Eşek ve deve Kubilay Ertekin Sayı:
122 -
Tasvir-i ahlâk kitabının yazarı olan merhum Ahmet Rıfat’ın enteresan bir hikâyesini anlatarak bu yazıma başlamak istiyorum.
Eski dönemlerde bugünkü gibi tırlar, kamyonlar, uçak ve trenler yaygın olmadığı için ulaşım ve ticaret hayvanlarla yapılırdı. Örnek olarak zengin bir tacirin bir sürü devesi, katırı, eşeği ve öküzleri olduğu için yükler bunlarla taşınırdı. Buna kervancı derlerdi. Bir adamın bu hayvanlarına fazla yük yükleyip kötü davrandığı için sırtları yağır (yara) olmuş olan bir eşekle devesi varmış. Kervanın konakladığı bir yerde bu deveyle eşek bir fırsatını bulup kervandan kaçmışlar. Bir müddet gittikten sonra sulak ve çayırlık bir alana rastlamışlar. Orada keyiflerince taze otları yiyip akan sudan içerek kısa zamanda yaraları iyileşmiş. Zinde ve semiz bir hale gelmişler. Bu arada eşek “Deve kardeş, benim çok güzel sesim var, bir şarkı söyleyeyim de dinle.” demiş. Deve de “Bunu yapma kervanın dönüş zamanı yaklaştı, aynı yoldan dönecekler, kervancı sesini duyar ve bizi yakalar, vazgeç bu sevdadan” demiş ise de eşek başlamış anırmaya. Gerçekten de kervan dönüşte aynı yerde konaklamış ve adam kaçakları aramak için etrafta gezerken eşeğin sesini duymuş. Her ikisini de yakalayıp “sizi hain ve nankörler” diyerek kervana getirmiş. Öbürlerinin yüklerini de bunlara yükleyince deve demiş ki; “Senin eşekliğin yüzünden bak şu başımıza gelenlere, çeneni tutsaydın şimdi çayırlıkta rahatça beraber yaşıyor olacaktık.”
Günümüz insanlarının bir eli yağda bir eli balda olduğu halde 27-30 yıl (1950’lere kadar) bu millete çektirdiklerini unutanların şimdi birtakım şarlatan ve şerirlerin bol keseden vaatlerini ve onlara pembe ufuklar çizmelerini göstermesi bu güruhun saf değiştirmeleri bana bu hikâyeyi hatırlatmıştır. Buna dair aynı meselede merhum M. Akif’in “Semerci ve Eşekler “başlıklı bir hikâyesi daha vardır. İleride bunu da anlatacağız.
Millî Şef döneminde millet aç ve sefildi. Hastane, yol, elektrik, gaz, tren, otobüs gibi ulaşım araçları yoktu. Sıtma, tifo, tifüsten, bitten ölen insanların haddi hesabı yoktu. Ayrıca yol parası, mal parası, âşar vergisi gibi değişik isimler altında para toplanıyor, altı lira yol parasını veremeyenler ekmeği yanında bir ay boyunca yollarda çalıştırılıyordu. Beş altı çocuğu olan bu vergiden muaftı. Rahmetli Halil eniştem bu altı lirayı bulmak için üç köy dolaştığını, bulamadığı için de Çamlık-Selçuk arasındaki tren yolunda bir ay çalıştığını söylerdi. Şimdi “Yandık, öldük, bittik.” diyen hazırcı ve lüpçüler millî iktidarlar sayesinde semirdikleri için bu acıları bilmez ve işin hazin tarafı tarih de okumazlar.
