YALÇIN TOPÇU İLE RÖPORTAJ - Ahmet Değirmenci Sayı:
107 -
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Yerli Düşünce Derneği Onursal Başkanı Sayın Yalçın TOPÇU ile TÜRK BİRLİĞİNİ konuştuk.
–Öncelikli olarak “Türk Birliği” deyince ne söylemek istersiniz, bundan ne anlamalıyız?
–Günümüzde küreselleşen dünyanın değişen ve gelişen şartlarında, ortak paydası olan ülkelerin birlikte hareket ettiklerini görmekteyiz.
Globalleşme gereği büyük şirketler birleşiyor, büyük devletler birliktelik kuruyor. Kan, can, dil, din ve kültürde aynı kodlara sahip, mazisi bir, tarihi bir olan soydaş ve dindaş olduğumuz insanlarla birlikte olmaktan birlikte siyaset, ticaret yaparak dil, iş ve fikir birliği içinde beraber hareket etmekten daha tabiî ne olabilir?
Enerji kaynakları, insan potansiyeli ve stratejik önemiyle Büyük Türk Birliği ideali Türkiye ve Türk-İslâm dünyasına olduğu kadar bütün dünyanın refah ve barışına da büyük katkılar sağlar.
Sınırlarla sınırlı değildir bizim idealimiz. Tek yürek, tek ses olarak dilde, fikirde, işte birliği sağlamaktır amacımız. Siyasî çerçevesi çok da mühim değildir. Onu zamanın şartları belirler zaten.
Çağımızın ve geleceğimizin hem mantık hem de manevî anlamda tek çıkış kapısı olarak gördüğüm Türk Birliği ülküsünü her daim gündemde tutmaya ve bu kutlu amaç için çalışmaya devam edeceğim. On altı yaşında şarkılarını, marşlarını, türkülerini söylediğim bu kutlu dâvâ uğrunda hedefe varmak, bugün de ve her zaman benim için en önemli ve en hassas gündem maddesi olmaya devam edecektir.
–Türk Birliğine duyulan hasret ve ihtiyaca Orhun yazıtlarında da rastlıyoruz. Bilge Kağan burada milletine çeşitli uyarılarda bulunmakta ve Türk Kağanlığının birlik ve beraberlik içinde bulunması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Yaklaşık 1300 yıl öncesinde de Türk Birliği hayali vardı. Türk Birliğinin bu kadar gecikmesine sebep olarak neleri görüyorsunuz?
–Demek ki Bilge Kağan’ın tavsiyelerine yeterince uymamışız. İktidar kavgaları zamanın gereklerinden bizi uzaklaştırmış. Geri kaldığımız hattâ yok olma tehlikesi yaşadığımız dönemler yaşandı. Bunun yanında çok parlak dönemler de yaşadık, dünyaya hükmeden büyük devletlerimiz, güçlü ordularımız oldu fakat yekpare bir güç olmayı özlenen asıl birliğimizi başaramadık. Aklıselimden, birlik şuurundan, öz değerlerimizden uzaklaştığımız dönemler büyük sebeplerdir. Kendi aslî kodlarımıza dönünce birliği gerçekleştirip gücünü de fark ettik. Birliğimizi sağlayınca da dünyayı ve insanlığı Nizam ve Merhamet Medeniyeti ile asırlarca biz buluşturduk. Son yüzyılda Türklerin yaşadığı coğrafyalarda esen sosyalizm rüzgârı ve esaret dönemi de önemli nedenlerdendir.
Türklerin çok geniş bir coğrafyada yaşaması, İmparatorluklar döneminde bile tam mânâda ve çok da kolay olmamıştır.
–Osmanlı Devletinin dağılma arifesine gelindiğinde çeşitli fikir akımları oluştu. Bunlardan birisi de Turancılık. Türk Birliği ve Turan kavramları arasında bir fark görüyor musunuz? Aralarında ki ilişkiyi nasıl yorumluyorsunuz?
–Turan; esasında Orta Asya’da coğrafî anlamda kullanılan bir kelimedir. Turanî ırkların ki, ezici çoğunluğu Türklerdir, onların yaşadığı geniş coğrafyaya verilen addır. Önceleri Altaylardan Horasan’a kadar uzanan geniş bir alanı ifade ederdi. Zamanla Türkler çok daha geniş coğrafyalara göç etti ve dolayısıyla Turan kelimesi başka anlamlar kazandı. Türklerin tek bir devlet çatısı altında ve tek yürek, tek ses olması anlamında kullanılıyor. Özellikle sosyalist düşüncenin kendi hegemonyası ve siyasî hedefleri açısından ‘ırkçılık’ olarak da damgalandı uzun bir müddet. Fakat bu büyük haksızlıktı. Türkler hiçbir zaman ırkçılık yapmamışlardır, buna tarih de şahittir. Şayet Türkler ırkçılık yapmaya tevessül etseydi emin olunuz ki bugün dünyada bu kadar milletin var olması pek mümkün olmazdı. Bu sosyalist propaganda Türkleri tek bir millet olma şuurundan uzaklaştırmak ve baskılamak için uydurulmuştu ve Türkleri baskılamak için suç kategorisine alınmıştı.
