Giyim Kürsü Kainatın Efendisi Sayı:
96 -
Buharî Hazretlerinin bildirdiğine göre, giyim hususunda belli başlı bir şekle bağlanmış değillerdi. Elbiseleri hangi cins ve şekilden olursa olsun giyerlerdi. Nefis ve pahalı kılık diye bir arzuya kapılmazlar, ellerine geçen ne olursa onu kullanırlardı.
Kaadi Ayyad:
“Zarurî olaniyle yetinip geri kalanına iltifat etmezlerdi. Umumiyetle basit örtüler ve gömlekler giyip altun düğmeli atlas kaftanları parçalarlar ve Meclislerinde hazır bulunanlara dağıtırlardı. Bazı gazâlarda ganimet olarak ele geçen ipek kaftanları parça parça kesip sahabîlere taksim ederlerdi. Onlar da bunları satarlar ve değerlerinden faydalanırlardı.”
Allah’ın Resulü şatafatlı kıyafetlere alâka göstermezlerdi. Elbiseyle fahr edası erkeğin şanından değildir. Kadına göre bir iş… Elbise bahsinde erkek hesabına makbul olan sadelik ve temizliktir. Bir de bağlı bulunulan içtimaî sınıfın seviyesine riayet etmek lazımdır.
İbn-i Ömer’den hadis meali:
“Mü’minin libasındaki temizlik ve kolaylık, Allah’ın ikramıdır.”
Câbir Hazretleri:
Birgün Allah’ın Resulü kirli bir insan gördü ve buyurdu:
“Şu adam gömleğini temizleyecek bir şey bulamıyor mu?”
Giyim olarak vücuda faideli ve hafif olan şeyleri tercih ederlerdi. Sarıkları başlarını incitecek kadar büyük, soğuktan saklamıyacak kadar da küçük değildi. Sardıkları zaman da ucunu sarkıtırlar ve boğazlarından dolaştırırlardı. Bu tarz, soğuğa karşı atkı yerine geçer ve at sürerken başlığın düşmesine mâni olur. Bu işe Arapçada “tahnik” denilir. “Tahnik” fiilinin “müstehap” olduğu üzerinde İbn-ül-Hâc, “Medhal” isimli eserinde tafsilât vermiştir.
Gömleklerinin kol uçlarını, yenlerini, bileklerinden uzun tutmazlardı.
Esmâ Bint-i Yezid Hazretleri:
“Allah Resulü’nün gömlek kolları bileğine kadardı.”
Örtüleri ve gömleklerinin etekleri mübarek bacaklarının ortasına varacak uzunlukta… Topuktan aşağı ve baldırdan yukarı olmazdı.
Bir gün, sahabîlerden birinin halası Medine sokaklarında ilerlerken arkasından bir ses duyuyor:
“Eteklerini kaldır! Onu kaldırmakta takvâ ve temizlik vardır.”
Hatun geriye dönüp bakınca arkasında Allah Resulü’nü görüyor ve diyor:
“Ey, Allah’ın Resulü; bu örtünmek içindir.”
Buyuruyorlar:
“Bana uymak istemez misin?”
Kadın bakıyor ki, Allah Resulü’nün örtüleri, bacaklarının tam orta yerinde…
İbn-i Ömer:
“Ben örtümü uzatmıştım. Allah Resulü beni bu halde gördüler ve dediler: “Giyim eşyasından toprağı süpüren her şey ateşliktir!”
Sahabî:
“Şu geniş ve uzun, heğbe gibi yenleri ve şu burçlar gibi sarıkları, ne Allah’ın Resulü kullanmıştır, ne sahabîlerden herhangi biri!..”
Bu türlü kılıklara ve gurur edasiyle salınarak yürüyenlerin felâketine ait nice hadîs vardır.
İmam-ı Teberânî ve Ebu Davut rivayeti:
“Sizden önce gelenlerden biri sırtına bir hırka geçirip salına salına yürümeye başladı. Allah ona nazar etti ve gazap edip toprağa emretti. Toprak da onu yuttu!”
Bu ölçüler, toprak üstünde etek sürdürmemek ve böbürlenme edasına bürünmemek, erkekler hakkında olduğu kadar kadınlar için de gerekli…
Bu gereği takdir eden mü’minlerin annesi Ümm-ü Seleme Hazretleri Kâinatın Efendisi’ne sordu:
“Ya kadınlar eteklerini nasıl etsinler?”
Buyurdular:
“Erkeklerden bir karış daha aşağıya indirsinler!”
“Bilekleri açık kalır, ey, Allah’ın Resulü!..”
