Çağ açıp çağ kapayanların lisanı Yavuz Şamil KILIÇ Sayı:
86 - Ekim / Aralık 2015
Fatır/10: Kim izzet isterse izzetin hepsi –cemia- Allah’ındır. Tayyib –temiz- kelimeler Allah’ındır ve salih ameller sahibini Allah, ref eder, terfi ettirir, yükseltir.
Kim hakiki mü’min olarak yaşıyorsa, Aziz Allah, İlâhî izzete lâyık olduğu nispette izzet verir. Mü’min olarak yaşayan ile yaşamayanın lâyık olduğu izzet başkadır. Allah, lâyık olduğu kadarıyla izzet verir diye de anlayabiliriz.
İzzet, kulun Allah’ın yanında makbuliyetli olması demektir. İzzet sahibini cehennemin yakması mümkün değildir. İzzet, makbul olmaktır, yüceliklere sahip olmaktır, izâz ehli olmaktır.
Tayyib, temiz kelimeler Allah’ındır ve buna mü’min mutlak surette sahip olmalı ve kullandığı kelimeleri hep tayyib olan temiz kelimeler olmalıdır.
Allah’ın ref edeceği, terfi ettireceği, yükselteceği kullardan olmak için ise salih amel işleyebilmelidir. Salih amel işlemek ise evvelâ salih kul olmaktan geçer. Salaha ermiş olmak icab eder. Bu ise Asr suresindeki sıralamayı takip ile mümkündür. Evvelâ iman edilecek, iman kalbe indirilecek ki salih amel işleyebilmek nasib olsun.
Bir yerde cennetlik mü’minin vasıfları olarak izah edeceğimiz bu hususlardan, cennetlik mü’minin evvelâ izzet kazanması, sonra bütün muamelâtında kelimelerini hep tayyib –temiz- olan Aziz Allah’ın kelâmlarından seçmesi ve cümlelerini bu doğrultuda kurması gereğinin ne denli mühim olduğunu anlatmak isteriz. Ve salih amel sahibini Allah yücelttiği için bütün bu hususlara cennet ehlinin vasıfları diyebiliriz.
Yukarıdaki bu izahatın mânâ-i muhalifinden anlıyoruz ki: Kur’ân dışı kelimeler asla tayyib –temiz- olmaz. Ve izzet sahibinin lugatında tayyib olmayan, süflî kelimeler asla bulunmaz. Hâl böyle olunca, izzete vesile olan ulya kelâmları kullanıldığı o mübarek lisana neden “çağ kapayıp çağ açanların lisanı” dediğimiz pek güzel anlaşılmalıdır. Ecdadımızın sahip olduğu izzet ve ulya kelâmlar ile salih amel işleyen salih kul olmaları, o muhteşem ikili Fatih ve Akşemseddin dedelerimizin müjdeci hadise mazhar olması, onlara olan sevgi ve hayranlığımızı arttırmakta ve onların sahip olduğu bu cennet ehli vasıflarına ulaşma gayretimizi canlı tutmaktadır.
Müslümanlar için bugün kullanılmaya kullanılmaya unutulup anlaşılmaz hale gelmek üzere olan kelimeleri yaşatmak –kanaatimizce- ciddi bir iman borcudur. Bunun için, sırf Kur’ân’ı Kerîm’in Arapça olması bile kâfi bir sebeptir. Zira en cahil Müslüman bile Kur’ân’ı Kerîm’den okunan bir parçayı dinlediği zaman onda geçen kelimelerin bir kısmını tanıdığı için –hiç olmazsa- mevzua intikal etmek ve bu suretle hislenmek imkânını bulur. Bu gidişle lisanımızdaki bütün Arapça kelimeler terk edile edile okunan bir Aşr-ı Şerifle, içinde tanıdığımız tek kelime bulunmayan faraza bir çince metin arasında -MAAZALLAH- hiçbir fark kalmayacaktır. O zaman halkımız, Kur’ân’ı Kerîm okuyanları sırf bir âhenk ve musiki alâkasıyla mı dinleyecekler?!.. İşte devrimbazlar milleti bu hazin noktaya doğru götürmektedirler.
Tevbe/28: Müşrikler necistirler, pistirler. Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.
Tevbe/40: Kâfirlerin kelimeleri süflîdir. Allah’ın kelâmları ulya’dır.
Ulya kelimeler izzet kazandırır. Kur’ân kelâmları başta olmak üzere Aziz Allah’ın kelâmlarını değiştirmenin asilik etmek olacağını ve böylece de izzet ehli olunamayacağını anlamaktayız. Aziz Allah’ın kelimelerini değiştirdin mi pis, necis, süfli kelimeler ulya kelimelere tercih etmiş olunuyor. Yükselemeyip gerilemek için en azından bir sebep, süfli kelimeleri ulya kelimelere tercih etmek… Maalesef günümüzde bu hassasiyete sahip olanların ne denli az olduğunu ama böylece de bu izzetten mahrum olanların ne denli çok olduğunu hatırlatmak isteriz.
Lisanımızdan tardedilmek istenen kelimelerin kabahati (!) menşelerinin Kur’ân olmasıdır. Fakat düşman için red ve boykota sebeb teşkil eden bu vasıf, Müslümanlar için bir terviç ve rağbet sebebi olmalı değil midir?!
Türkçe'mize dair sûikasde bir misal olarak herkesin bildiği “savaş” kelimesi mevcud diye bunun Türkçe'de mukaabili zannedilen “harb, muhârebe, cidal, mücâdele, cihad, mücâhede, cenk” gibi kelimelerin he'yet-i umûmiyesinin yerine hep bu zavallı “savaş” kelimesi kullanılmaktadır.
“Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim,
Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim!..
Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim
Allah Türk’e acısın, yalnız bunu dilerim…” (Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK)
Daha dün müslümanlar birçok uydurma kelime ile alay ederdi. Bir kimse “olasılık, sorun, ödün, amaç” vb. kelimelerle konuştuğunda, onun bir komünist olduğuna hükmederek sözlerinin muhtevâsına asla alâka göstermezlerdi.
Uydurma lisanı, İslâm dâvâsı içinde gözüktükleri halde terviç edenler bu zaaf ve gafletlerine kılıf olmak üzere “bu cereyanın artık karşı konulamaz bir şiddete ulaştığını” iddia etmektedir. Böylece de unutmaktadır ki; kendileri gibi gaflet edip bu kelimeleri kullanan müslümanlar çıkmasaydı, bu uydurma lisan umûmîleşemezdi. Demek ki, bu bâtıl dâvâyı umûmîleştirmenin mes'ûliyeti İslâm’ı telkin mevkiinde olanların uhdesindedir. Böyleyken kendi kusurlarını bir mâzaret olarak nasıl ifade edebilirler.
|