Kelimeler zamanla anlam dönüşümü veya anlam zenginliği yaşıyor. Turan kelimesi de böyle kelimelerden birisidir. Artık coğrafî anlamının üstünde ve ilerisinde bir anlam zenginliğine kavuşmuştur. Türk birliği olarak anlamlandırılıyor ki bence sakıncası yoktur. Sakınacak bir durum da mevzu bahis değildir. Almanların birleşmesine veya başka milletlerin birleşmesine ses çıkarmayan, sakınca bulmayan dünyanın Türklerin birleşmesine ses çıkarması ve suç isnat etme çabaları kesinlikle iyi niyetli değildir. Komplekse gerek yoktur, coğrafî anlamıyla da değerler manzumesi bakımından da hayatım boyunca Turan kelimesini büyük bir iştiyak, ruh ve heyecanla kullandım ve bu böyle devam edecek inşallah.
–Son yıllarda daha güçlü bir sesle dillendirdiğimiz “Türk Birliği”, “Avrupa Birliği”ne alternatif midir?
–Alternatif şeklinde tanımlamaya gerek yoktur. Türk Birliği bir alternatif değil doğal bir gerekliliktir. Olağan hayatın bir gereği, gayet doğal bir durum desek daha doğru tariflendirmiş oluruz. Siyasî anlamıyla Avrupa Birliği başka anlamlar içeriyor. Türk Birliği ise siyasî değil doğal bir gerekliliktir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği başvurusundan bu güne kadar nelerle karşı karşıya kaldığını artık herkes gayet iyi biliyor. Bizim medeniyet değerlerimizin, tarihimizin karşısında kompleks ve korkular yaşayan bir Avrupa gerçeği var. Bunu uzun uzadıya anlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Türk Birliği bir tercih değil tarihî, dinî, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak hem bizim hem de dünyanın faydasına olacak çok geç kalınmış bir iştir.
–Son dönemlerde “Globalleşen dünya” çok sık kullanılan bir tabir. Globalleşen dünyada “Türk Birliği”nin geleceği nedir?
–Daha önce bahsettiğim gibi Türk Birliğinin dünya için bir tehdit veya sakıncalı bir fikir gibi takdim edilmesi doğru ve adil bir yaklaşım değildir. Global dünyanın realiteleri bilim ve teknolojik gelişmeyle alâkalıdır. Yani teknolojik olarak gelişmek bambaşka bir konudur. Ki Türk dünyası yüzyıllar önce bilim ve teknolojide diğer dünyadan ileriydi. Yani temelimiz ve kökümüz bilime açık, gelişmeye meyilli ve teknolojiye yatkındır. Tekrar bu seviyeyi yakalamamız gerekiyor. Beyin göçünü durdurmamız gerekiyor.
Türk Birliği fikri şayet siyasî anlamıyla değerlendiriliyorsa globalleşmenin kültür emperyalizmine yönelik bir şemsiye vazifesi görebilir. Biz kadim değerlerimiz temelinde geleneklerimizi ve kültürümüzü koruyarak kendi birliğimizi kurup dünya ile barışık, diyaloğa açık uluslararası hukuka ve insana ve ekoloji saygılı gelişmeyi ve büyümeyi başarabiliriz.
–Türk toplulukları uzun süredir coğrafî, siyasî ve kültürel şartlar yüzünden birbirleri ile irtibatları kesik olarak yaşadı. Doğu Türkistan hâlâ Çin nüfuzu altında, Türkistan’daki devletler uzun süre komünist Rus rejimi altında kaldılar. Ülkemizin içinden çıktığı şartlar herkesin malûmu… Sizce Türk toplumlarını ve devletleri bir birlik altına getirmek için en temel ortak paydalarımız neler olmalıdır? Bu konuda nasıl bir strateji izlenmelidir?
–Önce ülküde birlik sonra dilde ve işte birliği sağlamamız şarttır.
Türkçe lehçelerinin birleştirilmesi gerekiyor. Bu çok önemlidir. Sonra siyasî örgütlenmeler makuliyet çerçevesinde geliştirilebilir. Duygu birliği ve dil birliği ve iş birliği benim en fazla önemsediğim konulardır.