“Biraz daha uzatabilirler. Daha fazla değil…”
Bütün bu ölçülerin hülâsası şudur ki, erkek kılığında iki hal vardır: Biri “müstehap” ve makbul olanıdır ki, eteğini bacağın ortasına kadar getirmek ve daha fazla uzatmamaktır. Öbürü cevaz ve müsaade derecesidir ki, o da, topuğu aşmamaktır. Kadında da ayniyle iki hal… Biri “müstehap” ve makbul olarak, eteğini bacağın ortasından bir karış aşağıda tutmak, öbürü de cevaz ve müsaade mertebesi şeklinde birkaç parmak daha aşağıya indirmek…
İmam-ı Nevevî:
“Uzun giyim eşyalarının haramlığı, kibir ve böbürlenmeye vesile olması nispetindedir; yoksa kendisiyle değil…”
Allah Resulü’nün bir sarığı vardı. Adı “Sehap”tı. Altına taca benzer bir başlık giyerlerdi. Bu taca benzer başlığın biçimini kimse tasvir etmemiştir. Bazıları, başa giyilen yağmurluk olduğunu söylediler.
Câbir Bin Abdullah:
“Allah’ın Resulü Mekke’yi fethettikleri gün başlarında siyah sarık vardı. Şehre bu sarıkla girdiler.”
Enes Bin Mâlik:
“Allah’ın Resulü Mekke’ye başlarında miğfer olarak girdi.”
Miğfer, zırhtan takke gibi örülmüş çelik başlık…
Bazıları bu iki nakli toplayıp, siyah sarığın miğfer üzerine dolanmış olduğunu kabul ettiler. Kaadi Ayyad ise, şehre başlarında miğfer olarak girip peşinden siyah sarık sardıkları kanaatindedir. Zira Amr Bin Hâris, Allah Resulü’nün, Mekke’de hutbe verirlerken başlarında siyah sarık bulunduğunu babasından öğrenmiştir.
Abdullah Bin Ömer’den öğrendiğimize göre, Allah’ın Resulü, sarıklarının ucunu sarkıtırlardı. İmam-ı Müslim’e nazaran, sarığın ucu göğüslerine kadar sarkardı.
İmam-ı Müslim’in Amr Bin Hâris’ten rivayeti:
“Ben Allah’ın Resulü’nü minberde gördüm. Başlarında siyah sarık vardı. Ucunu göğüslerine kadar sarkıtmışlardı.”
Hâsılı, sarıklarının ucunu sarkıttıkları, nice hadîsle sabittir. Fakat, yine İmam-ı Müslim’den bir rivayete göre her zaman sarkıtmadıkları ve arada bir böyle yaptıkları da ileri sürülmüştür.
Hazret-i Ali’den bir rivayet:
“Kâinatın Fahri bana sarık sardı ve ucunu omzuma sarkıttı ve buyurdu: “Allah bana Bedr ve Huneyn gazâlarında bu kılıkta meleklerle imdat etti.” Yine buyurdular: “Sarık, müşriklerle Müslimleri birbirinden ayırt ettirir.”
Hadîs meali:
“Bizimle kâfirler arasındaki fark, başlıklar üzerinde sarılmış sarıklardır.”
Hazret-i Âyişe’den öğreniyoruz ki, Allah Resulü’nün beyaz bir başlıkları vardı.
Giyim eşyasından gömleği severlerdi. O zamanın gömlekleri de düğmeliydi. Bir sahabî, kabîlesiyle beraber Allah Resulü’ne biy’at etmek üzere geldikleri zaman arkalarındaki gömleğin düğmelerini çözük gördüklerini söylüyor ve devam ediyor:
“Yakasından elim soktum ve Nübüvvet Mührüne dokundum.”
Enes Bin Mâlik:
“Allah Resulü’nün gömleği pamukludandı.”
Sahabî:
“Allah’ın Resulü’nü gördüm. Üzerlerinde iki yeşil hırka vardı.”
Hazret-i Âyişe:
“Allah Resulü, bir sabah evden çıktılar. Üzerlerinde siyah softan bir elbise vardı.”
Enes Bin Mâlik:
“Âlemin Fahri sof giyerlerdi. Bir yamalı elbiseleri vardı, Onu da giyerler ve şöyle derlerdi: “Ben kulum, kullar gibi giyinirim!”
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah Resulü’nün, giyimlerinde bellibaşlı ve sabit bir şekil yoktu; ve ne renk, ne cins olarak tek bir şekil üzerinde değildiler. Rumî ve Arabî, beyaz ve siyah, eski ve yeni her şeyi giyerler, giyinişlerinde sabit ve daimi olarak sade temizlik, sadelik ve tevazua dikkat ederlerdi.
