Bolluk ve boşluk Ahmet Mahir Pekşen Sayı:
103 -
Boğazın serin ve mavi sularına bakıyorum anne...
Buradan atladığımda, boşlukta kaç metre uçtuktan sonra artık yumuşaklığını kaybedip beton tesiri yapacak sulara çakılacağımı -öğrenmiştim ama- unuttum... Yalnız şunu hatırlıyorum ki; bu yükseklik, elinde paraşüt veya üstünde paraşüte benzer bir elbisesi olmayanlar için ölüme kavuşmaları için yeterli...
Cesedimi ne zaman ve ne halde bulacaklarına dair bir fikrim olamaz... Fakat, milyonların aç olduğu ülke ve milyarların aç olduğu dünyada, ölümümün enteresan bir haber olacağı beni sevindiriyor... Gazete manşetlerini ve televizyon haberlerinin başlıklarını görür gibi oluyorum...
-Kolunda iki bin dolarlık saat vardı...
-Otomobilinin markası şuydu ve bununla dört daire alınabilirdi...
-Hiçbir maddî sorunu yoktu...
-Sır perdesi kalkmadı... Vs...
-Gece klüplerinin renkli simalarındandı...
-Gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirirdi...
...
Benim için yazı dizileri hazırlanacak belki... Hayatım, renkli cama senaryo malzemesi olacak.
İnsan dünyada hayal ettiği müddetçe yaşarmış derler ya, ben de ölene kadar hayal edeceğim.
Gazete manşetlerini hayal ediyorum işte şimdi... Kimi hiç araştırma gereğini hissetmeden asparagasla yetinecek, kimi eşime dostuma, beraber olduğum ama şu anda sayısını hatırlamadığım flörtlerime, nişanlanıp attığım yüzüklere veya nikâh masasına oturup da bir hafta sonra boşandığım şöhret ve ün düşkünü, para ve mülk hayranı eşlerime soracaklar... Onlar da bir kere daha olsun, gazetelerin renkli sayfalarında şuh fotoğraflarının yayınlanması arzusuyla dut yememiş bülbül gibi ötecekler. Ve hakkımda yalanlar ve yanılgılar manzumesi kitaplık çapta eser olabilecek yazılar yayınlanacak.
Her ay bir araba değiştiren donjuanın esrarengiz sonu...
Boğazın mavi ve serin sularına bakıyorum anne... Atlamak istiyorum ve bunu bile başaramıyorum... Çünkü bana hiç başaracak şey bırakmadınız... Her şeyi benim adıma başardınız... Hep siz yönlendirdiniz beni...
Çok şey öğrendim anne... Sizin yanınızda öğrenmediğim, öğrenemediğim çok şeyi öğrendim... Bu öğrendiklerimden biri de çocukların maalesef belirli bir yaşa kadar, dünyaya, annelerinin ve babalarının gözlükleriyle bakmalarıdır. Sonra bu çocuklardan çok azı, ama çok azı, annelerinin ve babalarının gözlüklerini bir kenara koyarak, kendi gözlerinin miyop veya hipermetrobuna göre gözlükler edinebilirler... Kendimi geç olsa da bu gözlükleri edinebilenlerden sanıyorum.
Boğazın mavi ve serin sularına bakıyorum anne...
Ben eğer bir yere gömüleceksem, bu renklerin mavisi olmalı...
Ben eğer bir yere gömüleceksem, bu su gibi saf, su gibi yumuşak olmalı... Daha doğrusu, tek kelimeyle su olmalı.
Sudan aldığıma inandığım, “Can” denilen kutsal emaneti, yine “Su”ya iade etmeliyim...
Tıpkı çiçek gibi... Tıpkı yaprak gibi...
Mavi sulara bakarken, mavi bir çiçek düşünüyorum... Hayatı, bir mevsim bile sürmeyen mavi bir çiçek...
Bunu “Hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun” çarpık mantığıyla açıklamamak gerekir... Zira, çiçekler hızlı yaşamaz, uslu yaşarlar...
Ve çiçekler, toprağın derinliklerinde çamur yiyerek kendisine renk toplayan köke, bir mevsimlik hayatı sonunda vefa borcunu ödeyerek ve onu büyük bir teslimiyetle, bir başka çiçekte mor veya sarı olmak üzere toprağa renk olarak bırakırlar...
Yeşil yapraklar da öyledir... Onların ömrü üç mevsimdir ama nihayet bir yılı bile tamamlayamaz... Tomurcuktan gazele dönüş safhasında her hali güzeldir... Dağların nefesini, rüzgârı bekler... Rüzgâr bir iki sallar... Sarı yaprak, dalla son defa öpüşür... Rüzgârın kollarına teslim eder kendisini. Toprağa, bize hazin görünen bir yolculuk başlar...
Benim köprü ile su arasındaki yolculuğum gibi... Yaprak nasıl özüne, toprağa dönüyorsa, ben de aslıma “su”ya döneceğim...
Fakat, bu köprüye gelip her bakışımda, içimden bir ses canlanıyor, elleniyor, dilleniyor ve beni görünmez ama güçlü bir şekilde atlamaktan men ediyor.
Atlayamıyorum anne...
Mavi mi beni beğenmiyor, su mu bilemem ama, kendime kıymayı bile beceremiyorum...
Benim yerime yapamayacağınız tek şey; intihar etmek, onu da başaramıyorum...
Bu kaçıncı gelişim, kaçıncı boynu bükük dönüşüm...
İçimde kocaman bir boşluk...
Yine rüzgârların fısıldadığı bir ses; Bu boşluğu kim doldurur?
Sen ve babam, hemen her yerde ve her zaman göğsünüzü gere gere;
-“Çocuğumuza hiç kimsenin sağlayamayacağı düzeyde bir yaşam sağladık... Hiçbir eksiği yok. Hiç çalışmasa ve sadece sırt üste yatsa, ona ve torunlarımıza yetecek kadar gayr-ı menkul, kira ve menkul faizi bıraktık” deseniz de, bu boşluğun nedenini açıklamaya yetmiyor...
Evet, belki ardınızdan kötü düşünüyorum... Belki bu mavilik kötü düşündürüyor. Ama bir özelliğiniz var ki, bunu mutlaka belirtmem lâzım...
Bana, maddî açıdan hiçbir eksik bırakmayacak kadar mükemmel bir dünya hazırladınız. Bununla övünebilirsiniz... Cebim hiçbir zaman parasız kalmadı... Arzu edip de alamadığım ne elbise oldu, ne araba... Sırf ben avamla bir arada olmayayım diye villamızın önüne havuzlar yaptırdınız... Beraber yüzmemiz için arkadaşlarımı bile siz buldunuz... Maddî bir testten geçirdikten sonra, gelir düzeyi bize yakın ailelerin çocuklarıyla bu havuzu paylaşmamı uygun buldunuz.
Arkadaşlarımı da siz belirlediniz.
Onlar da benim gibi maddî sorunu olmayan gençlerdi.
Çok iyi bir grubumuzun olduğunu sanıyor, hattâ her yerde bunu bile övünme, gururlanma vesilesi yapıyordunuz...
Çünkü siz seçkindiniz ve çocuğunuzun grubu da seçkin olmak zorundaydı. Ben sizin gururunuzu okşamak için böyle bir toplumun içinde olmalıydım... Bu grubun birçok elamanı kokainman olsa bile.
Bu boşluğu kim doldurur?..
Bir ses “Bu boşluğu doldurursan kurtulursun diyor...”
İçimdeki boşluk sonsuz kadar geniş;
Sonsuz kadar geniş bir boşluk ne ile dolar ki?
|