Bize tevhit gerekir Site Editörü Sayı:
68 - Nisan / Haziran 2011
Yaşlı dünyamız, ilginç gelişmelerin çok hızlı şekilde cereyan ettiği bir dönemden geçiyor. Bu dönemin etkilerini hem ülkemizde, hem de dünyada görmemiz mümkün.
Ülkemizde, bir kısım “azınlığın” elinde tuttuğu “muktedirlik” olgusu, her geçen gün biraz daha gerçek sahiplerinin eline geçiyor. Üstelik bu gerçek sahipler sadece ülke içinde değil, dünya sathında da söz sahibi oluyorlar. Ülkenin dış politikaları her kesimden büyük ilgi görüyor, özellikle Osmanlı'nın bir zamanlar hâmisi olduğu topraklarda yaşayan halkların Türkiye'ye olan sevgisi bunun en güzel göstergesi.
Sadece yakın coğrafyada değil, çok uzaklardaki müslüman memleketlerinde de bu etkiyi görmek mümkün. Bunun bir örneğini Malezya'ya yaptığım bir iş seyahatinde yaşamıştım. Bindiğim bir takside şoför Türkiyeli olduğumu öğrenince başbakanımızın ismini söylemişti heyecanla.
Bir yandan ülkemizde bu gelişmeler olurken, Arap ülkelerinde de bir başka “kendini bulma” hareketi alevlenmiş durumda.
Ülkelerini yıllardır diktatörlükle yöneten hükümdarlarına karşı birçok ülkede ayaklanmalar yaşanıyor. Tunus'ta başlayan olaylar, Mısır, Libya derken son olarak Suriye'ye kadar uzanmış durumda. Bu ayaklanmaların endişe verici yanı, zalimlere alternatif bir oluşumun var olmamasından dolayı bu boşluğun, bu topraklardaki zenginliklere göz diken yabancılar tarafından doldurulmaya çalışılması.
Arap ülkelerini genel olarak ikiye ayırabiliriz sanıyorum. İlk grupta Mısır, Yemen, Suriye gibi halkın refah seviyesi çok iyi olmayan ülkeler, diğer grupta ise Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman gibi Araplar'ın genelde zengin olduğu ülkeler. Yakın zamanda her iki gruptan da birer ülkeyi ziyaret etme imkânım oldu. İlk gruptan Mısır, diğer gruptan da Umman ülkelerinde birkaç gün geçirdim.
Mısır'da Kahire ve İskenderiye şehirlerini gezme fırsatım oldu. Kahire çok kalabalık ve büyük, size çöl iklimini hissettiren sarı rengin hâkim olduğu, nüfusunun çoğu fakir olan bir şehir. Afrika kıtasının en büyük şehri… Halk arasında o kadar fakir olanlar var ki, mezar ev denilen yerlerde yaşıyorlar. İskenderiye ise Akdeniz'e kıyısı olan, daha modern, güzel ve düzenli bir şehir…
Mısır'da edindiğim intiba, halk, başlarındaki kişiden çok memnun olmamakla beraber, bir alternatifinin olmaması düşüncesi bile onları korkutuyordu. “Ya daha kötüsü olursa” diye düşünüyorlardı. Kötü de olsa tek sesin çıkması, ülkede iktidara birçok talibin olmasından daha iyi görülüyordu. Bunun bir sebebi de istihbarat ağının çok gelişmiş olmasıydı. Neredeyse her yüz metrede bir polis kulübesi görüyorduk. O kadar ki, gezi rehberimiz Mübarek'ten “amca” diye söz ediyordu. “Burası amcanın arazisi, şurası amcanın sarayı...” İsmini ağzına almıyorlardı. Daha uçaktan iner inmez de uyarılmıştık peşimize polislerin takılacağı konusunda...
Umman'da ise başkent Maskat'ı ziyaret ettim. Okyanusa kıyısı olan bir şehir Maskat… Çok güzel bir havası olan (mevsim kış olduğu için böyleydi, yaz aylarında çok çok sıcak oluyormuş), düzeni ile beni gerçekten çok etkileyen bir şehirdi. Çölün ortasında özel sulama sistemleri ile yeşil bir şehir inşa edilmişti. Trafiği düzenli, halkı kurallara saygılı, yer altı zenginliklerinden dolayı oldukça da zengin olan bir ülke Umman. Özellikle başkentte bu zenginlik araçlardan rahatça farkediliyordu.
Umman sultanlıkla yönetiliyor, başlarındaki kişi Sultan Quabus. Her yer onun resimleri ile süslü. Gördüğüm kadarı ile halk gerçekten seviyor bu kişiyi. Umman'da ayak işleri diye tabir edebileceğimiz işleri Hindistan, Pakistan gibi ülkelerden gelen insanlar yapıyor. Bu tür bir iş yapan Arap göremezsiniz.
Mısır'da yaşanan olayların çeşitli ülkelere sıçramasından sonra, Umman'da da benzeri bir hareketin olacağını hiç düşünmemiştim. Oradaki halkın refah düzeyi yüksekti. Gerçi Mısır ve Libya'ya göre Umman'daki olaylar çok çok küçük kalır ama orada da Sultan bazı yenilikçi tedbirler almak zorunda kaldı.
Arap dünyasındaki bu hareketlerin, hayır mı şer mi doğuracağını zaman gösterecek. Her zaman batı dünyasına ve İsrail'e karşı kayıtsız kalmalarını hayretle izlediğimiz Arap ülkeleri bu hareketlerle biraz olsun kendilerine gelebilecekler mi yoksa oluşan bu boşluğu Batı dünyası mı dolduracak? Bu hem onlar için hem de dünyadaki tüm müslümanlar için önemli bir soru.
Hem bu gelişmelerin, hem de ülkemizde yaşanan sürecin, İslam dünyasındaki “tevhîdin” sağlanmasına vesile olması duası ile...
|