Giyim bahsinde hatıra şöyle bir sual gelebilir:
“Ümmette üstünlük derecesine ermiş eskiler, eski ve yamalı elbise giymeyi sünnetten saydıkları ve kul-köle kıyafetine bürünmeyi tercih ettikleri halde sofilerden bir kısmı, hususiyle sünnete saygıları bakımından meşhur olan Şazeliye topluluğu niçin giyim ziynetine değer verirler ve neden fahr ifade edici elbiselere bürünürler?”
Bu sualin cevabını Seyyid Ali Vefevî Hazretleri Şazeliler adına vermektedir.
“Ümmette üstünlük derecesine ermiş eskiler, şunu gördüler: Gaflet ehli dünya ile böbürlenmekte o kadar ileriye gitmişlerdir ki, gözlerinde asli gaye diye bir şey kalmamış ve dışlarını süslemekten başka bir dileğe gönüllerini kapamışlardır. İşte o eski İslâm büyükleri bu hale aykırılık olsun diye onların yücelttikleri şeyleri alçaltmak arzusuna iltifat ettiler ve içlerini tasfiye ve tamir ederken dışlarını harap tutmak gibi enfes bir yol takip ettiler. Fakat bunların üzerinden hayli zaman geçtikten sonra, sırf dünyalık sağlamak için sahtekârca dışını harap gösteren insanlar türedi. Öyle oldu ki, asıl bu kılığa samimiyetle giren eskiler ve onların mâna köklerinden gelenler bu defa da bu kılığa ve tarza aykırılığı düşündü. Şazelilerin gözleri ise, maddeye değil, mânaya bağlı olduğu için, dünya ve gaflet ehlini hangi halde buldularsa, onlara zıt tarzı başlıca usul bildiler ve “Dervişlik kalbin halidir, suretin değil” diye düşündüler. “Güzel elbise giymekle ona bir şey olmaz!” fikrine iltifat ettiler ve hallerini şu iki hadîs ile izaha giriştiler: “Allah güzeldir ve güzeli sever…” Ayrıca: “Allah temizliği sever…”
(Devam edecek)
Sahabî Eb-il-Ahvas Hazretlerinin babasından rivayeti:
“Allah’ın Resulü beni eski elbiseler içinde gördüler ve dediler: “Senin malın var mıdır?” Cevap verdim: “Vardır, ey, Allah’ın Resulü!” Tekrar sordular: “Ne gibi malların var?” Dedim: “Allah’ın bana verdiğinden, deveden ve koyundan malım var, ey, Allah’ın Resulü!” Buyurdular: “Öyleyse Allah’ın sana verdiği nimetlerin eseri, üzerinde görünsün!”
Bir kere saçları dağılmış birini gördüler ve buyurdular:
“Bu adam başını örtecek bir şey bulamaz mıydı?”
Bir kere de kaftanı kirli bir insan için dediler:
“Bu insan elbisesini temizleyecek bir şey bulamaz mıydı?”
Hadîs meali:
“Allah, verdiği nimetin eserini kulu üzerinde görmeği sever.”
Ve buyurmuşlardır ki:
“Allah’ın ihsan eserinin kişi üzerinde zuhur etmesi o güzellik yönündendir ki, Hak onu sever ve nimetin belirtilmesi nimetin şükrü olur.”
Bu yüzden zâhirin güzelliği bâtının da güzelliği yerine geçer. Böylece zâhir güzelliği olan nimet eseriyle beraber bâtın güzelliği olan nimet şükrünü, Allah, kulu üzerinde görmeyi sever. Bunun için, kuluna, zâhirini güzelleştirmesi için kıyafet vermiştir.
Âyet meali:
“Ey, insanoğulları! Biz size libas indirdik. Avretlerinizi örtmeniz ve güzelleşmeniz için… Takvâ libası hepsinden hayırlıdır.”
Beyzavî tefsiri yukarıdaki gibidir. Bu İlâhî ferman, kişinin, dışını güzel kılık ve içini takvâ elbiseleriyle ziynetlendirmesini, Hak nazarında makbul ve muteber gösterir.
Buyurmuşlardır ki, Allah, sözde, işde, görünüşte ve giyinişte güzelliği sevdiği gibi, bu sayılanlarda çirkinliği sevmez.
