Odağın neyse gerçeğin odur Harun Mermer Sayı:
109 -
 Okumak insanlar için daima zor olmuştur. Biz millet olarak genelde dinlemeyi ve izlemeyi severiz, bu kolayımıza gelir. Boş vakitlerimizde ya müzik dinleriz, ya televizyon seyrederiz ya da sosyal medyada videolar izleriz. Okumaya gelince işte o zor bir şeydir. Ama çocuklarımıza hep okuyun deriz. Kutsal kitaplar “oku” diye başlar. “Oku”, anla ve yaşa, der. Bizler genelde okumaz, anlatanlara tabi oluruz. Okuyanlar nasıl anlarlarsa öyle aktarırlar veya bir art niyetleri varsa yalan yanlışla dolu bir sürü anlatım çıkar ortaya. Bizde bâtıl ve hurafelerle hayatımızı sürdürürüz.
Televizyonlarda ve sosyal medyada neyi bilmemiz gerekirse onu öğrenebiliriz.
Fazlası asla olmaz. Gerçekler hep bizden saklanır. Kimsenin ulaşamayacağı bir gerçek habere ulaştığınızda haber ya yalanlanır ya da kaynağı sorgulanır. Gerçekler asla büyük kitlelere ulaşmaz. Ulaşsa bile otorite algısından dolayı kimse dikkate almaz. Öğretilmiş çaresizlik burada devreye girer.
Koskoca büyükler yalan mı söyleyecek, hem onlar bizden daha iyi bilir en iyisini deriz.
Her gazete köşesini, her televizyon programında, koltukları birileri kapmıştır. Hiç gördünüz mü herhangi bir açık oturuma katılan sade bir vatandaşı. Sokak röportajı yapılır sade vatandaşla; ama yine otoritenin istemedikleri yayınlanmaz bir türlü.
Son zamanlarda dünyayı sarsan salgın dolayısıyla hayatımızda epeyce değişiklik oldu. Virüsden korunmaya çalışıyoruz. Maske, eldiven takıyoruz, kalabalığa girmiyoruz. Yaşlıların sokağa çıkmasını engelleniyor. Bazı işkollarında çalışma yasağı uygulanıyor. Okullar, üniversiteler kapatıldı, sosyal alanlardaki tüm organizasyonlar iptal edildi, vs.
Aklı ile her daim övünen insanoğlu, küçücük bir virüsle başa çıkamıyor. Bu salgın kendi kendine mi var oldu; yoksa birileri tarafından mı icat edildi diye soruyoruz kendi kendimize.
Eğer bu virüs icat edildi ise kim yaptı bunu? Dünyayı yöneten devletler yaptı ise kendilerine de bulaştı bu hastalık.
Çin’in Wuhan eyaletinde başladığı söylenen bu salgın tüm dünyaya 3 ay gibi bir sürede yayıldı.
Fransız ve Çinli ortakların oluşturduğu ismini bilmediğim bir ilâç şirketi bu virüsü ve aşısını Çin’de icat etmişlerdir. Söylenti ve iddiadır bu ama her söylentinin tabi ki bir gerçeklik payı vardır, isteyen inanır. Hadi canım sen de diyecekler olacaktır. İnsanlar virüs icat ederek kendi vatandaşlarını neden öldürsünler, değil mi. Evet, doğrudur bu projeyi hayata geçirebilmek için kendilerinden de ödün vereceklerdir. Yoksa kim inanacak onlara. Biz hâlâ “maymundan mı geldi acaba bu virüs” diye düşünüp duralım. Dünyadaki tüm devletler de bu projeden haberdardır. Virüsün azalmasını sağlayacak aşı Dünya Sağlık Örgütüne bağlı kurumdan patent almıştır. Dünya Sağlık Örgütü denen bu kurum virüsle mücadele eden tüm ülkelere virüsle nasıl mücadele edilir tavsiyelerinde bulunmaktadır. Dünyanın herhangi bir yerinde hiçbir yetkili çıkıp da bu virüs icat edilmiş hattâ aşısı da bulunmuş diyememektedir. Hattâ bazı araştırmacılar bununla ilgili haber yapmak istediklerinden dolayı ortadan kaldırılmıştır; ama bununla ilgili birkaç internet haberi haricinde bir şey bulamazsınız ortalıkta. Küresel sermayenin gücü kendini bile aşmıştır. Devletler bu yaşanan salgından nasıl kârlı çıkabilirim düşüncesindedir. Kimsenin insanların ölmelerinden endişe duyduğu falan yoktur. Sadece politikalarını, kendi yaşamlarını garantiye almaktan başka endişe duymazlar onlar.
