Mitler ve Ger?ekler Arasynda Medyumlar, Melekler ve Ynsanlar Mehmet Hasret Sayı:
47 - Ocak / Mart 2005
Avrupalı için kişilik maskedir; ‘persona’, yani karakterler dizisi etrafında bürünülen şey…
Maske çıkarıldıktan sonra geride kalan nedir? O da maske…
Kötü ve iyi kişilik kanatları arasında karakterler tek bir görüntü veremez mi, Avrupalı bakışa göre sonsuz çözümü var bunun… Çözümsüz olan çözüm… Kötülüğün nevrotikliğe sürükleyen doğası gereği insanda kamaşan bir dolap dolusu karakter… Oysa sonsuzluk güzergâhları boyu iyiliğin varoluşa eşlik ettiği derinlikli bir seyyahlıktır bu… Kişi olmak isteyene mesele gönül kapısından girmeye bakar…
‘Olmayanın kendiyle yıkımı’ ‘olduğu gibi olan şey’i getirir, kişilik ancak böyle bir kavram-akımı etrafında yeniden ve doğru olarak kurgulanabilir...
Kişilik, varolandan başka bir akla sahip olmaktır…
Varolan’da görünmezin görünümleri varlık kitabının bilinmez sayfalarıdır…
Görünmezin görünümleri buranın öteki tarafına bakar…
O iklimde, yani sadece buranın öteki tarafında duygu bedenlenir…
Duyuş, düşünüş, sezgi, idrâk ve ötesi kişiliğin cephelerini oluşturur…
‘Sonsuzca gelen ve sonsuza gidecek olan’ bu arada ‘her yere uğrayıp her şeye bir karşılık olan’ duruş ve cepheler içinde ben denilen oluşur...
Bu kavram örgüleri içinde manzara nedir yekûn nedir?..
Manzara, bir taraftan teferruatlı bir karakteristiği olan; içte didikleyici, dışta toparlayıcı; koşulsuz veya güdülü olmayan fikre göre çerçevelenmiş, yani eşyaların arasındaki aksiyonu işaret noktalarından tutup kavramış; diğer taraftan da göz ve akıl melekelerinde uhrevî cevelanlar tekevvün ettiren, buhardan donmuş-cismani kesit…
Yekûn ise aynı kategorideki veya bir unsur altında kategorik hale getirilebilen elemanların herhangi bir matematik-görü etrafında; bütün elemanları, eleman türevlerini kapsayan ve onları ele alınan konuya perçinli bir işleyiş usulüne bağlı olarak sebep sonuç ilişkisi içinde neticelendiren mantıksal işlem...
Buna göre;
bize denk düşen manzara kafasını bir ayağı iç hezimetlere kenetli, öbür ayağı dış komplolara mıhlı pergelin arasına sıkıştırmış, mekanik bir akrebin kıskaçları arasında kıvranan, aynaya baktığında üzerindeki beton makyajı görmekten ve dahi ne ve kim olduğunu, kendindeki hasletleri bilmekten uzak bir zavallı portresi…
bize denk düşen yekûnu formüle etmek ise dünyayı bir kaldıraçla kaldırmaktan daha zor. Zira portremizden çıkan işaretlere göre bizde bir kişilik bulup yerine oturtmak mümkün değil. Kafa fakültelerinden çıkarıp da çözümsüzlük olarak addedeceğimiz bir çözümümüz bile yok bizim… Fikrimiz yok, entelektüelimiz yok, teşkilatlı bir toplum dokumuz yok… Bizi diri tutan yalnız ve yalnız ruhumuz ve ruh kökümüz…
Biz Avrupalı aksanıyla konuşan, lusifer kuyruklu şahsiyetsiz yazarlara, değme alnı jelatin akıtmalı aydınlara, kıvırtmalık dansöz, şarkıcı, DJ vesaire türünden bilumum sanatçı müsveddelerine lâyığız; çünkü her şeyden önce bizim bir şeyin devamı olan bir şahsiyetimiz, bir keyfiyetimiz yok… Bunu çatacak milli karaktere sahip olsak bile, fizikî gövdeye sahip değiliz… Biz geçmiş eşyamızın, tarihî hafızamızın bir şahsiyeti olmasa, bizim adamakıllı meskûn paralel ve meridyenler arasında bir varlık sebebimiz de yok… Boşuna yaşayışın boşuna tacı…
Bütün bu şartlara rağmen, işte hayalimiz odur ki; bize başkalarınca kimlik diye verilenlerden öte, bir gün ne kuzey, ne güney kutbunda; ne yerin dibinde, ne fizik semanın üç karışlık haritasında, ne Süveyş kanalında, ne Bering boğazında, sadece bu toprak yumağının içinde ve dahi bu arzkürenin kalbinde başka bir akıldan gelenlerin temsil ettiği şahsiyetli bir varoluş çatabilelim ve o varoluşun ülkesini kurabilelim…
|