Anadolu irfanının temellerini inşa etmek: Yûnus Emre Hazretleri Hasan Basri Demir Sayı:
110 -
Bir toprak parçasından öte yaşam ve insanlık tarihi adına başlı başına bir medeniyet beşiği olan Anadolu, sınırları dünyanın dört bir yanına uzanan İslâm coğrafyasını besleyen en önemli pınarlardan biridir. Anadolu tarihin satır aralarında pek çok medeniyete ev sahipliği etmiş, kültürüyle, sanatıyla, savaşıyla barışıyla, acısı ve tatlısıyla iyice pişmiş ve nihayetinde İslâm gibi büyük bir devletin baş tacı edildiği, ehlince İslâm sancağının dünyanın dört yanına dalgalandırıldığı bir yurt olmuştur. Her işinde başka hikmet ve güzellik olan Hakk Teâla, Türkü İslâm’la, Müslüman Türkü de Anadolu ile tanıştırmıştır.
Anadolu yaklaşık bin senedir bu ümmetin göz bebeği coğrafyalardan birisidir. Orta Asya Türkleri bin bir meşakkat ve cendereden geçerek bu topraklara İslâm’ın huzur ve esenliğini taşıdılar. Ancak bu toprakların fethinden evvel kalpleri fetheden bir İslâm ve o Müslüman ruhun mayasını karan, temelini bina eden irfan ve marifete de dikkat kesilmeliyiz. Ve keza Anadolu’muzun fethinin müjdecileri pîrân ve erenleri de unutmamak gerekir. Beldelerin fethi o ulu komutanlar ve ordular eliyle gerçekleşirken, kalplerin fethi İslâm ve İslâm’ın sadık hâdimleri meşâyıh ve dervişân eliyle gerçekleşmiştir. İşte bu gönül erlerinden Emrem Yûnus da bu topraklar insanının mânevî mayalarını karan erlerinin başında gelen bir ulu velîdir.
Sakarya nehrinin civarı bir bölgede, kuvvetle muhtemel Nallıhan’da hayatını idame ettirmiş Yûnus Emre. Meşhur menkıbeye göre dünya derdi, maişet sıkıntısı ile evvelâ Hünkâr Hacı Bektaş’a düşmüş yolu. Menkıbedir, yol ustasına varacak ya, bir imtihan belki de Yûnus’a nefes etmez Hazret-i Hünkâr, ama nazar etmiştir kanaatimce. İşaret buyrulur, yol Tapduk’a yollanır, Yûnus’un özü dağlanır. Tapduk Emre Sultanın dergâhında türlü riyazetten geçer, hallerden hallere varır bizim Yûnus. O ulu başı Tapduk Sultanın eşiğinde, kalbine aslî vatanın aşısı vurulmuş beklerken, bir zikir gecesi Hakk’tan işaret gelir, dergâhın âşıklarının dili lâl olur. Yûnus’un gönlü bentlerini yıkan bir nehir gibi çağlamak için ruhsat beklemektedir. İşte o mecliste Tapduk Sultanın himmeti ile bizim Yûnus dilinden inci ve mercanları saçmaya başlamıştır. Hazret öyle bir aşk etmiş ki, hikmetlerle bezeli şiirleri, Yûnus’un eşsiz sadâsı asırlar da geçse bu toprağın insanının gönlünde çınlamaya devam etmiştir.
Yûnus Emre hakikat menzillerinden derdiği marifet incilerini zaman zaman sade bir dille ve kimi zaman da mecazlara bürüyüp aşk ve irfâna susuz gönüllere sâkî olmuştur. Hazretin eserleri kimi zaman Müslüman halk için dinin inceliklerini ve âdâbını gayet anlaşılır şekilde ortaya koyar kimi zaman ise Hak yolunda seyrü sülûka talip olan, vuslat yolcuları dervişân için mühim tavsiyeler verir. Hattâ bazen tecrübelerden de dem vurur ve bazı zaman ise oldukça mecazlı bir dil ile pek çok âlî esrârı ehline açar. Onun bu sanattaki mahareti, divan şiirinde gördüğümüz katmanlı anlam yapısını gayet sade bir Halk dili ile ancak ustaca işlenmiş mecazlarla sunmasında öne çıkmaktadır. Onun “Çıktım erik dalına…” dizesiyle meşhur şiirine birden çok şerh kaleme alınmış olması Yûnus’un bu meslekteki ustalığına ve dahi gönül ve zihin dünyasının zenginliğine işaret eden bir örnektir.
