Derin Y?rek Sancysy (2) Emine Yılmaz Sayı:
60 - Nisan / Haziran 2008
Lojmanların önündeyim bir sürü araba var. Fatma Teyzenin ziline bastım. Salih Abi pijamalarıyla açtı kapıyı...
–Salih Abi araba... Oğlum! Lütfen çabuk !
–Ne oldu kızım.?
–Oğlum ölüyor..
–Ne oldu nasıl oldu?
Perişan halimi görünce soru sormaktan vazgeçmişti bile.
–Hay Allah araba Aydın'daydı hemen arayalım getirsin deyip telefona sarıldı Salih Abi.
Ama çok geçti... Aslında zaten çok geçti ben boşuna koşuyordum.... Burda ne işim vardı benim? Hiç bir şey söylemeden açık kapıdan çıkıp giderken Fatma Teyzeyle Salih Abi hala telefon başındaydılar. Yavrum ben evden çıkmadan vermişti son nefesini artık kabullenmek zorundaydım ama nasıl?
–Yavrumm birtanemmm!
–Evde olmalıyım... Böyle bir anda onu nasıl yanlız bırakabildim... Korkuyor mudur şimdi yeni dünyasına geçerken?
Birden Meryem Yengenin sözleri geliyor aklıma; tıp fakültesi 3. sınıfta öğrenci olan tek oğlu. İstanbul da geçirdiği bir trafik kazasında vefat etmişti:
–Ben gitmemiştim cenazeye...
Oldum olası kaçmaya çalışırdım bu tür olaylardan. Meryem Yengeyi, hep yüzünde o masum, sevecen gülümsemeyle görmeye alışmışken onun acı çektiğini görmeye nasıl dayanırdım. Anneme sordum:
–Meryem yenge nasıl diye..
–Bir ilâç vermişler sakin görünüyordu. Cenaze toprağa verildikten sonra kocasının geldiğini görünce, "Bey hemen bırakıp gelmeseydin çocuğu, yerine alışana kadar bekleseydin" dedi.
Annemden bu sözleri duyduğumda tüylerim diken diken olmuş, gözlerimden akan birkaç damla gözyaşına engel olamamıştım. Böyle bir anda yavrumu yalnız bırakmamalıyım.
–Yavrummm bitanemm...Yaşam sevincim.
Eve gitmeliyim... Minik elleri henüz sıcakken son bir kez tutmalıyım. Bedeni soğumadan bağrıma basmalıyım. Kokusunu içime çekmeliyim son kez... Allahım Onsuz hayata nasıl dayanırım! Neye tutunacağım ben şimdi yaşamak için... İntihar da edemem ki; Allah bağışlamaz bunu ve oğlumu bir daha hiç göremem. Ama onsuz nasıl geçer günler, haftalar, aylar, yıllar... O kadarcık yolda bu kadar şeyi nasıl düşündüğüme hala hayret ederim. Evin önüne geldiğimde annem kapının önündeydi...
–Kızım çocuk iyi kendine geldi!
–Hayır anne bunu bana yapma ne olur! Evden fırladığımda o çoktaan ölmüştü!
–Kızım baban hastaneye götürürken gözlerini açmıştı.
Bu cümleden sonra bacaklarım artık beni taşımıyordu kendimi yere bırakmışım. Ambulans gelmişti bizim evi arıyordu, annem çocuğu hastaneye gönderdik dedi. Karşı komşular falan hep kapının önündeydi... Karşı komşumuz kadın bir taksi çağırmıştı. Hep beraber hastaneye giderken arabada, içimden "Allah'ım biliyorum O'nu sen verdin bana, ama ne olur onu benden alma... Ben onsuz yaşayamam" diyorum hastaneye vardığımızda, oğlumu gördüm bana bakıyor ve annem neden ağlıyor diyordu. Fatma Teyzelerde az sonra hastanedeydi .Fatma teyzenin oğlu Aydın da gelmişti ve Aydın, doktorla tartışmaya başladı:–Neden test yapılmadan penicilin veriliyor insan hayatı bu kadar ucuz mu bu ülkede?..
