Kaldırımlar, Çile, Sakarya Türküsü şairi Necip Fazıl Ahmet Sezgin Sayı:
120 -
Yüz yılda bir eşine rastlanan bir deha olarak “fikir çilesini bir aşk kudreti ve yakıcılığında duyan” büyük şair, yazar, fikir ve dâvâ adamlarımızdan Necip Fazıl Kısakürek; Amerikan ve Fransız kolejleriyle Heybeliada Bahriye Mektebi’nde okur. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’ndeki öğrenimini tamamlayamadan kazandığı devlet bursu ile gittiği Sorbon Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde bir yıl okur. Paris’te bohem hayatından dolayı tahsiline devam edemez.
Paris dönüşü bankalarda müfettiş ve müdür olarak çalışan Necip Fazıl; Robert Kolejinde, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi gibi çeşitli yüksekokullarda hocalık yapar.
Şairliğe ilk adımını on yedi yaşındayken annesinin arzusuyla atan Necip Fazıl, tahsil için gittiği ama modern hayatın büyüsüne kapıldığı, “bohem hayatı” yaşadığı Paris’te bir gece yarısında kaldırımlarda duyduğu derin yalnızlığını anlattığı “Kaldırımlar” isimli şiiriyle çok büyük bir şöhrete kavuşur. “Kaldırımlar Şairi” olarak anılmaya başlar.
1934 yılı, Necip Fazıl için hayatının yepyeni ve çok önemli döneminin başlangıcı olur. İslâm dışı hayatını “en koyu rengiyle yaşadığı” günlerde Beyoğlu Ağa Camii’nde vaaz veren Allah dostu Abdülhakim Arvasî Hazretleriyle tanışır ve ondan kopamaz. Bu yeni dönemde meşhur “Çile” şiirini yazar ve “Çile Şairi” olur. “Bilinmez meşhur” diye tavsif ettiği Rabb’i bulur ve ona yönelir. “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış. / Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış!” der ve “aynadaki yalan”la “ruh burkuntuları”ndan kurtulur. Üstad Necip Fazıl, “üstün çileyle cüce sanatkârlık”tan kurtulmuştur artık. Ancak “Bir mısraı bir millete şeref verecek şair” diye onu göklere çıkaran devrimbazlar, manevî dönüşümünden sonra ona cüzzamlı muamelesi yapmıştır.
Şair-Yazar Necip Fazıl Kısakürek, artık “beyni zonk zonk sızlayanlardan biri”dir. Çünkü o, “cemiyetin rahminde doğum sancısı”, “mukaddes emanetin dönmez davâcısı”dır. Üstad Necip Fazıl, 1943’te “Büyük Doğu” dergisini çıkarmaya başlar. Ama yazdığı muhalif yazılar sebebiyle Millî Eğitim Bakanlığı tarafından kendisine ihtar verilince hocalıktan istifa eder. “Elli kişilik sınıflar yerine bütün Anadolu’yu kürsü yapan” Necip Fazıl, milleti “sahte kahramanlar”dan kurtarmak, “surda bir gedik açmak” ve “dâvâ taşını gediğine koymak” için Büyük Doğu’yu “mektep” haline getirir.
Tek parti yönetiminin haksızlıklarına, yalan söyleyen tarihe, mankurtlaşmaya muhalefet etmesi yüzünden çok sayıdaki dâvâda yüzlerce yıl hapsi istenen aksiyon ve dâvâ adamı Necip Fazıl, üç buçuk yıl zindanlarda çile çeker. Hemen hemen bütün Anadolu şehirlerinde verdiği konferanslarla cemiyete “Büyük Doğu” adını taşıyan İslâm dâvâsını, “İdeologya Örgüsü”nü anlatan Necip Fazıl, aynı zamanda da bir fikir ve aksiyon adamıdır.
Büyük Şair Necip Fazıl; 1949 senesinde bir Ankara dönüşü, tren yolculuğu sırasında kıvrıla kıvrıla akışını seyrettiği Sakarya Nehri’nden aldığı ilhamla, “masum Anadolu’nun saf çocuğu” olarak nitelendirdiği Müslüman Türk milletinin tarihini, büyük çilesini ve mukaddes dâvâsını Sakarya ile özdeşleşerek milli ve manevî bir coşkuyla muhteşem dile getirdiği meşhur “Sakarya Türküsü”nü yazar. Artık “Sakarya Türküsü Şairi” olarak da zikredilmeye başlar. Bundan sonra “cemiyet” ve “dâvâ” ağırlıklı şiir, tiyatro, hikâye, fıkra, makale, eleştiri, biyografi, monografi türlerinde; tarih, siyaset, din, fikir, kültür, sanat dallarında yüz civarında çok kıymetli eser verir. Üstad Necip Fazıl: “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak, / Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak!” diye fildişi kuleden meydanlara inip haykıran gür sesi, “hor, öksüz ve büyük bir dâvâ”nın yılmaz savunucusudur artık. “Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, / Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”
Üstad Necip Fazıl, “fikrin ne fahişesi, ne de zamparası” olmuş, namuslu ve cesur bir fikir adamıdır. O, “kodamanların viski çektiği kamış borularla kalemine ciğerinden kan çekerek yırtınan, paralanan” bir sanatçıdır. Artık o, “Sultanü’ş Şuara Necip Fazıl”dır.
Açtığı Büyük Doğu bayrağıyla, hemen her il ve ilçede verdiği etkili konferanslarıyla, yüze yakın eseriyle “Büyük Doğu nesli” yetiştiren, Şairler Sultanı, Fikir ve Dâvâ Adamı Necip Fazıl; Hakk’a hicret etmeden önce gençlere bıraktığı vasiyette: “Allah’ı, Allah dost ve düşmanlarını unutmayınız! Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız.” demişti. Üstad Necip Fazıl’ın “Sakarya Türküsü” şiirinde ifade ettiği “kehkeşanlara kaçmış eski güneşler”, “ardına çil çil kubbeler serpen ordu”lar, “giden şanlı akıncı”lar, yurduna döner mi? “Mermerlerin nabzında” tekbirler yine çarpar mı, “deli rüzgâr”lar, Allah bir sedasını bulur mu? Sırtına Türk tarihi vurulan, “yüzüstü çok sürünen Sakarya”, ayağa kalkacaktır inşallah.
“Çile”, “Tohum”, “Reis Bey”, “O ve Ben”, “Bir Adam Yaratmak”, “Sahte Kahramanlar”, “Son Devrin Din Mazlumları”, “Hitabeler”, “Hikâyelerim”, “Kafa Kâğıdı”, “Çöle İnen Nur”, “Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu”, “İman ve İslam Atlası” gibi yüz civarında çok kıymetli eserler ve yüz binlerce şuurlu gençlik bırakan Üstad Necip Fazıl’ın doğru anlaşılıp eserleriyle birlikte mukaddes dâvâsının yaşatılması dileğiyle…
“Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol O’nun, varlık O’nun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”
|