Yûnus Emre kâmil bir er olmakla birlikte onun âşık kimliği daha ziyade ön plânda olarak günümüze gelmiştir. Şiir söylemedeki hüneri ile Hak yoluna davet ve irşâdı zamanı aşıp, asırlarca öteden günümüze ulaşmıştır. Halen daha meclis, meşrep ya da mekân ayırt etmeksizin Yûnus’un sadâsı inanan kalplerde çınlamaktadır. Bu durumu en bariz şekliyle şöyle örneklendirebiliriz: Hazret’in şiirleri evvel emirde bir okuma faaliyeti içerisinde istifade edilen eserler olmakla birlikte, dinî musikimizin başat iki formu olan cami ve tekke musikisinde de önemli bir yer edinerek iki musiki formunda da kendine has hususiyetlere bürünmüştür. Camide, dinî gün ve gecelerde, mevlid vb. ihtifallerde okunan ilâhiler içerisinde Hazret-i Yûnus’un şiirleri önemli bir yer tutar. Yine farklı tarikat ve meşreplere mensup birçok tekkede zikir ve sair ihtifal ve ayinlerde Yûnus Emre’nin nutk-i şerîfleri, birbirinden çeşitli ve özel bestelerle okunagelmektedir. Bu besteler camide başka, medresede başka, cenaze evinde başka, payitaht tekkelerinde bir türlü, Anadolu’nun muhtelif tekkelerinde başka başka türlü olarak icra olunur. Âşık Yunus bestelere, sözlere, cezbe ve vecdlere bürünür ama yine Yûnus diye görünür.
Tasavvuf ve edebiyat tarihçilerimizin görüşleri dikkate alındığında öne çıkan ana fikir şudur ki, Yûnus Emre’nin, yaşadığı dönemdeki siyasî ve sosyal durumlar, eğitim durumu vs. gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda, irşad ve irfanını dile getirdiği dil tercihi ve üslubu, onun çağ aşan bir tesire sahip olmasını temin etmiştir. Doğrusu hemen hemen aynı dönemlerde Anadolu’da yaşamış Horasan erenleri namlı zevatın bakiyesi âşıklar, Hacı Bektaş-ı Velî, Hacı Bayrâm-ı Velî, Yazıcıoğlu kardeşler, Süleyman Çelebi ve daha nice ulu kimseler halk dili olan Türkçe ile eserler kaleme almışlar, söylemişler ve bu eserler neredeyse her eve, camiye, tekkeye yahut medreseye bir şekilde girmiştir.
Anadolu gerçekten pek çok ulu zata ev sahipliği etmiş yahut uluların gönlünü cezbedip onlara misafirperverlik etmiş bir yurttur. Burası İslâmî ilimlerin fıkhından tefsirine, hadisinden tasavvufuna pek çok ilim sahasında önemli isimler yetiştirmiş, muteber eserlerin telif edildiği bir ilim ve irfan beşiği haline gelmiştir. Bir yandan Türk ili bir yandan Horasan ve bir yandan Şam’ı, Mısır’ı, Bağdat’ı ile İslâm coğrafyasının güzide insanları ile beslenmiş bir İslâm yurdu haline gelmiştir. Şeyh-i Ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arabî, Necmeddîn-i Dâye, Evhadüddin Kirmânî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve daha nicesinin bu topraklara aşıladığı yüksek irfan Yûnus Emre, Hacı Bayrâm-ı Velî ve Yazıcıoğlu kardeşler gibi Hak âşıkları eli ve diliyle halkın sadrına şifa olmuştur. Burada bu zevatın halka hitabından Türkçeyi kullanmalarında salt bir milliyetçilikten öte dikkat edilmesi gereken bir husus ortaya çıkacaktır. Din ve hikmetin benimsenmesi, içselleştirilmesi ve bu hal üzere tesirli bir şekilde ifade edilmesidir. Bu durumun sağlanması, tesirin açığa çıkması, gerek bu zevatın ifade ettikleri hakikatleri bizzat ve kuvvetli bir yakîn ile benimsemiş ve yaşıyor olmaları ve gerek halk dilinin bir noktada bu hakikati ifadeye müsait olması ile gerçekleşmiş olmalıdır.
Sonuç olarak İslâm Anadolu’da evvelâ Türkler içinde ve sonrasında zengin bir dinî kültürü pekiştiren coğrafî ve kültürel paylaşımları sağlayan komşuluklarla, Anadolu’ya münhasır bir ifadeye kavuşmuştur. Bu ifade pek tabii İslâmî şiar ve hakikatlerin yakîn seviyesinde içselleştirilmesi ile olmuştur. Bu halin bir neticesi olarak da HALKA HİTAP EDEBİLEN, ASLINDA YÜKSEK VE İNCE ZEVK VE MEŞREPLERİ HALKIN HAVSALASINA SUNABİLEN BİR DİL ORTAYA ÇIKMIŞTIR. Bu noktada halk ozanları diye bahsettiğimiz ancak hemen her biri bir derviş yahut veli olan Hak âşıklarının Anadolu irfanının şekillenmesindeki yeri ve önemi ortaya çıkmaktadır. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda halkın gönlü ve hatırında eşsiz bir yer edinmiş olan Hazret-i Yûnus’un kadrini bir kez daha ifade etmek gerekir. Şüphe yok ki, O ve onun gibi Hak âşıkları bugüne dek ulaşan, belki bir nüve olarak dahi olsa kalbimizde yahut hatırımızda kalan o derin mefkûre, inanç ve sevgiye temel olmuşlardır. Hak Teâlâ Hazretleri cümle pîrlerden, erenlerden, bu dine hizmet etmiş ululardan razı olsun ve bizleri o uluların izlerinden giden ve menzil-i Hakk’a ulaşanlar zümresinden eylesin.
|