Garbı uyandırıp aydınlatan İslâm Âlimleri Yavuz Şamil KILIÇ Sayı:
85 - Temmuz / Eylül 2015
Zuhruf Sûresi 44. Ayet: “Şüphesiz bu Kur’ân senin ve kavmin için bir öğüttür, ve ondan mes’ul olacaksınız (hesaba çekileceksiniz).”
Bu mesuliyet şuuru ile Ashab-ı Güzin efendilerimiz bir numune-i timsal olarak karşımızda durmaktadır: “Biz, Kur’ân-ı Kerim’den on âyet-i kerime öğrendik mi, o on âyetin helâlini, haramını, emir ve nehiylerini öğrenmedikçe bir sonraki on âyeti öğrenmeye geçmezdik.” Bu ibretamiz ifade ahir zamanı doludizgin yaşadığımız şu asırda ne de çok tefekküre muhtaç değil mi? Bu izahatımızdan maksad, Kur’ân’ın âmir ayetlerine istinaden amel edilmesi ve günlük muamelâtta da bu istikamet üzere yaşanmasının ehemmiyetini ifade etmektir. Ve bu muamelât, amellerin faydasını görebileceğimiz bir ihlâsla olmak mecburiyetindedir.
İHLÂS
“İnsanlar helâk oldu, âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu, ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu, ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek azim bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.” Bu hadis-i şerif ile ilim, amel ve ihlâs üzerine zikredilen merhaleleri geçme mecburiyetimizi izanınıza sunarız. Nitekim bu hususa dair Müceddid-i Elf-i Sani İmam-ı Rabbani Hazretleri 59. Mektupta: “Sonsuz felaha kavuşabilmek için üç şey, muhakkak lâzımdır: İlim, amel, ihlâs” tesbiti ile dikkatlerimizi ihlâsa, ihlâs ile amel etmeye çekmektedir. Kazanılmasındaki zorluk açıkça ifade edilmiş olan ihlâsa değinmekten gaye, semerenin ortaya konmasıdır. Zira semere, ihlâs ile edilen amel ve muamelâtın neticesidir. Bu ifadelerimizin zahirdeki izahatı olarak İslâm âlemleri, kendilerini ispat edercesine Garb âlemini uyandırıp aydınlatmışlardır.
SEMERE
Hicr Sûresi 9. Ayet: “Şüphesiz ki zikri (Kur’ân’ı) biz inzal ettik (indirdik) ve onu biz muhafaza edeceğiz.”
Din-i Mübin-i İslâm, Aziz Allah’ın muhafazası ile tam on beş asırdır ayaktadır ve kıyamete kadar da hayatiyetini devam ettirecektir inşallah. Öyleyse merakımızı sizinle paylaşarak sizi tefekküre davet ediyoruz: Sahabe-i Kiramdan sonra eslaf-ı izam ve ecdad-ı izam tarafından anlaşılıp anlatılan ve yaşanılıp yaşatılan bu dinimiz vesilesi ile, Garb âlemi uyandırılmış ve aydınlatılmış, çağ kapatılıp çağ açılmıştır. Bu semereleri ile ehl-i Kur’ân olduklarını ispat etmişlerdir. Bu ulvî neticelerden, gayretlerden uzaklaşmamızın sebebi, Kur’ân olmadığına göre -ki tahrif olmamıştır, olmayacaktır- o mübarekleri yetiştiren mekteblerden, mürşidlerden uzaklaşmış olmamız mıdır? Bu ifritten sualin kılını çekebilecek akıllara medyun-u şükranız.
Garbı uyandırıp aydınlatan İslâm âlimleri, çağ kapayıp çağ açanlar ve Rönesans'a kaynaklık edenler, İslâm kültürünün semeresi olarak garbı medenileştirmişlerdir ve hep aynı usûl ile, tasavvuf ile yetişmişlerdir. Vusûl de böyle olmuştur.
Çağ kapatılıp çağ açıldığı zamanın müslümanı, bu zamanki müslüman olsa idi, hiç çağ kapanıp çağ açılır mıydı? Kur’ân, aynı Kur’ân. Hûlasâ, temsil etme ve tebliğ etmek suretiyle icra edilmesini sağlamak meselesi olarak ifade edebiliriz. O dönemlerde yaşayanların bugünkü insanlara göre daha dindar olmaları ömürlerini ilme vermelerini engellemiyordu. İlim, dinin ikiziydi. İslâm âlimleri “Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır, âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir.” gibi hadisleri baş tacı etmiştir.
RÖNESANSIMIZIN MATEMATİK HOCALARI MÜSLÜMANLARDIR
Meçhulü belirten “X”, Müslümanların icadıdır.