–Osmanlı Devletinin kuruluş yıldönümünün kutlandığı Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri… Türk devlet başkanlarının da mümkün mertebe bu törenlere katılım sağlaması Birlik için büyük bir adım olarak nitelendirilebilir. Böyle bir katılım çağrısı Türk Dünyasında nasıl karşılanır? Böyle bir katılımın sağlanması için neler yapılmalı?
–Son yıllarda Türk dünyasında bir özgüven ve aslına dönme gayretleri göze çarpıyor. Bunda Türkiye’nin öz güvenli davranması, bağımsız dış politika yürütmesinin çok büyük etkileri vardır. Ortak yapılanma olarak Türk Konseyinin çalışma ve çabalarını takdir ediyorum. Ortak tarihî ve kültürel olay ve önemli günlerde Türk devletlerinin birlikte hareket etmesi eskiyle karşılaştırılmayacak derecede ilerledi. Bundan memnuniyet duyuyorum. Türk Dünyasında nice kahraman, nice büyük devlet adamları, şairler, fikir adamları var. Zengin bir tarih ve kültürümüz söz konusu. Dolayısıyla bu ortak değerlerle ilgili anma ve organizasyonlarda bir arada olmak çok kıymetlidir. Karındaşlık bağı böyle duygudaşlıklarla daha da kuvvetlenir diye düşünüyorum.
–Gönül Birliği en önemli şeydir ancak, fiziksel birliktelik de önemlidir. Son günlerde Karabağ’dan güzel haberler geldi. Küçük eksiklikleri ile birlikte Karabağ özüne, Azerbaycan’a kavuştu. Bu fizikî kavuşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
–Hak yerini buldu. Zor oyunu bozdu. Adalet tecelli etti. Kardeşliğin gücü ortaya çıktı. Duygudaşlık, ortak akıl, cesaret ve irade kutlu bir zaferi getirdi. Türk dünyasıyla köprümüz yeniden açıldı. Hayırlı olsun bölgede yaşayan bütün halklar için ve tabiî bütün Türk ve İslâm âlemi ve dünya için.
–Her türlü birlik ve beraberlikte, başta şiir olmak üzere sanat ve edebiyatın yeri malûm... Dede Korkut gibi örnek destanlarımız var. Günümüzde bu misyonu üstlenmiş şair ve yazarlarımız ve sanatçılarımız için neler söylemek istersiniz?
–Model şahsiyetler üretmeliyiz. Tarihî kahramanlarımız var ama çağdaş temsilcileri de kıymetlidir. Model şahsiyet olmak noktasında günümüzün şartlarında seslenen şairler, yazarlar, düşünürler, akademisyenler kısaca ilim erbabı bizim gelişmemizin en önemli gücü olacaktır. Tarihimizde böyledir hep. Siyasî irade ile ilim meclisi aynı zaviyeden bakınca zirveler kendiliğinden gelir. Bu noktada var olan değerlerimize sahip çıkmalı, cesaretlendirmeli, gelişmeleri için fırsatlar oluşturmalıyız. Safi bir entelektüel veya duygusal çabayla sınırlı kıymeti haiz kişilerden öteye taşınmalı böyle değerlerimiz.
–Aynı zamanda Yerli Düşünce Derneği Onursal Başkanısınız. Dernek faaliyetleriniz çerçevesinde sık sık Kardeş Türk devletlerine gittiğinizi takip ediyoruz. Dernek olarak Türk Filmleri Haftası, Kardeş Kahvaltıları gibi faaliyetleriniz mevcut. Mükemmel bir Türk Birliğinin kurulmasında Özellikle STK’lar eliyle yürütülmesi gereken sanat, edebiyat, kültür ve irfan hususlarında bu zamana kadar neler yapıldı, bundan sonra neler yapılmalıdır?
