Sorumsuz ve dertsiz insanlar Kubilay Ertekin Sayı:
91 - Ocak / Mart 2017
Bunlar, kendi onurunu ve dînî, millî mensûbiyetini umursamayan bir kısım müptezellerdir. O yüzden bu tipler milletin başına en büyük dert olanlardır. Nitekim ülkedeki anarşi ve terör olayları genellikle bunlar arasından çıkmaktadır. Bununla birlikte okuyan, yazan ve düşünenlere destek verip teşvik edeceği yerde, onlara köstek olup moralini bozmayı, azmini ve şevkini kırmayı, duygu ve düşüncelerini mıncıklayarak engeller çıkarmayı görev bilenlerdir. Şerrin, kötülüğün, hayâsızlık ve imansızlığın, kural hâline geldiği günümüzde ve devlet-millet düşmanlığının yaygınlaşması, sol siyâsetinde onların paralelinde tavır alması bile onlar için dert değildir. Elbette (aynı zihniyette olmayanları tenzih ederiz.) düşmanların her alanda aktif ve faal durumda olmasına rağmen, Müslüman’ın âtıl ve pasif kalması onun için en büyük züldür. Aslında bu da yetmez… Şuurlu bir Müslüman her alanda tam bir donanım içinde ve hazır olmak zorundadır. Ama ne hazindir ki, İslâmî kesimde bu tiplere sıkça rastlanmaktadır. O yüzden gerçek bir Müslüman, sıradan bir insan değildir. O, derdi ve dâvâsı büyük, himmeti ve ufku geniş, milletini kucaklayan, duygulu ve hisli bir adamdır. Bu açıdan onlar tarihin şeref levhâları, dertlilerin ilham kaynağıdır. O yüzden her şeye sâhip olmasına rağmen bu konuda sıkıntısı olan bir topluma ‘kaht-ı ricâl (adam kıtlığı) deniyor…
Nitekim merhum M. Âkif;
“Duygusuz olmak kadar, dünyâda lâkin dert yokmuş.
Öyle mel’un muş ki hâin, kurtulan bir fert yokmuş.”
Demiştir. Evet, duygusuz ve sorumsuz insanlar; Milletin başına dert olan müptezel-îtibarsız, asalak kimselerdir. O yüzden dertsiz, gamsız ve sorumsuz kimseler genelde; okumayan, düşünmeyen, duymayan ve hissetmeyen, hattâ duymak ve görmek istemeyen, daha açık bir ifâdeyle gerçek bir Müslüman olmayan insandır. O tip kimseler ilk emri “Oku!” diye başlayan aziz bir dînin mensûbu ve müntesibi olamazlar. Çünkü Peygamber efendimiz (SAS) “Din kardeşi nin derdini dert edinmeyenler bizden-gerçek Müslümanlardan-değildir.” buyurmuşlar. Bu ise okumak ve sorumluluk hissi taşımakla mümkündür. Zîrâ bâzı araştırmalara göre dünyâda kitap okuma oranlarının şöyle olduğu söylenmektedir; (kişi başına kitap okuma; İsrâil de 1150 kişiye bir kitap. Almanya’da 1025 kişiye bir kitap. Japonya’da 600 kişiye bir kitap. Türkiye’de ise 9.500 kişiye bir kitap düştüğü, buna rağmen ülkemizde 80 kişiye bir kahvâne, 70 kişiye bir meyhâne ve 60 kişiye bir bar-pavyon ve gece kulübü düştüğü görülmektedir.)
Açık-gizli çalışan fuhuşhâne ve kumarhâneler zikredilmemiş ama, onunda en az meyhâneler kadar olduğu söylenebilir. (Denilebilir ki, yedi yüz yıllık bir kültürün yok edilmesi ve mâziyi inkâr zihniyeti ile milyonlarca insanın câhil bırakılması karşısında bunlar da az sayılmaz.) Her ne kadar bu bir züğürt tesellisi olsa da, pagan ve batakhâne kültürüne sâhip olanlar bunu bile dert edinmiyorlar. Nitekim ülkede terör, anarşi ve her tür ihânet odaklarına sâhip çıkan, laikçi ve siyâsetçi geçinen şarlatana ve şirret bir çığırtkana göre; “Yurdumuzdaki sefâhat ve batakhâneler, Laisizmin ve Lozan zaferinin çok önemli kazanımlarıymış.” (!) Çünkü Yozgat Vâlisinin bölgedeki bâzı fuhuş yuvalarının ve halkın ifsâdına çalışan diğer fezâhat ve sefâhat çukurlarının kapatılmasına bu gerekçelerle (!) karşı çıkmıştı. (25/8/2016 basından) Şimdi bu mentaliteye göre “kocası askerde iken 8 ayda 300 erkekle yattığını kitaplaştırıp televizyonlarda reklâmını yapan Y. Yeşimler ve “İnadına fâhişe, inadına ibneyiz” diyerek pankart açanlarla “Hiç bir Müslüman erkekle evlenip ondan çocuk yapmam. Çünkü onlar gerici ve yobazdır!” diyenler, “Hepimiz Cheguvare’nin yoldaşıyız. Hepimiz Ernostayız. Hepimiz Ermeniyiz” diyen zihniyet ve ideoloji sahipleri “Lozan ve laisizmin kazanımı-faydası mı oluyor.(!)