Görünüş ve giyinişte güzellik üç sınıftır: Birincisi makbul olanı, ikincisi menfur olanı, üçüncüsü de ne makbul, ne de menfur olanı…
Birincisi Allah için olanı ve onu düşünerek yapılanı… Allah ve emirlerini sevdirmek için… Nitekim Allah’ın Resulü, elçiler geldikçe giyimlerini ayrıca değerlendirirlerdi. Harp kılık ve âletlerinin de küfre çalım göstermesi aynı gayeye bağlıdır. Hepsi Allah için… İslâm’ın şan ve şerefi ve dinin heybet ve şevketi için…
Menfur olan giyim ve kuşam, sadece gurur ve taazzum kasdiyle dünya ve riyaset hırsı için bürünüleni…
Üçüncüsü de, her iki gayeden uzak olarak sadece zevk için yapılanı… Yani ne Allah ve din, ne de dünya ve nefsaniyet için olup, şariat müsaadesinden faydalanılarak maksadsızca yapılan… Bu takdirde fiil, ne medhe, ne de zemme müstahak olur…
Belirtilen hadîs ve ölçülerden murad, insanın, lisanına doğrulukla, kalbine ihlâs ile, uzuvlarına ibadetle ve bedenine iyi giyimle güzellik vermesidir. Yani baştan başa sünnete ve onun inceliklerine uyması…
Allah’ın Resulü’ne elbise yaraşması mevzuunda Câbir Bin Abdullah Hazretlerinin rivayeti:
“Allah’ın Resulü’nü, mehtaplı bir gecede gördüm. Üzerlerinde kırmızı bir hırka vardı. Bir ona baktım, bir ayın ondördüne… Allah’ın Resulü bana kamerden daha güzel göründü.”
Berâ Bin A’zib Hazretleri de Câbir Hazretlerini teyid eder ve der ki:
“Kırmızı elbise içinde Allah Resulünden daha güzel kimse görmedim.”
Hâsılı, Kâinatın Efendisi’ne kırmızı elbisenin fevkalâde yaraştığını nice sahabî ifade etmiştir. Şu var ki, bu libasın sâfi kırmızı olduğu sanılmamalıdır. Siyah renk üstüne yol yol kırmızı bir kumaş… Yoksa yekpâre kırmızı renk yasaklanmıştır. Buharî ve Müslim Sahihlerinde, Allah Resulü’nün kırmızı at eğeri yastıklarını da yasakladıkları kaydı vardır.
Müslim “Sahih”inde İbn-i Ömer rivayeti:
“Bir gün Allah’ın Resulü benim üzerimde kırmızı renkli iki gömlek gördüler ve dediler: “Bu renkler kâfirlere aittir. Bu renkteki şeyleri giymeyin!”
İmam-ı Nevevî:
“Kırmızı kumaşlar üzerinde din âlimleri ihtilâf halindedirler. Sahabî ve tâbilerden bütün âlimlerce kırmızı renk mübahtır. İmam-ı Âzam, İmam-ı Şafii ve İmam-ı Malik Hazretleri onlara uyup mübah olduğu hükmüne iştirak ettiler. Bu rivayete göre ise İmam-ı Malik evlerde kırmızı giyinmeyi caiz görüp mescitlerde ve umumî yerlerde mekruh saymıştır. Âlimlerden, başka bir topluluk da kırmızı libası tenzihî kerahetle mekruh görmüşlerdir. Yasaklanışı da tenzihî kerahet sınırı içinde kabul etmişlerdir. Zira Allah Resulü’nün kırmızı kumaştan giyinmiş olmaları ve buna karşılık yekpare kırmızı yasaklamaları da bu hududu gösterir.”
Allah Resulü’nün, hırkaları altına giydikleri, entari uzunluğunda gömlek mânasına “izar” denilen kılık mevzuunda Ebu Bürde Hazretleri anlattı:
“Hazret-i Âyişe bize kaba bir “izar” ve çamaşır çıkarıp Allah Resulü’nün bu kisveler içinde ruh teslim ettiklerini söylediler.”
Hazret-i Âyişe:
“Allah’ın Resulü bir sabah, üzerlerinde siyah kıldan bir kisve olduğu halde evden çıktılar.”
Urve Hazretleri:
“Allah Resulü’nün cübbeleri dört zirâ uzunluğunda, iki zirâ ve bir karış enindeydi. Üzerlerine alıp elçilere çıktıkları cübbe ise yeşildi ve aynı ölçülerdeydi.”
Zirâ takriben ikibuçuk karış boyunda bir ölçüdür.
Allah Resulü’nün mübarek arkalarında elbise kirlendiği görülmüş şeylerden değildi. Üzerlerine sinek konmaz ve mübarek cismini sivrisinek vesair haşereler incitmezdi.
