Hürriyet Ateşini Tutuşturan Kutlu Çıra: İSTİKLÂL MARŞI M. Nihat Malkoç Sayı:
115 -
"Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;/Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak./O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;/O benimdir, o benim milletimindir ancak." dörtlüğünde geçen "Korkma" kelimesi çok eleştirilse de bu, sığ bir bakış açısının eseridir. Zira İstiklâl Marşı'nın "Korkma" diye başlaması tesadüfi bir durum değil, aksine Mehmet Akif'in bilinçli bir tercihidir. Çünkü o, Türk milletinin ne kadar kahraman bir millet olduğunu, vatanı için canını seve seve verebileceğini, bunu tarih boyunca ispatladığını bilen donanımlı bir münevverdir. Aslında bunu, millet korktuğu için de söylememiştir. Bu haddizatında İslâm düşmanlarına (ehl-i salip'e) bir çeşit meydan okumadır. Malûmu ilâmdır.
Yazdığı şiirlerle, yaşadığı hayat birebir aynı olan Mehmet Akif, "Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!/Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celâl?/Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,/Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl." dörtlüğünde nazlı bayrakla bir nevi söyleşerek onun; uğrunda dökülen kanları, kara toprağın bağrına düşen civanları unutmamasını istemektedir. Bunlar hep mukaddesat uğruna, vatan, millet ve Allah için yapılmıştır. Özgürlük bu yolda can veren milletin kazanılmış tabiî bir hakkıdır.
"Kökü mâzide olan âtî" diyebileceğimiz Mehmet Akif, "Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım./Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!/Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;/Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım." diyerek işgalcileri "çılgın" olarak nitelemekte, kendini kükremiş sele benzetip adeta dünyaya meydan okumaktadır. Bu sözleri ancak vatanı dışında, her şeyini kaybetmeyi göze alanlar söyleyebilir.
Mehmet Akif, "Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;/Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var./Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,/'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?" dörtlüğünde Batı'nın çelik zırhlı duvarlarının (teknolojisinin) Türk'ün iman kuvveti karşısında hiçbir işe yaramayacağını söyleyerek onlardan korkmadığını dile getirmektedir. Buradaki "Ulusun" sözünü tevriyeli kullanarak lâfı gediğine koymaktadır.
Mehmet Akif, "Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;/Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın./Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın/Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın." dörtlüğünde yurdumuzu pervasızca bölüşmeye kalkışan işgalcileri "alçak" olarak nitelendiriyor. Onlara müsaade edilmemesi gerektiğini, "arkadaş" nidasıyla bütün vatanseverlere tembihliyor. Bu utanmaz tasallutlar karşısında herkesin, gerekirse bu uğurda gövdesini siper etmesini, vatansız yaşamaktansa ölmenin (şahadetin) daha onurlu bir davranış olacağını söylüyor. Bizler gövdemizi bir duvar misali siper edersek düşman zaten bu etten duvarı aşamayacaktır. Hem Allah'ın bu konuda Müslümanlara zafer vaadi de vardır.
Söze ruh elbisesi giydiren Mehmet Akif, "Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!/Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı./Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı;/Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı." dörtlüğünde bu aziz vatan için şehit olanları unutmamamız gerektiğini, onların bizlere bahşettiği bu toprakların düşman çizmeleri altında kirletilmesine müsaade etmememizi vurguluyor. Zira bu vatan, alelâde bir toprak parçası değil, aziz şehitlerimizin bize emanetidir. Mithat Cemal Kuntay'ın dediği gibi "Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır./Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Vatanını çok seven ve canından aziz bilen Mehmet Akif, "Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?/Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!/Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,/Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ." dörtlüğünde ülkemizin yer altı ve yer üstü hazineleriyle eşsiz bir toprak parçası olduğunu, onu düşmana yâr etmemek için onca şehit verdiğimizi, şehit kanlarıyla sulanan yurdumuz için bundan sonra da ölüme koşabileceğimizi hatırlatıyor. Hürriyetin olmadığı yerde iffetin de olamayacağını belirtiyor.