Ayrıca bu “Lozan” olayına niçin hep millî irâde, târih ve inanç düşmanları sâhip çıkıyor?
Anlamak mümkün değil. Oysa şöyle demek daha mâkul ve mantıklı değil midir? (Ülke yanmış, bitmiş ve yok olma durumuna gelmiş. Elde silâh, orduda asker yok. O toprakları vermeseydik, bu yurdu elde edemezdik. O yüzden buna mecbur ve mahkûmduk.) denilse kimsenin itirazı olmazdı. Fakat milleti aptal yerine koyarak tarîhi gerçekleri inkâr edip açık olan bir durumu “zafer”diye yutturmanın ve bu acı gerçeği kedinin pisliğini sakladığı gibi yıllarca milletten saklama gayretkeşliğinin bir âlemi olmasa gerek... İşte tüm bu mantık sefâleti karşısında gerçek bir Müslüman’ın hayat prensibi, yukarıda meâlini verdiğimiz hadîs-i şerif ve âyet-i kerîme istikâmetinde olmalıdır. O yüzden Müslüman’ım diyen ve kendini öyle nitelendiren her insanın hiç değişmeyen, insânî ve İslâmî ölçüsü-özelliği; okumak, düşünmek, diğergamlık ve tefekkürdür. Nitekim inancımızda; “Bir saat tefekkür, bir yıl nâfile ibâdete bedeldir” buyrulmaktadır. Gerisi ‘furûat’ teferruat ve lâf-ı güzâftır.
Nitekim M. Âkif merhum;
“Oku, şâyet sana bir hisli yürek lâzımsa.
Oku zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.”
Demiştir. Aslında namaz-niyâz, hayır, hasenât gibi tüm dînî görevler bunun içinde mündemiç ve mevcuttur. Ya da bunu hazırlayan unsurlardır. Eğer yapılan ibâdetler ve hayrî hizmetler, sayılan bu tür özellikleri sağlamıyor ve insana bu vasfı kazandırmıyorsa, her şey boş ve mânâsız demektir. Nitekim bu ıstırâbı en derinden yaşayan ve hisseden bir insan olarak merhum M. Âkif şöyle diyor:
“Gamsız insanlar için eğlencedir yaşamak..
Yüreğin hisli mi, işkencedesin tâlihe bak!”
İşte 15 Temmuz olaylarında ülkenin ve din kardeşinin derdini en büyük dert edinen sorumlu, onurlu insanların hayatlarını ortaya koyup kendini tankların önüne atmaları, böylesine yüce bir dâvânın, ulvî bir gâyenin, görevin, bahtiyârlığın örneği ve ülkenin dertlisi olduklarının en canlı ispâtıdır. O yüzden gerçek Müslüman, dertli bir insan demektir. Dertsiz-tasasız gamsız ve sorumsuz kimseler egoist, bencil kimselerdir. Kişi kendini, ailesini ve yakınlarının durumunu düşündüğü kadar, milletin ve ülkenin derdini de dert edinmelidir. Muhterem Hekimoğlu İsmâil’in (Ömer Okçu) “Derdi mi seviyorum” isimli dört ciltlik bir eseri vardı. Zevkle okunması ve insanın derdiyle hem dert olduğunu gösteren ve dertlerini nasıl sevmesi gerektiğini anlamaya yardımcı olan bir kitaptır. Ayrıca bir İslâm büyüğü ve tasavvuf erbâbı olan Niyâzi Mısrî Hazretleri’nin şu mealde bir sözü vardı:
“Derdi mûtat-âdet etmişim, dermân imiş derdim bana”
Aslında buna, menfi yönden bir örnek verebiliriz… Bilindiği üzere, çok kimsenin yakından tanıdığı, habis hayâtı ve mesleği ile sürekli dîne ve dindar kesime saldırılarda bulunan müfsit bir kimse var... Geçende şöyle demiş. Efendim; Sayın Genelkurmay başkanı, Yeni Akit yazarı merhum Hasan Karakaya için baş sağlığı dilemiş de, solcu ve Marksist bir artiste neden aynı dilekte bulunmamış? (Basından) Görüyorsunuz ki, adamlar neleri dert ediniyorlar. Hani “Post-modern darbe” döneminde ve ölen bir zâlim için “Hakkımızı helâl etmiyoruz!” dediklerinden