Zor günler Vildan Poyraz Coşkun Sayı:
107 -
Dışarısı büyük bir fırtınaya gebeydi. Evin içinde duyulan uğultu
lardan belliydi şiddeti. Fırtına öncesi sessizlikte olan kuşlar, korkuyla saçakların altına tünemişlerdi. Benim içimdekine benzer bir bekleyiş içerisindeydiler hepsi. Rüzgâr önce derinden bir soluk çekiyor içine, ardından da göz hizamda olan karşı sokağa öfke ile üflüyordu. Dışarıda az da olsa kalan insanların, savrulmamak için sokağın demirbaşlarına tutunma çabalarını izledim bir süre. Hayat hep bir mücadele hep bir telâş. Salon camının kenarına ilişip ayaklarımı altıma çektim. Ayakta duracak gücü bulana kadar öylece kalmak istiyordum. Hattâ küçülüp küçülüp unufak olmak istiyordum öylece. Yüzümü dövercesine cama çarpan yağmur, sokak aralarını yıkadığı gibi yıkasa ya içimi?
Ben bir anneyim. Anne olmayı isterken benliğimi, kendimle ilgili hayallerimi bırakarak zora talip oldum. Anne oldum. Ya sonrası? Sonrası beklediğimden de zor oldu. Artık ben yoktum. Söylemeyi unuttum dünyalar tatlısı bir kızımız oldu. Biraz klâsik olacak ama o yedi, biz doyduk, o giyindi biz ısındık. Yalnız onun hayallerine eşlik eder olduk. Onun için en güzeli en iyisi olsun isterken, yüreğimizi yakanlar oldu. Şimdiki gibi. Çok zor bir dönemden geçiyorduk.
Kral. Kral için ailemizin bir üyesi diyebilirim. Üç yaşında çok akıllı bir köpek. Bu zor zamanlarda tek dayanağım o benim. Onun odanın içinde hissettiklerime benzer hislerle, huzursuzca dolaştığını fark ettim birden. Belli ki dışarı çıkmak istiyor diyerek, ayaklarımda az da olsa biriken gücü toplayıp kalktım ve balkon kapısını araladım. Dışarı çıktı ama arkasından gelmediğimi fark edince dönüp yüzüme anlamlı anlamlı baktı. O, öyle bir bakıştı ki bir şeylerin ters gittiğini o da anlamıştı. Her zaman kulübesine bağladığım hayvanı öylece bahçeye salmıştım. Daha sonra özgür olduğunu fark etmiş olmalı ki koşarcasına uzaklaştı benden. Kızım içerde uyuyor. Ayşe'm güzel kızım. Kızım diye demiyorum Ayşe hem güzel hem de akıllı bir kız aslında. Bu dünyadaki en değerlim benim. Kendimden önce gelenim. Tadım, tuzum, şimdilerde acıyan, üzülen yanım o benim.
Bu durum hesap etmediğimiz bir durumdu. Yok olmak istiyorum derken lâf olsun diye kurmamıştım o cümleleri. Ne zaman mı fark ettik? Normal giden düzenimizde kızımın hal ve hareketleri değişmeye başladığında fark ettim. Öncesinde ergenlik davranışlarıdır diye görmezden geldiğimiz hallere, farklı hareketler eklendiğinde, birden ‘dur’ deme ihtiyacı hissettik. Şöyle ki; farklı hiç bilmediğimiz arkadaş guruplarıyla takılmaya başlaması ve bizim onlarla iletişime geçme isteğimizi geçiştirmesi gibi. Tüm bunlara, kendisinden yaşça büyük kişilerle yaptığı arkadaşlıkları da eklemişti. Kendisine neler oluyor diye yüklendiğinizde; “anne olabilecek en kötü şeyi düşün” dedi ve ağlamaya başladı. Başımdan kaynar sular döküldü o an. Olabilecek en kötü şey. Olabilecek en kötü şey ne olabilirdi ki? “Hamile misin yoksa!" derken sesimin hiç olmadığı kadar yükseldiğini hatırlıyorum. Kızım bir taraftan ağlıyor bir taraftan da her şeyi itiraf ediyordu. ‘Keşke o olsaydı anne. Uyuşturucu kullanıyorum ben’ dediğinde dizlerimin bağı çözüldü ve yığıldım kaldım öylece. Dünya başımıza yıkıldı basbayağı. Neredeyiz? Kimiz? Nasıl? Niçin? Kim? Offf offff.. Sorular, sorular. Cevabını bilemediğimiz, mantıklı hiçbir fikir yürütemediğimiz onlarca soru. Karşımızda çırılçıplak duran acı bir gerçek var ama. Uyuşturucu kullanan bir yavrumuz vardı artık bizim.
