Berzah içinde berzah Necip Fazıl Kısakürek Sayı:
75 - Ocak / Mart 2013
Dün milletçe berzahtan geçmekte olduğumuzu yazdım. Bugün de, mukaddesatçı-milliyetçi bayraktarlar sınıfının berzah içinde berzahtan geçtiklerini, 1945'den evvel berzah ümidinin bile olmadığını, sonra berzahı andırır bir çığır açıldığını, yolumuzda berzah karakterinin 1960'a kadar değişmediğini, hâttâ bu devre içinde berzahta tepelerden yaylım ateşleri açıldığını ve baskınlar yapıldığını, 1960'dan sonra ise berzahımızın büsbütün daraldığını ve kendimize sadece bir hercümerç ve sahipsizlik havası içinde tecelli imkânları arayarak başlarımızla kayalara toslamakta olduğumuzu çerçevelemeliyim.
Millet berzahtadır ve biz bu berzahın içinde ayrı bir berzahtayız. Kuyu içinde kuyu. Tepemizin üstünde eski zamanın çil kuruşu kadar küçük görünen bir ideal iklimi gibi bize çok uzaklardan gülen gökyüzünü, dâvamızın pırıltılı dövizi nurlandırıyor:
Her şey İslâm'da ve İslâm her şeyde…
Ve biz bu pırıltılı dövize, efsanelerdeki uçurumlardan daha derin bir çukurdan bakıyor, onun vücudunu görüyor, vaat ettiği hayatı anlıyor, buna rağmen onu, erişilmesi en çetin menzilden seyretmeye mahkûm bulunuyoruz.
Dilimizde tüy bitinceye kadar tekrarladığımız gibi, bu nokta, dâvamızın, erişilme hak ve liyakatı bakımından ne büyük cehd, aşk, vecd, fedakârlık hamleleri istediğine işarettir; ve muhale yakın bir başarının gerektirdiği şartlarla beraber en büyük şan ve şerefe delâlet…
Sadece zorluk derecesini düşünerek göğsümüzü kabartabilir ve adalelerimize yeni (enerji) seyyâleleri doldurabiliriz.
İyice bilmek, bellemek, anlamak lâzımdır ki, biz her devrin menfuru, mahpusu, menhusu, makhuru, mazlumuyuz; hiçbir devrin matlubu, mahbubu, mergubu, me'nûsu ve mebusu olmak imkânına malik değiliz; ve milletçe içinde bulunduğumuz dış berzah nereye çıkarsa çıksın biz, bütün ölçü âletlerini parçalayacak bir iman şiddetiyle şahlanmadıkça, zamanenin daima mahkûmu, mezmumu, meş'umu, merdudu olmak mevkiindeyiz.
Biz Türk milletinin yürekleri birleştirilince meydana çıkacak olan, kristal döşeli, “Cadde-i Kebir”in yolcularıyız; ve zamane mühendislerinin toprak üstüne çizdiği birtakım kısır yollar veya çatlak asfaltlarda ifademizi bulamayız. Onun içindir ki, hiçbir partiden değiliz, ve bunları “baş düşmanımız”, “kıç düşmanımız” veya “düşmanlarımızın derece derece düşmanları” diye bir tasniften başka bir sıralamaya ve ona göre, üzerlerine büyük bir nefret veya mevzii muhabbetle abanmaktan gayri bir şey yapmaya imkân bulamayız.
Topyekûn sevgi ve bağlılığımızın, üzerinde mihraklanacağı parti ve yol ortada mevcut değildir ve mevcut olabilmek istidadını da gösterememektedir.
Zira biz, berzah içinde berzahtayız.
Bu berzahtan çıkabilir miyiz?
Belki. Fakat her şeyden evvel kurtuluş ve oluşun, berzah içinde ruh ve alâkasını bulmak şartıyle…
Kim Allah ve Sevgilisi adına sonunda hiçbir dünya saadeti vaat etmeyen, hâttâ her musibete imkân belirten ve sadece divâneler gibi gökte nurdan bir dövize müncezip muhale benzer bir ameliyeye çağıran berzah hayatını, cevr ve cefaya tahammül ahlâkını, sabır ve rıza seciyesini tercih ediyorsa, arkamızdan gelsin!.. Zaten bu dâvanın, böyle olmayanlarla kazanılması imkânsızdır. Onun içindir ki, ne öyleleriyle milyonları aşmaktan emniyet hissi duyabilir, ne de böyleleriyle birkaç kişi kalmaktan ümitsizliğe düşebiliriz. Yalnız böylelerini istiyor ve gerisine günübirlik dünya menfaat ve huzuruna dönüp lütfen bizi aldatmamalarını tavsiye ediyoruz. Onlar berzah geçildikten sonra aramıza katılmak ve sonradan dâvanın en hararetli bezirgânı kesilmek üzere şimdilik bekleyebilirler!!!
Berzah, nasıl olsa bir yere çıkar. (Çerçeve 3, 21.06.1965)
|