O dönemin sefaletini çekenler, şimdi hayatta olmadıklarından bunu bilenler azalmış, okuryazar geçinenler de geçmişin zulüm kokan dönemlerindeki belgeleri bu zalimlerin yüzüne vurmuyorlar. Onun için her ne kadar ulaşımın kolay olduğu bilgisayar çağında yaşasak da, tarih bilinci, millî şuur açısından halkımız cehaletin girdabında yaşıyor. Benim muhatap aldığım ve asıl bu konulara isyan etmesi gereken muhafazakâr olan olmayan İslâmî kesimdir. Yazık ki bu kesim yoğun ideolojik sapma, saptırılma karşısında gayelerini, ideallerini yönlerini değiştirmiştir. Her Allah’ın günü inandıkları Allah’a, kitaba, peygambere, tüm mukaddeslerine ağız dolusu küfreden inanç ve millî irade düşmanı sapkın bir kesimin bu tecavüz ve hakaretlerine tepkisiz kalmaları korkunç bir dalalet örneğidir. Kendilerini Müslüman tesmiye edenlerin; sakalına, sarığına, çarşafına, cübbesine, şalvarına hakaret eden bu mütecavizlere karşı hâlâ o kesimin peşinde koşmaları ve onlara payanda olmaları, akla ziyan bir durumdur. Onlar bu durumları inançlarıyla nasıl bağdaştırıyorlar bilmiyorum. Gerçekte şuurlu bir Müslüman bu mütecaviz saldırılara karşı sessiz kalması bir yana, var gücüyle inandığı değerlerin savaşını vermelidir. Bu konuda yazılacak ve yaşanmış olan çok olaylar belgeler vardır. Son günlerde, bir sokak köpekleri olayı büyük bir hadise olmuş durumda. Köpeklerin saldırdığı onca insan ve çocuklar bir yana, birtakım devrimbaz kokanaların meclisi basmaları ve iktidarın da bunlara prim vermeleri görevini yapmayanların cezalandırılmamaları ayrı konudur. Aslında eskiden beri bu konu belediyelerin görevi cümlesindendir. Yapılacak şey görevlerini yapmayan belediyelere yaptırım uygulamaktır. İktidarın herkesi, her kesimi başıboş bırakması, herkesin istediği şekilde hüküm vermesi hükümete pahalıya mal olmuştur. Kısacası bazı kesimlere bu hürriyet havası bol gelmektedir. Birtakım kanalizasyonlar (TV kanalları) sabahtan akşama kadar tahrik, kışkırtma ve isyan haberleriyle dolu. Sürekli yokluk, açlık ve sefalet edebiyatı yapmaktalar. Bu durum bana 27 Mayıs öncesi hareketleri hatırlatıyor. Merhum Cevat Rıfat Atilhan Yeni İstiklal ve bazı gazetelerde o günkü iktidarı uyararak “Geliyorum diyen tehlike” başlıklı sürekli yazılar yazardı. Edepsiz, hayâsız, inanç ve millî irade düşmanı yıkıcı çevrelere prim vermek namuslu insanlara hakarettir. Bu konuda Merhum M. Akif’ ten şu ibretli mısraları aktarmak istiyorum:
“Türlü adlarla çıkan nâ-mütenâhi gazete,
Ayrılık tohumunu bol bol atıyor memlekete.
İt yetiştirmek için toprağı gayet münbit
Bularak fuhuş ekiyor salma gezen bir sürü it,
Yürüyor dîne beş on maskara, alkışlanıyor.
Nesl-i hâzır bunu hürriyet-i vicdan sanıyor!”
Merhum Abdürrahim Karakoç’un şu dörtlüğü de ibret vericidir:
Taşlar bağlı itler seyip
Tarihi edersek kayıp
Tümümüze olsun ayıp
Akıbetimiz tez gelir.
Bütün bunlardan şu sonuçlar çıkarılmalıdır; Mevcut iktidarın birilerine fırsat verip millete hakaret ettirmemesi gerekir. Organize suçlar yüzelli, ikiyüz sabıkası olan suçlular, uyuşturucu baronları, yan kesici ve kapkaççılar adı altında icrai faaliyet gösteren bir sürü şerirlerin daha fazla sokakları işgal etmelerine fırsat vermemeleri gerekir. Her gün seksen yüz haydut ve haytalar güvenlik güçleri tarafından toplanılmakta ve bir kısmı da “Adli Kontrol şartıyla serbest bırakılma” denilen ucube ile bırakılmaktadır. Merhum M. Akif’in ibret dolu anlatımıyla konuyu bitirmek istiyorum.
