Hususilik Kürsü Kainatın Efendisi Sayı:
111 -
(Hususilik bahsi devam ediyor)
Enes Bin Mâlik:
“-Allah Resûlünün gece vakti yanlarında kalan iki sahabî, karanlıkta yola çıktıkları zaman ellerindeki asâların ışık vermeye başladığını gördüler.”
Eslemî Hazretlerinin rivayetlerine göre, bir gece Allah Resûlünün huzurlarında bulunup ayrıldıktan sonra parmaklarından nur süzülmeye başlamış ve bu nur sayesinde arkadaşları karanlıkta yollarını farkedebilmişlerdir.
Eğer Musa Peygambere Nil’i ikiye bölmek nasip olduysa Kâinatın Efendisine de kameri ikiye bölmek mucizesi bahşedilmiştir. Hazret-i Musa, yeryüzünde tasarruf, Allah’ın Sevgilisi ise gökyüzünde tasarruf sahibi…
Hazret-i Musa’ya verilen dua kabulü hassası, Varlığın Nuruna hesapsız ve sınırsız verilmiştir. Musa Peygamber kuru taştan su akıtırken, O, parmaklarından pınarlar fışkırtmıştır. Hazret-i Musa Allah ile söyleşmişse, Âlemin Fahri, Miraçta, Allah ile söyleşmeyi en ileri dereceye ve yakınlığa vardırmıştır.
Allahın Sevgilisine verilen fesahat ise, Nebîler de dâhil insanoğluna verilen kelâm nimetlerinin üstünde ve başlı başına mucize çapında…
Bazı sahabîler Allahın Resûlüne dediler:
“−Ey Allah Resûlü, senden daha fesahatlisini görmedik!”
Cevap verildi:
“−Nasıl fesahatli olmayayım ki, Kur’ân benim konuştuğum dil üzerine nazil olmuştur!”
Hazret-i Yusuf’a verilen rüya tabiri ilmi, üç vâkıa üzerinedir.
Biri, kendi rüyasıdır. Onbir yıldız, ay ve güneşin kendisine secde ettiğini rüyada görmesi… İkincisi ayrı bir rüya ve üçüncüsü, Mısır padişahının gördüğü meşhur rüya…
Fakat Allah Resûlüne bu noktadan o kadar acayip ve esrarlı kerametler verilmiştir ki, sayıp dökmeye kimsede takât bulunamaz. Her peygambere verilen mucizeye karşılık, Âlemin Fahrine, onun çok üstünde nimetler bahşolunmuştur.
Meselâ, Davud Peygambere demiri yumuşatmak kudreti verilmişti. Mübarek dilini demire sürünce onu mum gibi yumuşatırdı. Kâinatın Efendisi de, ellerine kuru bir ağaç aldıkları zaman o kuru ağaç, tazelenip filizlenmeye başlardı. Ümm-ü Mâbed adlı kadının hasta ve bitkin koyununu, elleriyle mesheder etmez, hayvanın nasıl canlanıp süt vermeye başladığı malûm…
İmam-ı Rızaî’den öğrendiğimize göre, bir kuşun yuvasından yavrusunu alıp gidiyorlar. Kuş, yuvasına dönüp yavrusunu bulamayınca kanat çırparak Allah Resûlüne doğru uçuyor ve mukaddes başın üstünde dönüp dolaşmaya başlıyor. Allah Resûlü hemen anlıyor ve etrafındakilere soruyorlar:
“−Bunun yavrusunu kim aldı?”
Biri, kendisinin aldığını söylüyor ve şu emri alıyor:
“−Git, yerine bırak!”
Hazret-i Süleyman’a rüzgârın râm olduğunu ve tahtını dilediği yere ve en uzak mesafelere uçurduğunu biliyoruz. Buna karşılık da, Âlemin Fahrine, bütün istikametler, ayağına kadar getirilip gösterilmiştir. Gezip görmekle, ayağına kadar getirilip gösterilmek arasında büyük fark vardır.