Sinüs ve tanjant Müslümanların buluşudur.
Sıfırı Müslümanlar bulmuştur. Bugün bize çok basit gelen sıfırın icadı hakkında Jeaques Risler şöyle demektedir: “Herhalde bu bir dâhiyane icattı; hiç abartmadan denilebilir ki, sıfırın icadı insan cinsinin en büyük keşiflerinden biridir.” Bütün bunlara dayanarak Risler “Rönesans’ımızın matematik hocaları Yunanlılar değil, Müslümanlardır” demek zorunda kalmıştır.
El-Harezmi (ö.846): İslâm ilim ve fikir dünyasının hattâ topyekûn ilim âleminin köşe taşlarındandır. Altmış dokuz âlimle beraber Halife El Memun için ilk coğrafya ansiklopedisini tertip etmiştir. Astronomi alanında yaptığı tablolar Kurtuba’dan Changay’a kadar uzanan sahada yaşayan astronomlara yüzyıllarca rehberlik etti. Trigonometrinin kurucusudur. Algorithme (logaritma) kelimesi de, Batılıların “Al-harizmi” dedikleri, Harezmî’nin isminden gelmektedir.
Ortaçağ Batılı coğrafyacıların, İslâm coğrafyacılarıyla mukayese edilemeyeceklerini, günümüz Batılı coğrafyacıları da kabul etmektedir. Bu konuda Watt şöyle demiştir: “Avrupalıların edindiği en geniş ve doğru coğrafi bilgiler Müslümanlar sayesinde olmuştur.”
El-Biruni (973-1051): Dünyanın kendi etrafında döndüğü gibi, güneşin de etrafında döndüğü fikrini Kopernik’ten beş, Galile’den ise altı asır evvel ilk açıklayan âlimdir. Böylece Biruni, dünyanın hareketine işaret etmekteydi.
İbnü’n-Nefis (1210-1288): Tıp âleminin en kıymetli keşfini küçük kan dolaşımını bulması ile yapmıştır. Hem de bu keşfi, M. Serveto ve R. Colombo’dan üç asır, Harvey’den dört asır evvel yaparak bu şerefin de müslüman âlimlerde olmasını sağlamıştır.
Ak Şemseddin (1390-1458): İlk tahsilini Osmancık ve Amasya’da tamamladıktan sonra 1445’de Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap etmiştir. Fatih Sultan Mehmed ile İstanbul’un fethine iştirak etmiş ve fethin manevi fatihi olmuştur. Bu sırada Peygamberimizin sancaktarı Ebu Eyyub el-Ensari’nin kabrinin yerini keşfetmekle meşhurdur. Tıp sahasında çalışmış, mikrobun varlığını tesbit ederek hastalıkların da tohumları (mikropları) olduğunu belirtmiştir. Ak Şemseddin Hazretleri yolda yürürken otlar kendisine, “Ben şu hastalığa şifayım, ben bu hastalık için şifayım” diye seslenirdi. Bütün tıp ilmini üzerine bina ettiği keşfi olan mikrop ve bulaşıcılıkla da tıbba en büyük hizmeti yapmıştır. Bu bakımdan haklı olarak “Lokman-ı sani” lakabını almıştır. “mai kibrit-i şerif” dediği ilâcın birçok hastalığa deva olduğunu belirtmiştir.
Bir düşün! Kısaca misal verdiğimiz İslâm âlimi dedelerimiz ilmi terakkiyat noktasında garbı uyandırıp aydınlatmasa ve tarihinin kaydettiği en muhteşem ikililerden Fatih ve Ak Şemseddin dedelerimiz ile o mübarek milleti vesilesi ile çağ kapanıp çağ açılmasa, bugün Avrupa âlemi hâlâ papa, kilise, engizisyon şeytan üçgeni kıskacında olacaktı. Ve dünyaya deniyetten başka bir hediyesi (!) olmayacaktı. Ne yazık ki, İslâm güneşinin, karanlıklarının üzerinde tulû etmesinden nasibini alamayan garb âlemi, sekülarizmi seçmesi ile de deniyet ehli tek dişi kalmış bir canavar olarak tarihe leyle-i yeldâ misali geçmiştir.
Bu kadar izahati kâfi görmekle beraber bir hadis-i şerifi sizlere sunarak sevgi ve saygılarımızı gönderiyoruz.
“Ya âlim, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol! Sakın beşincisi olma, yoksa helâk olursun.”
(Mahmut Karataş’ın Müslüman Bilim Adamları ‘Mostar- İstanbul 2010’ eserinden ve Mehmed Niyazi’nin ‘Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği’ (Ötüken-İstanbul 2011) isimli eserinden istifade edilmiştir.)
|