Derken tansiyon yükselmeye başlamıştı, doktor hanım testin garantisi olmadığını izah etmeye çalışıyor, benim kanım çekilmiş, rengim kaçmış... Karşı komşumuz kadın, kız gidiyor bir sakinleştirici yapın diye doktora çıkışınca ipler koptu...
En sonunda doktor hanım anne-babam dâhil hepsini hastaneden sürdü çıkardı. Oğlum bekleme odasında yatıyor, Yaz günü, kocaman sivri sinekler, çocuğumun yüzünde dolaşıyorlar onları kovalıyorum. Oğlumun yüzünden billur bir su akıyor, ama sadece yüzünden değil tüm vücudundan billur bir su akıyor. Ben üşümeye başladım artık sinirlerim boşalıyor olmalı. Bir arkadaşımı oğlumun başına koydum ve çalıştığım servise çıktım bir çift terlik ve formamı giydim.
Geri geldiğimde oğlum halâ uyuyordu. Gece ilerlediği için acil sakinlemiş, garip bir sessizlik çökmüştü.Yüreğime öyle bir acı saplanmış, öyle bir şeyle yüz yüze gelmiştim ki... Tüm değerlerim, tüm bildiklerim bir anda anlamsızlaşmıştı... Hayatımı adadığım uğruna yıllar verdiğim hattâ gözümü kırpmadan hayatımı verebileceğim oğlum...
Demek bu kadar basitmiş onu kaybetmek, demek Allah onu almaya karar verdiğinde kimsenin elinden hiçbir şey gelmiyormuş.
Daha sonra öğreneceğim gerçekler karşısında daha büyük bir şok bekliyordu aslında beni, ama henüz o an farkında bile değildim bunun... Kafamdan binlerce şey geçiyordu hastanede yaşadığım... Hani o kadın vardı, 22 yaşlarında, adını bile bilmediğim genç anne; kocasını bir trafik kazasında kaybettiğinde hamile olduğunu bile bilmiyormuş ve kocasının ölümünden sonra öğrenmiş hamile olduğunu. Küçük oğlu dünyaya geldiğinde belki de dünyalar onun olmuştu... Bir tarafı yanıp yıkılırken belki diğer tarafı umut dolmuştu. Yaşama sevinci olmuştu belki küçük Umut ona... Ve bir gün küçük Umut nazardan korunsun diye omzuna takılan nazar boncuğunun çengelli iğnesini açmayı başarmış ve varlığı tadına bakarak tanımaya çalışan her bebek gibi, ağzına almış ve yutmuştu. Acil hastaneye getirilmiş, ben görmedim ameliyatı da görmedim. O gün öğle yemeğinden çıkarken genç kadını gördüm... Elindeki yarısı içilmiş sönük sigarasını yakmak için ateş arıyordu yoğun bakımın önünde. O an ne düşündüm neden o kadar dikkatimi çekti genç kadın bilmiyorum. Kim bilir belki yarım sigarayı yakmaya çalışması ya da buna yoğun bakım ünitesi önünde cesaret etmesiydi dikkatimi çeken... Yüzüne baktım gözlerinde derin bir korku gördüm. Yemekhanede çalışan arkadaş, sigarası için ateş uzattığında ellerinin titrediğini fark ettim... Ateşi alıp uzaklaşmıştı bile.
Arkadaşın yüzüne baktım... Sekiz aylık bebeğin ameliyattan çıktığını ancak halâ narkozdan çıkamadığını söyledi arkadaş... O zaman anlam kazandı o gözlerdeki derin acının nedeni, o elektrik çarpmasını andıran titreyen elleri...
Artık yolum kesişmişti bir kez merak ediyor ve yoğun bakım ünitesine uğruyordum saat başı...Görevli olduğum servis yoğun bakım ünitesinin bir kat üstündeydi... Aşağıdan gelen feryadı duyduğumda servisteydim.
Koştum aşağı genç anne savruluyor, kendini duvarlara vuruyordu... Bebek başaramamıştı Küçük Umut, annesine verdiği ümidi de alıp gitmişti... O an içime garip bir acı saplandı, yüreğimde derinlerde bir yerlerde bir sancı vardı. Ve onca yıl, hiç yaşanmamış gibi çekti gitti kızın hayatından diye düşündüm, ama yerlerini büyük bir acının doldurduğu bir boşluk bırakarak.