Hazret-i Süleyman’a şeytanları zaptetme kabiliyeti verilmişti. Allah Resûlü ise, bir gün namazda, karşılarına geçen İblis’i mescit direğine bağladılar. Süleyman Peygamber cinleri kullanmak marifetine erdiyse, Varlığın Nuru onları Müslüman etti. Cinler Süleyman’ın askeri oldular ama melekler de Allah Resûlünün cenklerine katıldılar ve O’nun ordusundan oldular. Kuşlar Hazret-i Süleyman’ın kumandası altına girdi ama Allahın Sevgilisi Sevr mağarasındayken bir örümcek gelip bir saat içinde mağara ağzında yuva yaptı ve düşmanlara karşı Allahın Sevgilisini peçeledi. Hazret-i Süleyman’a mülk ve saltanat verildi ama, O, saltanatların en büyüğüyle kulluk arasında serbest bırakıldı, kulluğu seçti ve Kul-Peygamber olmayı, Sultan-Peygamber olmanın üstünde tuttu. Süleyman’dan sonra kimseye o saltanat verilmediyse de, yine nicelerine mülk ve sultanlık verildi; fakat O’nun son Nebî olması kanunu değişmedi. Hazret-i İsa’ya verilen, hastaları iyi etme ve ölüleri diriltme mucizelerinden de O’na türlüsü lütfedildi.
Hâsılı, O’na her peygambere verilenden fazlası ihsan olduktan başka, hiçbir peygambere verilmeyen nimetler de bahşedildi.
Kâinatın Efendisi, topyekûn insanlar içinde, ahd ve misak alınanların ilkidir. Ezel meclisinde; “Elestü birabbiküm-Rabbiniz ben değil miyim?” hitabına, “Belî – evet!” cevabını veren ilk insan O’dur.
Faziletlerinin başında, insan ve bütün kâinatın O’nun yüzü suyu hürmetine yaratılmış olması vardır.
Aynı faziletler serisinden olarak, arş, gökler ve cennetler üzerine mukaddes adı yazılmıştır.
Bütün nebî ve resullerden de, Allah tarafından, Sevgilisine iman getirmeleri için ahd ve misak alınmıştır. Bu hakikat, Kur’ân nassiyle sabittir.
Ve:
Âdem Peygamberden öz babasına kadar bütün nesep silsilesi pak ve nikâhtan gelmedir. Aynı zamanda bu nesep içinde, kan dökücü ve zâlim kimse de yoktur.
Ve:
Göbeği kesilmiş ve sünnetli olarak doğmuşlardır.
Ve:
Doğumlarında, şehadet parmağı kaldırılıp secdeye varmışlardır.
Ve:
Anneleri vücudundan bir nur fışkırıp ışığının Şam saraylarına kadar düştüğünü görmüştür.
Ve:
Melekler beşiğini sallamış ve yine beşikte ay, O’nunla konuşmuştur.
Ve:
Sıcaklarda daima üzerlerinde bir bulut dolaşmış ve kendilerini yakıcı güneşten korumuştur.
Ve:
Ağaç, köklerini sıyırıp huzurlarına gelmiş ve gölgesini kendilerine verecek şekilde durmuştur.
Ve:
Mübarek göğüsleri şakkedilmiştir.
Ve:
Vahyin başlangıcında Cebrâil kendilerini, üç kere göğsünde, kuvvetli kuvvetli sıkmıştır.
Ve:
Allah, Kur’ân’da O’nun mübarek uzuvlarını anmıştır. Muhtelif âyetlerde kalbini, dilini, gözlerini, yüzünü, elini, boynunu, göğsünü…
Faziletleri cümlesinden biri de mübarek isimleridir. Bu isim Allahın Mahmud isminden iştikaklı olarak Ahmed’dir. Kendilerinden evvel bu isimle adlanmış olan kimse yoktur.
Hazret-i Ali naklinden öğrenildiğine göre, Allah Resûlü, dört isimlerinden ilkinin Ahmed olduğunu söylemişlerdir.
