Ölürse tenler ölür Neşe Tekin Sayı:
72 - Nisan / Haziran 2012
Şimdi ne sözü tükenebilir ne de anlatacakları, aktaracakları yüreğini yaralayabilirdi.
Onun konuşması, içindekileri paylaşması elbet yalnızca sözcüklerle olmayacaktı.
Dönecek, döne döne yanacak, yandıkça, kavruldukça, bedenindekileri kaybettikçe daha bir kendisiyle, O'nunla bütünleşmiş olacaktı.
Dönmek aslında durmak demekti. Durmak…
Zamanı, maddeyi, dünyanın işlerini, ahir zaman düşlerini… Hepsini durdurmaktı. Durmak, kendini bu döngüde bulmaktı. Onun için bedenini dünyadan arındırmak, kendisiyle yeniden buluşmaktı. Dönmek; kıbleye, Kâbe'ye, O'na, kendine dönmekti.
Beyazlar içindeki bedeni, herkesten daha yakındı sanki kefene. Kefen onun için korkulu bir rüya değil, kendini gerçekten bildiğinden beri, yana yana beklediği anın gelmesi demekti. O an geldiğinde mutluluğunu saklamayacak, dudaklarından son kez dökülen dualarıyla Yaradan'a kavuşacaktı…
Allah aşkı onun için elbet her bir şeyden önce gelirdi. Ona göre, aşk denildiğinde yalnızca tek bir aşk vardı ki; bu da Yaradan'a duyulan aşktı. O, işte bu aşkı ikiye ayırıyordu. Önemli olan, yaratıcıya maddi bir bağla mı, yoksa manevi bir bağla mı bağlı olunduğuydu. Yalnızca sevap kazanmak, cennette bir yere sahip olmak için duyulan saygı ve aşk mı, yoksa yalnızca “O” olduğu için duyulan aşk mı olduğu mühimdi…
İşte bu düşünceleri gibi, yalnızca ondan geriye kalan birkaç beyit, varlığını bu dünyaya anlatan kanıtlar olacaktı.
Neyin sesiyle buluştuğunda kulağı, eli, yüzü ve tüm uzuvları ılık ılık terler boşanırdı sırtından. Sanki yalnız onun için okunan ezanın sesi ise şatafatlı bir eğlenceye yahut bir şenliğe, düğüne bir davetiye mahiyetindeydi sanki. Şırıl şırıl akan saf suyla buluşurken vücudu, yüzü daha bir aydınlanır, gülümsemesi yüzüne daha bir yayılırdı.
“Allahu ekber” deyip tekbir aldı.Namaz O'nunla konuşmaksa; bu “Dünya'nın tüm işlerini elimin tersiyle itip sana döndüm” demekti. Elinin tersiyle maddi âlemdeki tüm işleri bir yana bırakıp kendini ibadete verdi.
Namazına devam ederken, kaldığı yere eli silahlı üç adam girdi. Biri bağırdı:
“Senden geriye ne kalacak be sofu?”
Fısıltı;
“Semi allahu lime'n hamideh”
Bir çığlık;
“Senin ömrün ne kadar sûfi?”
“Allahu ekber.”
Kahkahalar…
“Allah u ekber.”
Secde…
Sonrası yine kahkahalar ve silah sesi…
İlk değil bu cinayet, kim bilir belki son da değil…
Cinayet yalnızca silahla bir adamı öldürmek midir?
Yoksa asıl cinayet insanları “dinci” diye ayrı bir kefeye koyup ibadetlerine, inançlarına müdahale etmek mi?
Bir insanın namaz kıldığını kendi ailesinden bile saklamak zorunda kalması değil midir asıl cinayet?
Eğer sûfiyi merak ettiyseniz; şunu unuttunuz demektir:
“Ölürse tenler ölür, Canlar ölesi değil.”
|