Tüm bu olanları anlamakta zorluk çektiğim zamanlardı. Her şeye mantıklı bir cevabı olan ben, aklımın beni terk edip gittiğine şahit oluyordum. Aklımla birlikte algı yeteneğimi de yitirmiştim. Uzun süre kendime gelemedim. Kızgın ve oldukça öfkeliydim. Bu yıkımın ardından ne mi oldu dersiniz? Hesap sormalar başladı. Yemedim yedirdim. Giymedim giydirdim acıtasyonlarıyla devam eden, nasihat içeren söylemler, söylemler…
Hiç yararı oldu mu? Hayır, olmadı tabi ki. Sonrasında zıtlaşmalar, sonu gelmeyen bağrışmalar, karşılıklı tehditler sürüp gitti. Bu durumda olan bir ebeveynin nasıl davranması gerektiği ile ilgili bir bilgiye de sahip değildim. Ne yapmalıydım? Kime gitmeliydim? Yok yok kimseler duymadan bu işi halletmeliydim. Kime ne diyebilirdim ki? Her geçen zamanla insan kendini geliştiriyor diye bir öngörü vardır hep. Bunun böyle olduğunu düşünürken şimdi uzaktan yakından ilgisi olmadığını fark ettim. Demek ki insan hesap etmediği durumlar için kendini geliştirmeyi ihmal edebiliyormuş.
Bu düşüncelerle boğuşurken odanın kapısı aralandı. İki saat öncesinde bu illeti bırakmanın yollarını konuşmuştuk kızımla. Yine bağırdık çağırdık. Kendisine yardımcı olabilecek merkezlere götürmeyi teklif ettim yavruma. Gitmeyi asla kabul etmiyor, elimizi ayağımızı bağlıyordu ne yazık ki. Odadan çıkarken çok daha kötü olduğu belliydi. Yavrumu tanıyamıyordum artık. Sadece yavrumu değil kendimi de tanıyamıyordum. Tamamen farklı birileri olduk çıktık. En kötüsü, kızımın bu durumu bir sorun olarak görmemesi ve durumu kabullenmesiydi. “Eğleniyorum sadece, tamam mı?” diyerek her seferinde kapıyı çarpıp gitmesi sorunu çözümsüzleştiriyordu. Öyle bir an geldi ki üzerine titrediğim yavrumuza, bu illeti bırakmadığı müddetçe evde kalamayacağını söyledik. İçimizden kovmadık ama bir nevi evden kovduk anlayacağınız.
O evden gittikten sonraki zamanlarda, yanlışımızı idrak ettik ve belli bir süre sonra onu çok daha kötü bir şekilde getirdik yuvamıza. Bize öfkeliydi haliyle. Öfkeyle kaplı yüzüne karşılık, gözlerinin derinliğinde ki yalvarışlarını görebiliyordum yavrumun. Her ne olursa olsun bu sefer birlikte başaracaktık. Bu akıl birlikteliğine vardığımızda bize yardım edebilecek kurumlarla iletişime geçtik. Bu kabullenişler bize bir adım ötesi için umut veriyordu. Başlangıçtakini aratmayacak zorlu süreçler kapımızdaydı ama iyiye doğru hayallerimiz de vardı artık.