İnsanlar televizyon haberlerinde virüsün bulaştığı ünlüleri görünce a çok yazık diyebiliyor. Ya ismini bilmediğiniz tanımadığınız sadece kendi ülkemizde binlerce vaka var binlerce vatandaşımız öldü. Dünyanın bir yerlerinde sıtmadan, açlıktan, susuzluktan ve doktor bulamamaktan ve buna benzer nedenlerden günde ortalama 25.000 insan hayatını kaybetmektedir. Buna niye kimsenin sesi çıkmamaktadır. Onların da bizler gibi yaşama hakkı yok mudur… Bu soruyu kaçımız kendi kendimize soruyoruz.
Odağın neyse gerçeğin odur dememizin sebebi de budur, sistem hangi konuya ilgimizi çekerse bizler o tarafa yöneltiriz kendimizi, tüm otoritelerin hedefi budur. Bu durum kaçınılmaz son gibi gözükse de gerçekte öyle değildir. Dünyadaki açlık ve sefalet için ben ne yapabilirim demeyiz; “otorite”nin yapamadığını ben bireysel nasıl yapabilirim, deriz. Başkalarının hikâyeleri bizlere dünya klâsikleri olarak okutulmuştur; sonra icat çıkarma, boş işlerler uğraşma, demiştir büyüklerimiz.
Dünyanın dengesini bozmak için bugüne kadar elimizden gelen her şeyi yaptık. Organik tarımı otoritenin sayesinde bir şekilde bozduk. Ormanları villalar yapacağız diye yok ettik. Gökdelenler dikerek büyük şehirler inşa ettik. Avlandık hayvanları yok ettik. Ne olduğunu bilmediğimiz tarım ilâçlarını kullanarak daha fazla hasat yapmaya çalıştık. Su kaynaklarını yok ettik. Yunusları gösteri merkezlerindeki havuzlara koyarak onlarla fotoğraf çektirdik. Vahşi doğa hayvanlarının kafeslere kapatıp ölmelerini sağladık. Develeri su kaynaklarının tüketiyorlar diye vurduk. Santraller yapmak için ağaçları kestik, ihtiyacımızdan fazlasını ürettik, tükettik. İftar sofralarında tabaklara doldurulanların yarısını çöpe attık. Dün aldığımız ekmek artıklarını bayatlamış diye çöpe attık. Evlerimize yeni eşyalarla donattık, 96 parça mutfak takımı aldık. Kıyafetlerimizi eskitmeden yenilerini aldık. Son model telefonlar, arabalar, yazlıklar, kışlıklar lüks ofisler aldık. Kokusu gitmeyen parfümler sürdük. Beş yıldızlı tatillere gittik. First Class yolculuklar yaptık, “Vip” servisler kullandık. Tüketim kültürünü yeni nesillere aşıladık. Çocuklarımızı kolejlerde, paralı üniversitelerde okuttuk.
Ta ki 2,50 liralık makarna ve 1 liralık maskeye muhtaç olduğumuzu anlayana kadar.
Şu an ortalık epeyce durgun, ölüm korkusu sarmış birçoğumuzu, ben kısa bir zaman sonra birkaç yıl öncesine dönebileceğimizi düşünüyorum. Kimse ne virüsü ne makarnayı düşünecek. Tüketmeye ölümün yaklaştığında bile önem veren, market raflarını boşaltan insanoğlu bunu da çabuk unutacak.
Zaten bize yaşattırılanlar sistemin bir oyunudur. Endişelen ve tüket. Kandırılamayan bir toplum inşa etmek için adım atmayı düşünen kimseler, başkaları içinde endişelenebilen sosyal duyarlılığa sahip insanlardır. İnandığın ahlâk ve adaleti kendin ilk önce kendine uygula sonra başkalarından bu değerlere sahip çıkmasını bekle, çok çalış, başkalarına da çalışmayı tavsiye et, çok oku başkalarına da çok okumasını tavsiye et. Neye inandığından önce nasıl yaşadığım önemli olan. Ayaklarından önce aklınla yürü. Bu seni zaten doğru yere götürür.

|