–Devir sivil toplum devridir. Sivil toplum konusunda Türkiye ciddi seviyelere ulaştı. Sivil toplum kuruluşlarımızın gerek sosyal dayanışma gerekse duygudaşlık faaliyetlerini büyük bir ciddiyet ve hayranlıkla takip ediyorum. Dünyanın her yerine ulaşan, mazlum ve mağdur nerdeyse elinden tutmaya gayret gösteren küresel itibara kavuşmuş sivil toplum kuruluşlarımız var. Biz de Yerli Düşünce Derneğini kurarken amacımız medeniyet coğrafyamızda duygu ve düşünce birliği sağlamaktı. Çok şükür bu anlamda çabalarımız var. Medeniyet coğrafyamızdan gelip Türkiye’de eğitim gören kardeşlerimizle sık sık bir araya geliyoruz. Onların hem sıkıntılarıyla ilgileniyor hem de sivil toplum faaliyetlerine destek oluyoruz. İlimde ve sanatta ilerlemeleri için destekler sağlıyoruz. Bir sanat faaliyeti olarak Türk dünyasında şimdiye kadar değişik ülkelerde 15 kez Türk filmleri haftası etkinliğimiz oldu. Kurban bağışlarıyla ilgili organizasyonlarımız oluyor. Türk dünyasının kültürel ve tarihî değerleriyle ilgili anma etkinliklerimiz, akademik sempozyum ve sair çalışmalarımız söz konusu. Ayrıca her ay düzenli çıkan bir dergimiz vasıtasıyla fikri gelişime katkı sunmaya çalışıyoruz. Bunları yaparken kaygımız iyilikte yarışmaktır. Diğer sivil toplum kuruluşlarının çabalarını da takdirle karşılıyoruz. Biliyoruz ki modern zamanlarda sivil toplumun gücü çok büyüktür.
–Tomris Hatun, Dilşad Hatun, Altuncan Hatun, Raziye Begüm Sultan, Terken Hatun, Hayme Ana, Kurmancan Datça gibi Obasının, ülkesinin en zor günlerinde birliği tekrar tesis ederek büyük başarılara imza atan kadın yöneticilerimiz var. Bu süreçte kadınlarımıza düşen görevler nelerdir?
–Türk dünyası kadınlar ve hakları konusunda belki dünyanın en ileri seviyesine sahiptir. Meselâ kadınlar 1917’de Kırım’da, 1919’da Azerbaycan’da ve 1934’te Türkiye’de oy kullanmaya başladı. Avrupa ve dünyada kadınlara oy hakkı verilmesi çok sonraları olmuştur. Bizim tarihimizde ve kültürümüzde kadın ‘ana’, yurt ‘vatan’. Yaratıcı’dan sonra en fazla kutsanan ise ‘anavatan’ olarak bilinir. Yani yaşadığı yeri ana diye gören bir milletiz. Cennet onların ayakları altına serilmiş! Daha söz söylemeye gerek var mı?
–Türk Birliği fikrinin sembol isimlerinden biri de hiç kuşkusuz Gaspıralı İsmail Bey. Gaspıralı’nın “Dilde, İş’te, Fikirde Birlik” çağrısındaki “DİL” sorunu nasıl aşılabilir?
–Bu konuda önemli çabalar söz konusu. Birçok Türk devleti Latin harflerine geçti veya geçiyor. Bu önemli bir adımdır. Sonrasında lehçeler üzerinde çalışmalar yürütülerek dil yabancı kelimelerden arındırılmalıdır. Lehçeler arasındaki ortak kelimeler ortaya çıkarılmalıdır. Dile yönelik çabalar bugünden yarına hemen sonuç vermez. Bir yandan ortak kültür ve sanat faaliyetleriyle de bu süreci güçlendirmek gerekir. Ortak akademik çalışmalar da kıymetlidir. Çok şükür bu alanda çeşitli çalışmalar var ama daha fazla çaba gösterilmelidir.
–Son olarak, rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU’nun “Adriyatikten Çin Seddine kadar kaynaşmış bir Türk Dünyası hayal ediyorum!” sözü hafızalarımıza kazınmıştır. Onunla uzun yıllar boyunca yol yürümüş ve çok yakınında çalışmış birisi olarak neler söylersiniz?
–Cennetmekân Muhsin Başkanımız ve bizlerin de dâhil olduğu kuşak esir Türkler gerçeğiyle yaşamış, Allah, vatan, bayrak diyen Türk milliyetçileri ülkücüler olarak ciddi mağduriyetler yaşamış bir nesiliz. Irkçı, faşist ve sair onlarca suçlayıcı sıfatlarla ikbal ve istikbalimizle oynandı zindanlara atılıp darağaçlarına yollandık fakat çok şükür fikrimizden de zikrimizden de vaz geçmedik. Bugün Türk dünyası, Türk Birliği ve dahi Türk-İslâm Birliği fikri bu ülkede neşvünema bulduysa bizim neslin çabaları elbette yadsınamaz.
Tabiî ilim adamlarımızın, Başbuğ Alpaslan Türkeş gibi siyasetçilerimizin çabaları önümüze ışık oldu, bizleri cesaretlendirdi. Muhsin Yazıcıoğlu işte bu neslin bayraklaşmış bir kahramanıdır. Fikriyle ve zikriyle bu sıfatları fazlasıyla hak etmiş bir kişidir. Mekânı cennet ruhu şad olsun.
İdeallerimizin bugün gerçek hayatta da geniş kitlelerin takdirini kazanması bizleri ziyadesiyle mutlu etmektedir.
|