Bir yıl sonra
Çok uzun zamandır ilk defa yatağımdan hafiflemiş bir şekilde kalktım. Özlemini duyduğum anlamlı bir iç huzur vardı. Aylardır yolunca gitmeyen şeylerin düzeleceğinin bir işareti olabilir miydi?
Bu sabah içim ne kadar aydınlıksa, dışarısı bu ruh halime inat o kadar kapalıydı ki hava, benim bu aydınlığıma eşlik etmemekte kararlıydı. Öyle olsun bakalım diyerek salona geçtim. Her zaman oturduğum koltuğuma ayaklarımı altıma alarak oturdum. Bütün modum düşmüştü yine. Beynim uzun yıllar silemeyeceğim kötü anılarla doluydu ama tüm bunlara teslim olmak da istemiyordum. Ruhumun yeniden huzur bulması bu noktada çok önemliydi. Evet, başa dönmekten korkuyordum. Evet, zamanın pençesinde de eriyip gitmiştik. Aklımızı oynatacak bir sürü olayları yaşadığımız koskoca bir yıl. Yarım asırlık hayatımdan, cımbızla çekip çıkarılmasını istediğim koca bir yıl.
Gelecekle ilgili yeniden plânlar yapabilmek için silkinmeliydim. Bunu yapmadığım müddetçe, bu sabah huzurlu kalkmamın bir anlamı yoktu. Bunu başarırsam eski ben, eski biz olabileceğimize olan inancımı diri tutmak istiyordum.
Acıktığımı fark ettim ve mutfağa doğru yöneldim. Havanın yavaş yavaş aydınlanması da keyfimi tekrar yerine getirmişti. Bu keyfimi taçlandıracak, kızımla yapacağım güzel bir kahvaltı ve kahvaltıda olmazsa olmazım tavşankanı çaydı. Tıpkı eski günlerdekiler gibi. Çayımı isteklice, kokusunu içime çeke çeke içtiğim zamanları ne çok özlemişim. Çayın altını açtım. Buzdolabında ne var ne yok tüm kahvaltılıkları çıkarıp özenle masaya dizdim. Görselliği ön plânda olan yemek masalarını oldum olası sevmişimdir. Ayşe'm de uykudan kalktığında gördüğü böyle güzel masaya, yüzünü yıkamayı bile unutup pat diye otururdu.
Çay demini alınca mutfaktan kızıma, kalkması için seslendim. Masadaki son rötuşları yaparken ikinci kere seslendim. Odasında hiç bir hareket yoktu. Seslenmeme karşılık vermeyince antreye doğru yöneldim ve oradan tekrar seslendim. Yok, yine cevap vermiyordu. Banyoda da yoktu. Bir korku kaplamıştı yüreğimi. ‘Yoksa yoksa’ diyerek dış kapıya doğru yöneldim. Günlük giydiği spor ayakkabıları yoktu. Her zaman askıda duran kırmızı hırkasının yerinde olmadığını fark ettiğimde dizlerimin bağı çözüldü. Güçlükle ayakta durabiliyordum. Ne yapmalıydım, ne düşünmeliydim bilemedim. Beynime kötü kötü düşünceler hücum ediyordu. İşi olmadığı müddetçe, erken kalmayı sevmeyen bu kız nereye gitmiş olabilirdi ki?
Zar zor mutfağa geçtim. Biraz sakinleşmek için bir bardak su içtim. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordum ki telefon aklıma geldi. Bir yandan ellerimin titremesine engel olmaya çalışırken, bir yandan da rehberde Ayşe’mi bulmaya çalışıyordum. Telefon kapalıydı. Sandalyeye yukardan düşer gibi oturdum. İçimdeki endişe, korkuya dönüşmüştü ve katlanarak artıyordu ki acımasızca basıldığı belli olan kapı ziliyle irkildim. Koşar adımlarla kapıya yöneldim ve kapıyı açtım.
Kucağı en sevdiğim kır çiçekleriyle dolu Ayşe’mdi gelen. Bir de mis gibi kokan ve çayla buluşmak için sabırsızlanan simitler...
|