Taylesan dedikleri, başa giyilip iki ucu omuzlar üzerine sarkıtılan İran kaynaklı giyim tarziyle alâkalandıklarına dair, bazı müphem rivayetlere rağmen, hiçbir emin haber mevcut değildir. Aksine bu kılığın Yahudi ve bir küfür zümresine ait olduğunu belirten bir hadîs vardır.
Enes Bin Malik Hazretleri taylesanlı birkaç kişiye rastlayıp şöyle diyor:
“Bunlar, Hayber Yahudilerine benzer ne acayip insanlar!”
Bu bakımdan, eskilerden ve sonrakilerden bir topluluk:
“Bir kavme benzemek isteyen ondandır!”
Tarzındaki hadîs ölçüsünce Taylesanı kerih görmüşlerdir.
Ayrıca:
“Bizden olmayana benzemek isteyen bizden değildir!”
Mealindeki hadîs bu mevzuda her şeyi halleder.
Hicret başında Allah Resulü’nün mübarek başlarına bir örtü alarak Hazret-i Ebu Bekr’e gitmeleri, halktan gizlenmek maksadına bağlıydı. Bu tarzın taylesan kılığiyle ilgisi olmadığı gibi, mübarek başlarından örtünmek de âdetlerinden değildi.
Enes Bin Malik Hazretlerinin:
“Başlarını örtmeleri çok vâki olurdu.”
Demeleri, sıcaktan veya başka zaruretler yüzünden ihtiyaç hâsıl oldukça vâki hallerdir. Buna rağmen, Allah Resulüyle Sahabîlerinin, gerek taylesan giymek, gerekse başı örtülü kılıklara bürünmek hususunda menfi tavır almadıklarını iddia eden âlimler de olmuştur.
Bir gün önlerinden, başı bir örtü içinde bir şahıs geçti. Allah’ın Resulü bu örtülü şahsı görünce dediler:
“İşte bu şahıs, fitne gününde doğru yolu tutacaklardandır!”
Sahabîlerden biri, örtülü şahsa yaklaşıp yüzüne bakıyor ve görüyor ki, o Hazret-i Osman’dır.
Bir rivayete göre de, Hazret-i Hasan’ın, aynı şekilde örtülü olarak namaz kıldığı görülmüştür.
Hazret-i Hüseyn’in de taylesan giydiği tespit edilmiştir.
Enes Bin Malik Hazretlerinin gördüğü Taylesanlı Yahudilerin ise sarı renge bürülü oldukları ifade olunmuş ve o zaman küfrün şiarından olan taylesanın sonradan bu şiarını kaybettiği bildirilmiştir.
Habeş Sultanı, Allah’ın Resulü’ne, ayakkabının içine giyilen ve edik denilen, mesvâri bir çift potin gönderiyor. Allah’ın Resulü onları giyiyorlar ve üzerlerine meshediyorlar. Bu edikler düz deriden… İçleri abâ, çuha veya bez kaplı değil…
Dıhye’de Kâinatın Efendisi’ne bir çift edik hediye ettiler. Kâinatın Efendisi, bunları da mübarek ayaklarına giydiler.
Ayaklarındaki, sandal şeklinde nalınlara gelince, Buharî yoliyle Enes Bin Malik’ten öğreniyoruz ki, bu sandalların baş parmaktan geçen ve böylece sandalı ayağa bağlayan birer bandı vardı.
Abdullah Bin Ömer Hazretleri’ne, debagat olunmuş, yani temizlenmiş deriden sandal giymesinin sebebini soruyorlar.
Şu cevabı veriyor:
“Allah’ın Resulü’nü gördüm. Kılları temizlenmiş, debagat olunmuş ayakkabı giyer ve onların üzerine abdest alırdı. Ben de o cinsten ayakkabı giymeyi severim.”
Ömer Bin Hâris:
“Kâinatın Fahri'ni gördüm. Dikili ayakkabılar üstünde namaz kılarlardı.”
Hazret-i Âyişe:
“Allah’ın Resulü, ellerinde oldukça ayakkabı giymekte, saçlarını taramakta, abdest almakta ve yıkanmakta sağ taraflariyle başlamayı severlerdi.”
Ebu Hüreyre Hazretlerinden hadîs meali:
“Aramızdan biri ayakkabısını giyerken, sağ, çıkarırken de soliyle hareket etsin!”
Ebu Davud rivayetine göre ayakta fotin giymeyi hoş görmezlerdi.
(Giyim bahsi sona erdi, Mühür bahsi ile devam edilecek)
|