O gece acil serviste ne kadar ucuz atlattığımı yeniden fark ettim. Nerdeyse benim de başıma geliyordu, onca yıllık emeğim sevgimin sembollü olan oğlumu Allah benden almaya karar verseydi benim de yıllarım hiç yaşanmamış gibi olacaktı. Aman Allahım bu kadar kolaymış ölüm dedikleri, bir an var az sonra yok olabiliyormuş uğruna ömür verdiğin en sevdiğin.
İşin ilginç tarafı ben anneliğe hiç talip olmamıştım. Hattâ bana altın tepside sunulan bu kutsal armağanı reddetmeyi bile düşündüm.Yürümeyen bir evlilikte bir çocuğun işi neydi yazık değil miydi. Ama kaderin sahibi bana anneliği layık görmüştü, istemesem de bana oğlumu bahşetmişti. Sevmeyi onunla öğrendim ve onunla büyüdüm ben. Biliyor musunuz ben hiç oğlumu gelecek güvencesi olarak düşünmedim, sadece sevdim,hiç hesapsız sadece masum bakışları var diye.
Birileri bak çocuğun var büyüyünce sana bakar dediklerinde kızıyordum benim oğlumun bir insana vakfedilemeyecek kadar kutsal olmalıydı hayatı. Oğlumun bana yaşlılık güvencesi olarak verildiğine inanmadım. Hiç. Ve yine aynı düşünce zuhur etti beynime ya ölseydi; ya Allah benden oğlumu alsaydı Birine tutunmak istiyordum ya da beynimden geçen düşünceleri susturmak... Doktor hanımın yanına gittim, oğlum nasıl diye sordum.. Doktor Hanım, "o zaten atlattı, götürseydi o anda götürürdü, penicilin alerjisi çok tehlikelidir ve anında götürür antistaminik yapmaya bile yetişemezsiniz biz onu tedbiren alıkoyduk isteseniz gidebilirsiniz" dedi.
Saatin sabahın üçü olmuştu evimde olmak istiyordum ama çocuğumun ayağında ayakkabı yoktu ve ben de iş yerindeki terliklerimleydim. Rutin devriyeleri sırasında, hastaneye uğramış olan ekip otosundaki memur arkadaşlara "istasyon tarafından geçiyor musunuz?" diye sordum. Bu konuşmaya şahit olan şoför arkadaş "biz bırakırız evinize sizi" dedi... 5 dakika sonra kucağımda oğlumla evimizin kapısındaydım...
Anlaşılan o ki, annemleri de uyku tutmamıştı ışıklar açıktı.. Zile bastım korkarak bastım; bu gün yeterince korktular yine korkarlarsa diye geçti içimden. Annem "kim o" dedi megafondan, biziz merak etme iyiyiz dedim. Merdivenlerde karşıladılar, hâlâ uyumakta olan oğlumu kucaklarına aldılar yukarı çıktık... Enjeksiyonu yapan erkek kardeşim yataktan kalkıp geldi ve yaşananların inanılmazlığını konuşuyorduk ve çocuğun yüzüne bakıyorduk, hayatta olmasına şükür ve hayret ederek... Bir ara erkek kardeşim elime verdiği enjektörü ne yaptığımı sordu... "Ne enjektörü" dedim. "Buzdolabının kapağından bulduğun antistaminiği çektiğim enjektör" dedi, Hatırladım.... O enjektörü araba aramaya giderken elimde götürmüştüm ve penicilin yapılan enjektör olduğunu düşündüğüm o enjektörü yere çarpmıştım... Başımdan aşağı kaynar sular devriliyordu sanki... Nasıl yaptım bunu! Oğlumu hayata döndürecek ilacı sokağa nasıl attım... Böyle bir hatayı nasıl yaptım... İşte bu düşüncelerle şoka girmişmiş gibiydim... Öldürüyordum oğlumu, kendi elimle ölümüne sebep oluyordum.
