Gelenek ve Gelecek Sinan Yalçın Sayı:
51 - Ocak / Mart 2006
Gelenek ve gelecek konusunun bende ilk uyandırdığı intiba, bir zamanlar televizyon ekranlarından insanların beyinlerine empoze edilmeye çalışılan ve aynı zamanda kendilerince geleceğin ana hatlarını çizen ve böyle olması gerektiği konusunda çaba sarf edilen, inceden inceye zihinleri kemiren şu iki reklâm cümleleri geldi aklıma;
Siz hâlâ annenizin margarini mi kullanıyorsunuz!
Babadan kalma gazeteler müzeye!
İlk bakışta bu iki slogan masumiyet kavramı ile kendini sunmuştur insanlara ve asıl verilmek istenen mesajı üstü kapalı olarak vermiştir. Ancak o zamanlar kulağa hoş gelen argümanları kullanarak niyet gizlenmişti. Daha sonraki akıl yürütme çalışmalarının nihayetinde meselenin öz itibari ile eski ve yeni arasındaki mücadelesinin tam orta noktasından baltalamak sureti ile yeninin vazgeçilmezliği ve eskinin artık kullanılamazlığı olarak mücadeleyi neticelendirmiştir.
Sözü fazla uzatmadan asıl konumuza dönerek, gelenek ve gelecek konusu hakkında bir şeyler söyleyelim. Sanayi devriminin insanları kapitalizmin kucağına itmesi ile birlikte eskiye karşı başlatılan savaş daha sonraki süreçlerde kendisini daha belirgin olarak hissettirmeye başlamış, insanların makineleştirilmesi ile birlikte bu süreç hızlandırılmıştır. Makinenin insanlar üzerindeki bu tahakkümü insanlarda eskiye karşı tavır alışı gereklilik olarak sunmuştur. Veyahut da bunun bir mecburi olarak algılanmasını sağlamıştır. İnsanlığın büyük çoğunluğunu saran bu ideolojik furya netice itibari ile insanlarda bir eskiden kaçış duygusu veya kitle psikolojisi oluşturmuştur. Zira bu ideolojik çıkışa karşı gösterilebilecek direncin ne kadar başarılı olabileceği tartışılabilir ancak buradaki bir tavır alışın diğerlerinin önünü açacağı gerçeği ile yeniye doğru kanalize edilen insan topluluğunun bu kanalize oluş ile birlikte aynı zamanda da kendi geçmişinden ve köklerinden uzaklaştığı da bir gerçektir.
Burada asıl irdelenmesi gereken gelenek ve gelecek arasındaki ilişkinin yanlış algılanması ve algılatılmasıdır. Tabiî ki buna geçmişe bakış geleneğinin ideolojik izler taşımasını da eklemeliyiz. Hasbelkader geleneğe gelişmenin önündeki engel olarak bakarsanız, geçmişi bu şekilde algılamanız normaldir. Ancak geleneklere modernizmin ve geleceğin alt zemini olarak bakabildiğimiz zaman meseleye daha objektif yaklaşmış oluruz.
Bir mesele üzerinde fikir beyan ederken öncelikle onun anlaşılabilmesi gerekmektedir. Bu da aynı zamanda konuya bakarken ön yargıların terk edilmesi anlamındadır. İnsan kendisini ne kadar açık tutarsa meseleyi o kadar iyi analiz etmiş olur. Bütün bunlara istinaden gelenek konusunu ele alırken onu tarif ederken, hem geçmişin tahakkümünden kurtulmak gerekmektedir, hem de geleceğin göz kamaştırıcılığından. Dolayısıyla olumlu değerlendirme için özgür bir ortam gerekmektedir.
Gelenekler milletlerin geçmişleri ile ilgili bizlere bilgi veren yaşamsal kaynaklardır. Geçmiş ile gelecek arasındaki köprüdürler. Yani geleceğe bırakılmış birer emanettirler. Toplumların kültürünü içerisinde barındırırlar. Sosyolojik anlamda toplumların kodlarıdırlar. Bu pencereden baktığımızda geleceğin kurgusunda sıkça başvurulması gereken milli şifrelerdir. Bu haliyle geleneklerin, sağlıklı bir değişim geçirebilmenin anahtarı oldukları anlaşılacaktır. Bu haliyle gelenekler yeninin önünde bir engel değil ona yol göstericidirler. Geleneklere bu açıdan baktığımızda modernizmden tutunda değişim, gelecek, süreklilik kavramlarını da irdelemiş olursunuz.