Ve:
Aç yatıp tok kalkarlardı. Allah, Sevgilisine, cennetten yiyecek ve içecek ikram ederdi.
Ve:
Önlerinden gördükleri gibi, ardlarından da görürlerdi.
Ve:
Gündüz aydınlığında gördükleri gibi, gece karanlığında da görürlerdi.
Ve:
Koltuk altları, renkçe değişik değildi ve misk kokuluydu.
Ve:
Mübarek sesleri, seslerin yetişmediği yere kadar uzanırken, kulakları da hiçbir kulağın duymayacağı sesler işitirdi.
Ve:
Uykularında gözleri uyurken kalbleri uyumazdı.
Ve:
Asla esnedikleri görülmemişti. Öbür peygamberler için de aynı…
Ve:
İki uzun boylu insan arasında yürüdükleri zaman, boyları onlardan daha uzun görünürdü.
Ve:
Güneşe ve aya karşı yürüdükleri vakit gölgeleri yere düşmezdi.
Ve:
Üzerlerine sinek konmazdı.
(Hususilik bahsi devam edecek)
Ve:
Nebîlikle şereflendikleri andan sonra ortada kâhin ve kâhinlik diye bir şey kalmadı. Hazret-i İsa’nın doğumunda üç gökten kovulan şeytanlar, O’nun doğumunda bütün göklerden sürüldüler.
Ve:
Miraçta, eğerli ve takımlı olarak Burak’a binmişler ve Mekke’den Kudüs’e varıp oradan en yüce makama yükselmişlerdir. “Allahın âyetlerinden en büyüğünü gördü” meâlindeki Kur’ân ifadesiyle, tecellilerin en büyüğüne ermişlerdir. O gece nebîler ve melekler toplanıp Allah Resûlünün imametinde namaz kılmışlardır. Ve Allah, Resûlüne cennet ve cehennem hallerini göstermiştir.
Yine kendilerine has nailiyetlerden biri şudur ki, Allahı gözleriyle görüp kelâm etmişlerdir. Allah, Sevgilisine, hem görme hem konuşma nasip etmiştir. Musa Peygamber kelâma nasip olmuşsa da (rüyet – görme) nasip olmamıştır. Kelâm ise Kâinatın Efendisine yüce makamda olmuş ve Hazret-i Musa’ya Sînâ dağında vukua gelmiştir.
Ve:
Nereye giderlerse melekler de beraber gelirler ve ardlarınca yürürlerdi. Gazâlarda beraberce cenkleşirlerdi.
Ve:
Allahtan getirdikleri kitap, her türlü tahrif ve değişiklikten masun ve mahfuz kalmıştır. Bu işe İslâm düşmanlarından çoğu yeltenmişlerse de muvaffak olamamışlar ve Müslümanları Kur’ân’ın tek harfi üzerinde bile yanıltamamışlardır.
Dünya durdukça, mucizelerin en büyüğü olarak durmakta devam edecek olan Kur’ân, Allahın şu kefaletiyle önceden muhafaza altına alındığını sahifelerine geçirmiştir:
“-Onu biz indirdik ve biz saklayıcı, koruyucuyuz!”
“-Eğer Kur’ân, Allahtan gayrı bir yerden olsaydı, onda çok değişiklik ve ayrılık görülürdü.”
Ve:
Allah Resûlüne bütün hazinelerin anahtarları verilmiştir. Âlemin rızkından zuhura gelen her şey, O’nun elindeki anahtarlar yolundan verilir.
Ve:
Topyekûn zaman ve mekâna, topyekûn insanlığa gönderilmiştir.
Ve:
Ganimet malı, evvelki peygamberlere helâl edilmiş değilken yalnız O’na helâl edilmiştir.
Ve:
Bütün yeryüzü O’na mescit kılınmış, toprağın her noktası ümmetine secde yeri diye gösterilmiş ve İslâmın ibadeti mekân kaydının dışına çıkarılmıştır. Her temiz yer, Müslümanın camiidir ve hususiyet ve şümul, yalnız İslâmındır. (İman ve İslâm Atlası)
|