Merhamet Necip Fazıl Kısakürek Sayı:
70 - Ekim / Aralık 2011
Kâfir: Benim İslâmiyet’e en büyük itirazım nerededir, bilir misin?
Mümin: Bilmez olur muyum! Sizin İslâmiyet’e en büyük itirazınız değil de, İslâmiyet’te en tahammül edemediğiniz nokta küfrünüzün, varılmış bir netice olması değil, sebep teşkil etmesi…
Kâfir: Hayır, hayır! Allah’ı kabul edememekteki tereddüdüm, o ayrı… Ben İslâmiyet’te en çok müsamaha ve merhamet eksikliğine tahammül edemiyorum!
Mümin: Her şeyi tersine çevirip zıddiyle vasıflandırmaktaki inkâr mizacı, bu sözünüzden nasıl da tütüyor, bilseniz!
Kâfir: Yine mi hakaret?
Mümin: Asla! Çünkü cezanızı verebilseydim, size yine hakaret etmezdim ki…
Kâfir: Ya ne yapardınız?
Mümin: Allah’ın emrettiğini!
Kâfir: Görüyor musunuz? Müsamaha ve merhamet eksikliğiniz nasıl da belli oluyor?
Mümin: Kendi ilacını kendisi seçmek isteyen ve doktoru müsamahasızlık ve merhametsizlikle itham eden biçare hasta! Size en büyük merhamet, hakkınızda Allah’ın emrettiğini tatbik etmektir. İşte siz bu inceliği anlamıyorsunuz!
Kâfir: Hangi incelik?
Mümin: Şu incelik ki, İslâmiyet’in, dış görünüşüyle, sertlik ve merhametsizlik gibi duran bütün emir ve yasakları, aslında en yüksek en varılmaz merhamet zirvesine bağlı ölçülerdir. Dişi ağrıyan ve kendisini taştan taşa çarpan bir adama merhamet, onu şişkin yanaklarından öpmek midir, yoksa zorla ağzını açıp bağırta bağırta dişini sökmek mi?
Kâfir: Bu ölçüye göre İslâmiyet’in kullandığı kılıcı da bir merhamet aleti diye gösterebilirsiniz!
Mümin: Sizi bilhassa tebrik ederim! İslâm’ın kılıcı, operatörün neşteri gibi, bizzat ve binnefs merhamet aletidir.
Kâfir: Hükmünüz, beni, İslâm’da merhamet eksikliğine dair tezimi şunun için çürütemez ki, o tamamen aklî ve tefsirî kalıyor. Yani akılla, İslâm’da merhamet bulunduğunu ispata çalışıyorsunuz. Bana İslâm’da merhamet ruhunun herhangi bir hissi örneğini verebilir misiniz?
Mümin: Bilseniz, bu tarafımız ne kadar kuvvetlidir. Fakat biz, bazı dinlerde olduğu gibi merhameti reklâm ve ticaret unsuru diye kullanmadığımız için, onu evvela aklî teşhisle gösteririz.
Kâfir: Bütün tebliğ unsurları bir tarafa; elinizde İslâmî merhamete ait telkinî misaller varsa, buyurun, dinliyorum!
Mümin: Peygamberler Peygamberinin en büyük dostu ve sahabisi Hazret-i Ebu Bekr’in bir duası vardır: “Yârabbi! Sen kâmil ve mutlak kudretin sahibisin! Kudretine son düşünülemez. Beni, hesap günü, o kadar büyüt, büyüt, büyüt ki, cehennemi yalnız ben doldurayım ve başkaları için orada yer kalmasın!” Peygamberler Peygamberinin nur kaynağı bâtın alemine Hazret-i Ebu Bekr yoluyla gelen birkaç velide de ayniyle eşine rastladığımız bu duadan daha keskin merhamet ruhu misalini acaba hangi dinde bulabilirsiniz?
Kâfir: Bu misal, aynı ruhun devamını ispata kâfî mi?
Mümin: İslâm’da olup da devam etmeyen her şey, İslâm’a değil, İslâm’ı anlamayanlara ait bir vasıftır. Bütün gerçek İslâm planı, nefslerini gayr için ezen ve gayrin yükü altına girmekten büyük haz tanımayan velilerin menkıbeleriyle doludur. Bu veliler yalnız ağlarlar, gülmezler. Şu var ki, birtakım rahipler gibi göz yaşının karaborsasını işletmezler. Evet mi?
Kâfir: Evet ama, hayır!
Mümin: “Hayır ama, evet” diyebilmiş olsaydınız, bir nebzecik samimiliğe yaklaşmış olurdunuz. (Mümin-Kafir’den)
|