Bu haliyle geleneklerin aynı zamanda geleceğin okunması için bir kaynak olabileceği de ortaya çıkmaktadır
GELENEK VE MODERNİZM
Modernizm incelemelerinde sıkça yapılan yanlış geleneklerin yanlış okunması ve algılanmasıdır. Bunun için biz burada gelenek ile modernizm arasında ki ilişkinin bir çatışmadan çok aynı noktada buluşulması gerektiği üzerinde duracağız.
Modernizm ve gelenek arasındaki ilişkiyi mütalaa ettiğimizde bu iki kavramın birbirini tamamladığı görülecektir. Ve bununla birlikte yazarçizer tayfasının sürekli olarak vurguladıkları gibi modernleşmenin yolu geleneklerin terkinden değil geleneklerin elinden olacaktır. Ve gelenekler geleceğin anahtarı olacaktır.
Gelenek ve gelecek konusu incelenirken "modernizm argümanları içerisinde her yeni iyi midir?" sorusunun karşılığını bulmamız gerekir. Ve bununla birlikte, "toplum olarak önümüze konulan her yeniye karşı duruş noktamız neresidir? Duruş noktamızın mahiyeti ve içeriği ne olmalıdır?" gibi soruları da cevaplandırmamız gerekmektedir.
İçtimai meselelerimizde diyalektik sürecini iyi işletebilmek gerekmektedir. Bunun için önümüze konulan her yeniye karşı, onu anlamak ve algılamak, millileştirebilmek için bir direnç gösterebilmeliyiz. Bu bizim yeniye karşı tahakkümümüzün önüne geçecek bir hamledir. Bir anlamda bu tavır alış değişim sürecinin sağlıklı olmasıdır aynı zamanda.
Toplumun yeniye karşı oluşturduğu bu direnç yeni tarafından kırıldığı müddetçe, yeni toplumsal platformda yaşama şansı bulacak ve aynı zamanda toplum tarafından içselleştirilebilecektir. Yeniye karşı oluşturulan bu duvar aynı zamanda değişim sürecinde ve ekseninde alternatif üretebilmenin de yolunu açacaktır. Bu da topluma değişim diye sunulanlar içerisinde mantıklı ve makul olanın seçilmesi, olmaması durumunda ise alternatifinin üretilebilmesinin yolunu açacaktır. Bunu modernizmin yerelleştirilmesi olarak algılayabilirsiniz. Modernliğin yerelleşmesi ile birlikte gelenekler statik konumdan dinamik bir yapıya kavuşacaktır. Böylece değişimin ve geleceğin temeli sağlamlaşacaktır.
Burada ifade edilmesi gereken diğer bir husus değişim süreci içerisinde geleneğin ve modernliğin birlikte sürece katılımının, değişimi daha da güçlendireceğidir. Çünkü geleneğin içerisinde saklı duran kültürel kodlar aynı zamanda modernizmin de temel argümanlarıdır. Dolayısıyla geleneği reddederek modernliğe ulaşmak sağlıksızdır. Etkili bir gelişme olabilmesi için gelenekler bu projede yer verilmelidir. Her toplumda belli bir gelenek- kültür altyapısı mevcut olacağından o toplumun modernizasyonu, bu alt yapının üzerine çağın insanın gereksinimlerini eklemek sureti ile sağlıklı bir yapıya kavuşur. Buna istinaden geleneği modernizasyonun alt zemini olarak aldığımızda, modernizm ve gelenek arası ilişkinin veyahut birlikteliğin gerekliliğini anlamış oluruz.
DEĞİŞİM VE DEVAMLILIK
Değişim mevzuunu irdelerken Ahmet Hamdi TANPINAR’ın “değişerek devam etmek, devam ederek değişmek “gibi sayfalar dolusu yazıya bedel ifadesi burada bizim ana kaynağımız olacak. Ve bu ifade bizim gelenek ve değişim hususunda söyleyeceklerimizin özetini oluşturmaktadır.
