Doğuda buhran Necip Fazıl Kısakürek Sayı:
123 -
 Doğuda buhran, Doğunun İslâmlıkla kazandığı toplayıcı ve bütünleştirici zemine bağlı hükümdar milletler arasında, bu zemini dünya çapında ve yeni zaman ve mekânlar içinde koruyamamak, dâvanın aşk ve vecdini kaybetmek, işi dedikodu ve mezhep tepişmelerine bırakmak yüzünden patlak verdi. Evvelâ Araplar, sonra İranlılar, daha sonra Türklerde...
Bu üç milletten gayri Hintlisi, Çinlisi, Moğolu vesair topluluklariyle Doğu, İslâmdan evvel bellibaşlı medeniyetlerin her biri kendi infirad veya tesir bölgesinde ayrı ayrı doğup gelişmesi ve çürüyüp batmasından başka bir hüviyet belirtmez. Galip ve (aksiyon)cu rengiyle BÜYÜK DOĞU, İslâmdan sonra billûrlaştığı için aynı büyüklüğün buhranı da İslâmdan sonradır.
Doğuda buhran devresi, biri millet millet kendi uzuvları arasında ve kendi içinde, öbürü de Batının teşekkül ve tebellüründen sonra rakip dünya karşısındadır. Doğunun, daima Muhteşem Şark göründüğü ve Mukaddes Emaneti bir kavimden öbürüne devrederek, yalnız buhranlı kavmi tasfiye etmekle kaldığı mes’ut devir, 7 nci Asırdan 16 ncı Asır ortalarına kadar sürer. 16 ncı Asırdan sonra ise, Doğu, hükümdarlık hakkı bakımından tasfiye edilmiş ve Türke intikal etmiş milletleriyle, Türkün şahsında, topyekûn en büyük buhranı kaydeder.
18 inci ve 19 uncu asırdan sonra Doğu, artık Batının gözünde, bütün cins ve mezheplerini birleştiren bir miskinlik, dâvasızlık, mahkûmluk ve gerilik psikolocyası yatağıdır. Her türlü akıl ve âlet, madde ve dünya şuurunu kaybetmiş olan bu kocaman yatak, o günden beri Batının muazzam istismar arsası...
Doğunun Türkte, 16 ncı asırdan sonra patlak veren, öbür Doğu milletlerini de daha evvel kavurmuş olan buhranı, binbir harikulâde müsbeti içinde binbir harikulâde menfisiyle başta Fars ve Bizans tesiri bulunmak üzere İslâm saffet ve hikmetinin bulandırılmasından doğdu. Bulandırışlar ve bulanışlar, kendi kavimlerini yere sere sere bayrağı genç ve saffetli kavimlere ciro ettire ettire sürdü. Fakat her şeye rağmen Doğu, İlâhî kubbeleri, fildişi yüklü kervanları ve Eski Yunana kadar her şeyi ilk defa zaptetmiş kütüphaneleriyle, insanlık fezasına tek başına tahayyüz hassasını muhafaza etti. En genç ve saffetli kavim olan Türkün eline geçtikten ve dünya çapında (aksiyon)lara giriştikten sonra da, aynı bulandırış ve bulanışla, teşekkül ve tebellürünü tamamlayan Batıya çatar çatmaz topyekûn ricat, hezimet ve iflâsa düştü.
Hâlbuki Doğu, Batının 15 inci ve 16 ncı Asırda ayak bastığı akıl hakları sınırını 8 inci asırda aştığı halde kazancını sistemleştirmeden geriye dönmüş; Batının (Rönesans) günlerinde de mânalardan habersiz kışır muhafızı yobazlar elinde, Peygamberinin emrini hatırlayamamıştır: “Hakikat, mü’minin kaybolmuş malıdır; nerede bulursa alır!”
Doğunun buhranı içeriye ve dışarıya doğru, evvelâ kendisini kendi menfî dehâsiyle çürütmekten, sonra da bizzat kendisinde mevcut silâhları rakibine kaçırtmaktan ve hakikat içinde hakikati kaybetmenin ruh sar’ası altında şifası zor bir felce uğramış olmaktan ibarettir. (İdeolocya Örgüsü, s. 48)
|