dolayı A. Dilipak ve arkadaşlarına tazminat davâsı açıp evini sattırmışlardı. İşte o 28 Şubat cunta dönemindeki hayâsızlığın aynısını, bugün Sayın Genelkurmay başkanına yapmak isteyen sakîm-hastalıklı bir zihniyetin hâlâ var olduğu görülmektedir. O yüzden zulüm kurallarının ve zâlimlerin zirve yaptığı dönemleri tekrar yaşamamak için her Müslüman’ın çok daha dikkatli, dertli ve sorumlu olması lâzımdır. Üstelik kimin kime rahmet dileyip tâziyede bulunması gerektiği de öylesi müfsitlerin tasarruf ve yetkisinde değildir. İşte devâm eden bu çeşit küstahlığa, mütecâvizliğe ve şirretliğe karşı, gerçek bir Müslüman’ın nasıl davranması gerektiği bilinmelidir. İçinde bulunduğumuz dönemde milletin başına musallat olan hâinlere ve bozguncu anarşistlere, millî irâde düşmanlarına karşı teyakkuzda bulunmak gerektiği unutulmamalıdır. Zîrâ uçak krizine kadar azılı bir ABD düşmanı olan Putin’ci, Moskofçu-votkacılar, Rusya ile siyâsi ilişkiler normal hâle gelip, devletin bu kozu onların elinden alması, bu soysuzları fenâ halde açığa düşürmüştür. Şimdi ise yazarı, çizeri ve siyâsetçileriyle birlikte gurup-gurup viskici ve düşman oldukları ABD’ye ilticaya başladılar. İlkesiz ve iffetsizlerin geldiği nokta budur. Özellikle Avrupa devletlerinin toplu halde terör ve hâinlere sâhip çıktığı bu dönemde, içteki ihânet odaklarının da aynı tavrı göstermeleri ve onlarla iş birliği içinde olmaları, milletçe nasıl bir ihânet karşısında olduğumuz görülmelidir. Bunlarınki siyâset değil, politika değil, yazarlık ve gazetecilik değildir. Sâdece kendi fâsit ideolojilerini ve bozguncu zihniyetlerini millete dayatmak ve Tayyip Erdoğan’ın şahsında millî irâde düşmanlığıdır. Yani senin, benim siyâsi ve demokratik tercihimize ipotek koymaktır. Şer cephesinin azdığı, iç ve dış düşmanların atağa kalktığı, idealist gencecik bir kaymakama varıncaya kadar şehit edildiği bir dönemde, hâlâ sorumsuz, umursuz, zevki safâ peşinde olanlara ancak şöyle denir (M. Âkif):
“Bütün dünyâ ve mâfihâ ayaktayken yatan!
Hey sıkılmaz, ağlamazsan bâri gülmekten utan!
His yok, hareket yok, acı yok, leş mi kesildin.?
Hayret veriyorsun abana, sen böyle değildin!”
(NOT; Eleştiriyi fazla sert bulanlar olabilir. Şu örneğe siz ne diyeceksiniz?... Bir akrabâmı “Kardelen”e abone yaptım. Teşekkür beklerken, telefon edip dergiyi göndermememi söyledi. “Parası ödendi, senden para istenmiyor. Sen okumazsan okula giden çocukların okur, dergiyi ben değil, sâhibi gönderiyor.” dedimse de ısrarla gönderme diyordu. İnsanlığımdan utandım... Başka bir örnek… Samimi olduğum bir din görevlisini abone yapmak istedim. Cevap; Abi, ben okumam, parasını vereyim kimi istersen onu yap dedi. Ve binlercesi... Utanılacak değil, kahrolunacak bir durum içindeyiz.. Beri tarafta, sapık ideolojisini destekleyen paçavrayı tomar, tomar alıp okuyan ve dağıtan bir insan (!) yanında, bizden geçinenlerin hâli-pürmelâli budur. Ayrıca okuyup-yazmanın da bir cihat olduğunu bilmeyen angutlara ne denir ki? Üstelik “Her günü, bir gün evvelkinden iyi olmayan Müslüman ziyandadır!” buyuran bir peygamberin(SA) ümmetiyiz.(!) Müslüman, basiretsiz-ferâsetsiz durağan bir insan değildir.)
|