip olması sayesinde, Türk milleti cihan imparatorlukları kurmuş, tarihe yön vermiştir. Başka milletlerin toplumsal ve siyasî yapılarının değişmesine yol açmış, en az üçyüz yıl, şimdi ABD'nin yaptığı gibi tek başına bütün dünyaya meydan okumuştur. Ama temel değerlerinden kaybettikçe, yerine başka şeyler koymaya kalkıştıkça zayıflamış, ihtişamını ve cihat şevkini kaybetmiştir.
Bu değerlerimizin ilk ve önemli ham maddesi “töre”ye olan bağlılıktır. Törelerimiz Orta Asya'dan getirdiğimiz, bizi Çinliler, Moğollar, Hintliler gibi olmaktan, onlara benzemekten koruyan değerlerdir. İlk anda akla gelenler arasında aileye, babaya anaya (ataya) bağlılık ve itaat, doğruluk ve dürüstlük, şeref ve haysiyetine düşkünlük, sayılabilir.
Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte İslâmî değerler, ruhumuza işlemeye ve temel değerlerimiz olmaya başlamıştır. Hayatının tek amacı Allahın rızasını kazanmak olan, bunu sağlamak için yatağında yatmayı bile çok gören, ömrünü insanlığa adayan pek çok fedakâr kimseler görülmüştür. Türk Milletinin en karışık, en sıkıntılı zamanlarında Mevlâna, Yunus Emre, Şeyh Edebâli, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayramı Veli gibi Allah dostları, milletimize en güzel yol göstericiler olmuşlardır. İslâm'ı kendi dilimizde en güzel şekilde ve bütün dünyaya mesaj olacak şekilde anlatmışlar ve yaşamışlardır. Daha pek çok gönül dostu Anadolu insanını ve hattâ ulaşılabilen her insanı nakış nakış işlemiş ve yol gösterici olmuşlardır. Onların ilham kaynağı Kâinatın Efendisi ve O'nun getirdiği mesajdır, yani Kur'ân'dır.
Eğer ruh kökümüzü şekillendiren bu meşaleler olmasaydı ne birliğimiz ne dirliğimiz olurdu. Ne de asırlar boyu dünyaya örnek olabilirdik. Meselâ son asırda, Osmanlı’nın yıkıldığı dönemde, milletimiz, yedi düvele karşı mücadele ederken vatanını ve namusunu koruma duygusu ile şahadet şerbetini içtiler. Onlar ölümün yok olmak anlamına gelmediğini Allah yolunda öldürülenlerin, ölümsüz bir ebedî âleme geçtiklerini biliyorlardı. Yoksa Çanakkale'de (başka cephelerde de) birkaç dakika içinde şehit olacağını bildiği halde, siperinden fırlayıp bir gül bahçesine girercesine ölüme gider miydi?
Milletimizin önde gelen kişileri, liderler, siyasîlere milletimizin dertlerine çözüm ararken, samimiyetle ve kul olduklarının şuuruyla temel değerlerimize uygun hareket ederlerse milletimizden alacakları cevap; sadakat, sevgi ve bağlılık olacaktır.
|