Ölüm düşüncesi beynimi tırmalıyor, bir el yüreğimi sıkıyor sıkıyor sıkıyordu... Tüm yaşananları bir an için de olsa arkama atmak, yaptığım korkunç hatadan kaçmak istiyordum... Duşa girdim... Ama beynimdeki o ses hiç durmuyordu ve kendi kendime konuşuyordum... Ya ölseydi!.. Kendi elimle çocuğumun ölümüne sebep oluyordum! Ve o kadar yüksek sesle konuşmaya başlıyordum ki sonra kendi sesimden ürküyordum... "Kızım kendine gel çocuk iyi deliriyor musun ne?" diyorum kendime ama en çok bir dakika içinde kendimi yeniden bağıra çağıra konuşur buluyorum...
Bu olay defalarca tekrarlandı sanki bir labirente takılmıştı düşüncelerim çıkmaya çalıştıkça aynı noktaya geliyor ve yine kendi kendime konuşur hatta bağıra çağıra konuşur buluyordum kendimi... Son bir atakla düşünce yönümü değiştirmek istedim... Neden başıma gelmişti bu olay... Hayatımı mercek altına almış buldun kendimi... O hastanede şahit olduğum her çocuk ölümü için ayrı göz yaşı dökmüştüm acaba bu muydu sebep ? Yok yok elbette ki bu olamazdı. Ve çocuğum ilk doğduğu zamanları hatırladım "o benim yalnız benim" dediğim ve babasından bile kıskandığım günleri... Sonra babasıyla ayrıldığımızda; çocuğun velayet davalarında yaşananları... Onun için karakol önlerinde dayak yemiş ama ondan asla vazgeçmemiştim. Yani paylaşılamayan olmuştu hep... İşte sorun buydu; hep benim demek istemiş, sahiplenmiştik; ama gerçek hak sahibini unutmak pahasına sahiplenmek istemiştik ikimizde... Ve artık anlıyordum benim değildi... Onun benim vücudum aracılıyla dünyaya gelmiş olması bana benim deme hakkını vermiyordu aslında ve babasının da değildi, Hak Sahibi kime ait olduğunu öğretmişti. Yaptığım, korkunç niyet yanlışını anlamıştım... Allah; bu olayla anlamamı sağlamıştı... Ya onu derse götürüp getirmeler onu her şeyden koruyacağımı sanmalar... Hayır... Bu olay göstermişti ki ne kadar üzerine titrersem titreyeyim yavrumu korumaya gücüm yetmeyecekti. Hattâ tedavi için verilen ilâçla onu ölüme gönderebildiğimi ve onu hayata döndürecek ilâcı da çaresizlik içinde elimde sokağa götürdüğümü anlamıştım...
O duştan çıktığımda bir çok şeye çözüm üretmiştim ve sabah ezanları okunmaktaydı... Sabah namazını kıldım ve defalarca teşekkür ettim Allah a oğlumu bana bağışladı diye... Ama hep şunu söyledim verirken iyi de alınca mı kötü? Allah bir lütufta bulunmuş ve bana anne olmayı hayal bile edemezken bir çocuk ihsan etmişti ve isterse alabileceğini de göstermişti. Her şeyde bir hayır vardır derler ya... Doğru olduğunu şimdi biliyorum. Biliyorum çünkü bu olayın üzerinden yaklaşık 14-15 yıl geçti ve şimdi oğlum İzmir'de yaşıyor çünkü üniversite öğrencisi... O günden sonra ona daha fazla özgürlük tanıdım kendine güveni gelişti; çünkü o olayla anladım onu korumak için boğduğumu, kendine güveninin gelişmesi için hata yapması gerektiğini... Ayakta kalabil-meyi öğrenmesi için düştüğünde koşup vahh yav-rum neren acıdı demek yerine, ona fark ettirmeden onu gözlemlemem gerektiğini... Hayat ona benim kadar merhametli olmayacak; düştüğünde kalkmayı da öğrenmesi için ona riske girebilme özgürlüğünü vermeyi öğrendim. İstediğinde yüreğin en ince kıvrımlarını anlatabildiği bir annesi var şimdi onun... Onunla kavga eden sonra barışan bir annesi var... Hayatı onunla öğrenmek müthiş bir deneyim, çocuğunla gelişmek... Annem "ben çocuklarımla büyüdüm" demişti... Ben de diyorum ki "Oğlumla büyüdüm; onunla hayatın başka ve daha derin yüzünü tanıdım, hattâ Yaradanımı bile onunla yeniden keşfettim...
|