SEMERCİ VE EŞEKLER
Eşeklerin canı yükten yanar, “aman” derler
“Nedir bu çektiğimiz dert, o çifte çifte semer.
Biriyle uğraşıyorken gelir çatar o biri.
Gelir ki taş gibi hâin, hem eskisinden iri...
Semerci usta geberseydi... değmeyin keyfe!
Evet gebermelidir... İnkisar edin herife.
Zavallı usta göçer bir gün âkibet, ancak
Makamı öyle uzun boylu nerde boş kalacak!
Çırak mı kalfa mı kim varsa yaslanır köşeye
Ağaç yonar durur artık gelen geçen eşeğe.
Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner
Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler.
Bütün o beller, omuzlar çürür oyulur.
Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur.
“Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi.
O böyle kalfa değil basbayağı muallimdi.
Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş!
Semer değilmiş o rahmetlininki, devletmiş...”
Son günlerde 30 Ağustos Zaferi töreninde birtakım kopiller hiç gereği ve lüzumu olmadığı halde inanç ve millî irade düşmanı siyasî yapının kodamanlarının, Marksist Leninist Maoist çapulcularının organize ettiği millî iradeye karşı ve millete yönelik bir slogan attılar. Eğer bu sloganın kime yönelik olduğunu bilmiyorlarsa gaflet, bilerek söylemişlerse dalalet içindedirler. Tarihte çok yakinen bildikleri yaşanmış olaydan bir örnek vermek istiyorum. Talât Aydemir de sapına kadar Kemalist Mustafa Kemal’in askeriydi ama İnönü’ye silâh yöneltince kellesinden oldu. Başka bir örnek; Celâl Bayar, “Atatürk’ü sevmek millî bir ibadettir.” demişti. O da mason olduğu için ve yaşından ötürü kelleyi zor kurtardı. Ayrıca Deniz Gezmiş ve mahut siyasî yapının karşı kesime karşı kullandığı Dev-Genç, Dev-Sol ve Dev-Yol gibi Marksist materyalist çapulcular da Mustafa Kemal’in askerleriydi, ama doğumundan ölümüne kadar Kemalist olan Nihat Erim döneminde bunları astılar ve Nihat Erim de onların kurbanı oldu. Madem bu gençler Mustafa Kemal’in askerleri idiler öyleyse TBMM’de bu sistem ve ideolojinin yetiştirdiği PKK-DEAŞ’ın içteki destekçileri olan bir müptezelin şu hakaretine neden sessiz kalmışlar, ne gibi bir tepki göstermişlerdir?” Fazla gürültü yapmayın M. Kemal’in itleri, Kürtler sizi tükürükle boğar.” Bir başkası da “Biz Apo’nun heykelini dikeceğiz heykelini!!!” diyenlere karşı bu siyasî yapının kodamanları ve bu tören şovmenleri ne yapmışlar?
Ayağındaki postaldan başındaki şapkaya kadar devletin malı olan ve devlet tarafından semirtilip şov yapanlar Nazım Hikmet’in ayakkabı numarasını ve kasketinin rengini bildikleri halde M. Akif’i tanımazlar. Onlara merhum M. Akif’in şu nasihatini tavsiye ediyorum.
“Nasihatim sana: herzeyle iştigali bırak.
Adamlığın yolu nerdeyse bul da girmeye bak.
Adam mısın, ebediyyen cihânda hürsün... gez.
Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez
Adam değil misin oğlum: gönüllüsün semere...
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere”
(04.10.2024)
|