Suya pislik düştü Mehmet Hasret Sayı:
68 - Nisan / Haziran 2011
 “…nedir bu eller? Ah! gözlerimi oyuyor bu eller!! Yüce Neptün'ün tüm okyanusu ellerimdeki bu kanı temizleyebilir mi? şu ellerim… Uçsuz bucaksız denizleri kızıla çevirir…” der “Shakespeare”, “Lady Macbeth”in ağzından…
Vicdan, kızıl rengin ne demek olduğunu bilir…
“Arz-küre”nin dörte üçü su, geri kalanı kara… İki karışla, üç arşınla ne karayı, ne suyu geçebilirsin, çünkü suya pislik düştü mü geçtiğin yerlerin ne olduğunu ne başkası, ne sen bilirsin; bir günahı paylaşır gibi… Bütün çevre değişir, o zaman sen bir pislik coğrafyasına bir kent kurarsın…
Havanın hakkını verin, suyun, güneşin, toprağın hakkını verin; kirletilenleri geri verin, kirletilmeyenlere el sürmeyin… Hiçbir bünye suya pislik düştükten sonra o sudan iğrenmeden edemez… Çünkü bu suyla birlikte her şey kirlenmiştir; temizlik bile bu suyla kirlenir, kimse bu kiri üzerinde hissetmeden edemez…
Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta suya pislik düşürüldü; su mundar, kara mundar, topyekûn dünya mundar oldu… Vicdanlar biliyor ki artık suya pislik düştü mü, bu dünya iğrenilecek bir yer oldu… Şimdiyse örümceğin ağına kelebeği çekiyorlar; bütün dünyaya, Afrika’ya, Ortadoğu’ya demokrasya vaat ediyorlar… Onları “yasemin devrimleri”yle, “odesa” şafaklarıyla şereflendiriyorlar…
Kelebek Tunus’ta fakir, Mısır’da fakir, Libya’da fakir; gözleri ıssız, elbiseleri acı, dokunuşu mazlum; bilmem daha hangi doğu ikliminin köşesinde bu yüz fakir; kelebek oysa biricik kalbiyle has görkemin ve zarafetin vatanı… Ona musallat tiranlara bile, yalnız eliyle işaret ederek, yumruğunu sıkarak “lütfen benim vatanımdan gidin” diyor…
Amerikası, Fransası, İngilteresi ve dahi benzer şeceresi ise, “arz-küre”nin batı ucunda itlik, kopukluk, çakallık, sırtlanlık sanatkârlığına soyunmuş, toplu iğne başlarıyla dünya haritası üzerinde mizansenler kuruyor… Ayak oyunlarıyla, bu oyunların işlemediği yerde de, savaş oyunlarıyla dünyayı saklı bir tiyatro sahnesi haline getiriyor…
Sahnede “kardeş kanını içmek” var, “kardeşi kör kuyuya atmak”, “insan eti yemek” var; sahnede kırk haramiler var… Bu mizansenlerin hepsi, hak ve batıl arasındaki savaşın üzerinden perdeler kalksın diye… Sahnede Atina tanrılarından petrol tanrılarına, “finansal türev-ürün” tanrılarına kadar safları iyice belli eden azgınlık temsilleri var…
“Shakespeare”i “Timon”ca konuşturalım o halde, onların dilinde onlara bir cevap olarak; “…ey tanrılar, ne kadar lânetiniz kaldıysa yağdırın Atina’nın senatörleri ve aşağılık çirkef sürüleri üstüne! İçlerindeki çamura boğun onları! Buradaki dostlarıma gelince, hiçe saydığım için hepsini, hiçlik dilerim hepsine sizden, buyursun hiç yesinler! Açın tabaklarınızı köpekler, açın da yalayın!..”
Bizim cevabımız Allah’ın vaadindedir, bütün vadeler dolar, mahşere kadar da dolmaya devam eder… Görüntüde galip olanlar, kendi çamurlarında boğulur… Allah’ın vaadi var; siyaset biter, bütün masallar biter, bir gün hak ve batıl bir meydanda karşı karşıya gelir…
Allah bizim cüssemizi Hakk’ın ilminden yana eğitsin, korusun, kollasın, esirgesin… Allah’ım bize Hakk’ın ilminden yana O’na en güzel şekillerde şükretme yollarını öğretsin… Her genişlik ve darlıkta, her darlık ve genişlikte mücahit hallerin bünyemizde hayat bulmasını bahşetsin… Bizim bu has dualardan başka yaşama hakkımız olmadığı gibi, dünyada da biricik ekmeğimiz, suyumuz budur…
Vakti zamanı gelince su kaynama noktasına varır, saflar da belli olur…
|