Mucize Kürsü Kainatın Efendisi Sayı:
107 -
(Mucize bahsi devam ediyor)
Muaz Bin Cebel:
Allahın Resûlü Tebük seferinde sahabilerine emir buyurdular: “İnşallah yarın Tebük çeşmesine varırız. Varışımız, kuşluk zamanından evvel olamaz. İçinizden kim evvel varırsa suya el değdirmesin, benim gelmemi beklesin!” Biz suya varınca gördük ki, bizden önce iki kişi gelmiş… Su da gayet zaif akıyor. Allahın Resûlü o iki kişiye suya el değdirip değdirmediklerini sordular ve değdirmiş oldukları cevabını alınca üzüldüler ve onlara darıldılar. Sonra sudan biraz alıp bir kaba koydular. O kapta mübarek ellerini ve yüzlerini yıkadılar ve o suyu çeşmeye döktüler. O anda çeşmenin suyu o kadar gür akmaya başladı ki, gelen içti, giden içti ve herkes kandı.
Muaz Hazretlerinin anlattığı bu hâdisenin sonunda Allahın Resûlü, kendisine hitap buyuruyorlar:
“–Yâ Muaz, eğer ömrün olur da uzun yaşarsan, buraların bağ, bahçe ve bostanlarla dolduğunu görürsün!”
Bu mucizeye bağlı ikincisi de, ayniyle dedikleri gibi olmasıdır. O kurak toprak, birdenbire suyun artması yüzünden, bağlık, bahçelik oldu.
Hudeybiye yürüyüşünde de aynı harika… İslâm askerleri oradaki suya hücum edip onu kuruttular ve Allahın Resûlüne suyun bitmesinden ötürü yakındılar. Hemen tirkeşlerinden bir ok çıkarıp kaynak noktasına konulmasını emrettiler. Emirleri yapıldı ve su kaynamaya başladı. Dönüşlerine kadar durmadan kabardı.
Arve isimli sahabiden rivayet edilmiştir ki, Allahın Resûlü, bir kovadan abdest almışlar, mübarek ağızlarını yıkamışlar ve suyunu kovaya dökmüşlerdir. Sonra da bu kovadaki suyun kuyuya dökülmesini emretmişlerdir. Tirkeşlerinden bir ok çıkarıp kuyuya atmışlar ve ellerini duaya kaldırmışlar… Kuyunun suyu öyle yükselmiş ki, sahabiler, elleriyle tas tas, ağzından almaya başlamışlar…
Buna benzer daha nice nakil mevcuttur. Enes bin Malik:
–Saadet devrinde buna benzer bir kıtlık yılı oldu. Bir Cuma günü Allahın Resulü hutbedeyken bir arabî ayağa kalktı ve haykırdı: “Malımız helâk oldu ve çoluk çocuğumuz acından kıvranmaya başladı. Bizim için Allaha dua et!”... Allahın Resûlü, mübarek ellerini dua âlemine kaldırdılar. Havada tek bir bulut parçası yoktu. Nefsimi kudret elinde tutan Allaha yemin ederim ki, göklere dağlar gibi bulutlar yığılıncaya kadar ellerini dua vaziyetinden çekmediler, aşağıya indirmediler ve minberden inmediler. Bu vaziyette mübarek sakallarından da gözyaşı inmekteydi. Yağmur başladı. Bir hafta devam etti ve öbür cumaya dek sürdü. Bu defa yine aynı arabînin fazla yağmurdan şikâyeti üzerine yine dua buyurdular: “Yârabbi, yağmuru etrafımıza dağlar ve tepeler üzerine ve derelere yağdır!”... Bulutlar Medine üstlerinden çekilip etrafını ve toprakları hedef tutmaya başladı. O muazzam yağmurun haberi her taraftan duyuldu ve bir ay müddetle dereler, çağlayanvâri aktı.
Abdullah bin Abbas nakliyle Hazret-i Ömer’den:
–Son derece sıcak bir günde Tebük gazâsına çıkmıştık. Büyük bir susuzluk başladı. Kimsenin kimseye verebileceği tek damla kalmadı. O hale geldik ki, bazılarımız devesini kesip bağırsaklarından bir kaç damla emilecek bir madde aramaya başladı. Ebu Bekr Hazretleri, Allahın Resûlüne, dedi: “Allah dua etmeyi sana şiar kılmıştır. Bizim için dua et!”... Buyurdular: “Ya Ebu Bekr, dua etsem memnun olur musun?” Cevap: “Elbette ey, Allahın Resûlü!”... Ellerini kaldırdılar ve yağmur başlayıncaya kadar indirmediler. Yağmur sade İslâm ordusunun bulunduğu saha üzerine yağdı ve bütün insanlar kanıncaya kadar ve kaplar doluncaya kadar sürdü.
Peygamber amcası Ebu Talib’den bir nakil de, “Zilmecaz” isimli bir yerde kendisinin susadığını, susuzluktan Kâinatın Efendisine şikâyet ettiğini, Allahın Resûlünün devesinden indiğini, Ebu Talib’i ardınca çektiğini ve kupkuru yerde birden bire su göstererek “iç, yâ amcam!” dediklerini bildirir. (Devam edecek)
|