Müslüman bir ülkede yaşamayı en büyük bahtiyarlık olarak gören Mehmet Akif, Rabbine şu dua ve niyazda bulunuyor: "Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:/Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!/Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli/Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli." Çünkü ezan İslâm'ın şiarıdır. Mübarek ezanların minarelerimizden günde beş vakit gür bir sedayla okunması için Hilâl'in Salip'e galebe çalması şarttır.
Mehmet Akif minarelerin gölgesinde, ezanların sedasıyla yaşama arzusunu dile getirdikten sonra "O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım; /Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,/Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım;/ O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım." diyerek ruhunun ancak böyle huzura ve sükûna kavuşacağını söylüyor.
İstiklâl Marşı; dudaktan değil, içselleştirilerek ta yürekten yazılmıştır. Mehmet Akif bu güfteyi kaleme alırken, çelikleşen ruhunda inşa ettiği millî heyecan barajının kapaklarını kaldırmıştır. Onun kıymeti harbiyesi sözleri değil, sahip olduğu engin ruhtur. Maazallah, bizi biz yapan bütün millî ve manevî kıymet hükümlerimiz bir an elimizden kayıp gitse de, söz burcunda nazlı nazlı salınan bu büyük marş, bizi tekrar derleyip toparlama kudretine sahiptir.
İstiklâl Marşı, zamanla sükûta uğramış istiklâl ruhunu tekrar kanatlandırarak bütün ihtişamıyla terennüm etmiştir. Bu, öncelikle Ankara ve çevresindeki bir kısım vatanseverde tecelli etmiş; bu marşın vücut bulmasıyla da Edirne'den Kars'a, Sinop'tan Anamur'a kadar yayılmıştır. Böylece hüzün ve gözyaşı yağmurlarıyla çamurlaşan ve içine atılan ümit tohumlarını henüz filizlenemeden çürüten memleket toprakları güneşle buluşmuştur.
Sözü özü bir olan, sözünü özüne, özünü sözüne yansıtan Mehmet Akif; dokuzu dörtlük, biri beşlik olan bu söz abidesinin son bendinde "Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;/Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl./Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:/Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;/Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!" diyerek istiklâlin remzi olan bayrağın ilelebet dalgalanmasını, ancak o hür ufuklarda dalgalandıkça milletin huzura ereceğini, bütün arzusunun bu olduğunu beyan ediyor. Ona göre hürriyet Allah'ı bir bilen ve ona gönülden inanan milletimizin en doğal hakkıdır.
Dünya devletlerinin marşlarına baktığımızda hem şiirsel derinlik hem de üslûp güzelliği bakımından "İstiklâl Marşı" kadar kuşatıcı, millî ve manevi değerlerle iç içe bir esere rastlayamayız. O, bu yönüyle de dünyadaki bütün marşların fevkindedir. Öte yandan bütün millî marşlar, ülkelerin kuruluşundan sonra, yani gidişat belli olduktan sonra yazıldığı hâlde, "İstiklâl Marşı" memleketimizin işgal yıllarında, tabir caizse nalla mıh arasında kaleme alınmıştır. Her şeyin tepetaklak gittiği ve tutsaklığın an meselesi olduğu böyle zorlu bir süreçte böylesine ümitvar bir marş yazmak, halka ve Hakk'a olan güvenin de göstergesidir.
Mehmet Akif'in "O şiir bir daha yazılmaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur. Allah bir daha bu millete bir 'İstiklâl Marşı' yazdırmasın!" sözleri, 'Milletimiz o badirelerden bir daha geçmesin' anlamı taşımaktadır. Biz de M. Akif'in bu anlamlı temennisine katılıyor, onun ifadesiyle 'Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın!' diyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devlet-i ebed müddet olsun.
|