Değişim bir anlamda gerekliliktir... Bulunduğunuz ortamın, sosyal, kültürel, yaşamsal boyuttaki değişimler sizin adaptasyonunuzu sağlayabilmek için bir mecburiyettir. Ancak burada değişimin kendinize uygun olan kodlarını yakalayabildiğiniz sürece katılımınız daha güçlü olur. Önemli olan değişim sürecinde iyiyi ve güzeli yakalayabilmek, ihtiyacınız olanı elde edebilmektir. Bunun için değişimin kaçınılmaz olduğu bir ortamda değişimi akli muvazene boyutunda değerlendirerek ve bu realiteyi en makul ve mantıklı bir şekilde başka bir ifade ile en az zararla atlatmak en karlı olanıdır. Her şeyin durmadan değiştiği bir mekânda değişimden kaçınılamayacağına göre yapmamız gereken değişim için gelenekleri ve dolayısıyla geçmişi çıkış noktası olarak almak ve geleneğin yaratıcı yenilenmesinin önünü açmaktır.
Yani burada ifade etmeye çalıştığımız şey, geçişi de işin içine katarak temel olarak algılandığı bir gelecek kurgusu oluşturmaktır. Çünkü kendine ait hissedebilmenin gereği olarak sizin geçmişinize ait bir hususun dâhili bağlılık, sahiplenme duygusu oluşturacaktır. Kendine ait olanın toplum nezdinde daha fazla ilgi göreceğinden yola çıkarak gelecek kurgusunda ve buna bağlı olarak değişim sürecinde toplumun geleneğini referans noktası olarak aldığımızda toplumsal tabana doğru, elitinden avamına doğru geniş tabanlı bir sahiplenme ve mutabakat sağlanmış olur. Netice itibari ile toplumu ilgilendiren mevzularda o toplumu oluşturan bireylerin aktif katılımı sağlıklı ve sürekliliği olan bir yapıyı doğuracaktır. Ve dolayısıyla bu mutabakat, gelecek projelerinde toplumun işini kolaylaştıracak ve önünü açacaktır.
Buradan hareketle gelecek projelerinde geleneği dışlayamayacağımız gibi projektör olarak kullanmalıyız.
GELECEĞİN OKUNMASI
Türkiye de gelecek üzerine konuşmak belki de en zor olan iş olsa da kendi çapımızda bir şeyler söylemeden konuyu sonuca ulaştıramayız. Çünkü bu bizim açımızdan önümüzün görülebilmesi için bir zihin jimnastiği mahiyetindedir.
Değişim dalgası her dönem kendisini farklı bir kavram ve kimlik adı altında toplumlara sunmaktadır. Biz bu gerçeği gelecek okumalarımızda ve kurgulamamızda dikkate değer bir husus olarak almalıyız. Değişim dalgasına kendinizi önceden hazırlamak, sizin tarih sahnesindeki devamlılığınızın gereğidir.
Gelecek üzerine fikir beyan etmek bu günü anlamaktan geçer. Tarih geçmiş ile geleceği içerisinde barındırır. Dolayısıyla geçmiş ve gelecek arasındaki bu bağlılık toplumlardaki değişim ve devamlılık olgularının da güçlenmesine neden olacaktır. Zamanın ilerleyişi doğanın kanunudur. Bu kanun değişmeyeceğine göre zamanın istediği değişimi gerçekleştirerek ve aynı zamanda, zamanın ileriki safhalarda önümüze koyacağı mecburilikleri önceden masaya yatırarak, zamana yenilmemenin keyfinin çıkarıp ve bununla beraber gelecek sorununu ortadan kaldırmış oluruz.
Eğer ki gelecek konusunda hiçbir endişe taşımama rahatlığını yaşamak istiyorsak, öncelikle bu günü anlamlandırarak ve bu günün yarının aydınlatıcısı olarak değerlendirmeliyiz. Çünkü gelecek her zaman yaşadığımız zamanın içerisindedir. Ve biz bu zamanı anlayabilirsek geleceği de anlamış oluruz. Önümüzdeki tarih perdesine düşürebildiğimiz ışık nispetinde hem önümüzü göreceğiz hem de güzergâhımızı belirlemiş olacağız.
Eğer ki yarınki hayalimizi seyretmek istemiyorsak, kendi hayalimizi kendimiz oluşturmalıyız.
|