Hususilik Kürsü Kainatın Efendisi Sayı:
110 -
HUSUSİLİK
Öbür Nebîlerin peygamberlikleri, kendi zamanlarıyla kayıtlıdır. Hâlbuki O, topyekûn zaman ve mekânın peygamberidir. Bütün gelip gidenlerin Nebîlik sırları O’nunkine bağlı ve hikmetini o kaynaktan alıcıdır. Bütün resullerde tecelli eden mucizeler, onlara Muhammedî nurdan verilmiştir. Yıldızlar, ışığı nasıl güneşten alırlarsa, bütün peygamberler de feyzi O’nun sırrından almışlardır. Bu keyfiyetin ilk ve en parlak misali Âdem Peygamberdir. Hak, Âdem’e halifelik verirken, sevgilisine mahsus “kelâm ve mânâ toplayıcılığı” makamından isimleri ona talim etti. Âdem bu kerametle meleklere galip oldu. Bunun üzerine melekler Allaha dediler:
-Ya Rab; Sen, kan dökücü bir fesat ve günah örneğini kendine halife mi kılıyorsun? Nedir bunun hikmeti?
Âdem peygamberin “esma” ilmi, “kelâm ve mânâ toplayıcılığı” makamından kerameti zuhura gelince, melekler acz ve noksanlıklarını anladılar ve baş eğdiler.
Ondan sonra Allahın halifeleri yeryüzüne birbiri arkasından gelmeye başladı. O zamana kadar ki, büyük emanet, O’nda karar kıldı ve her şey aslî sahibini bulmuş oldu. (Her peygamberin bayrak şeklinde elden ele aktardıkları emanet, sahibine ulaştı.) Böylece, insanın yaratılışından murad, O’nun gelmesi olduğu, gerçekleşti. Meleklerin Âdem peygambere secde etmelerinin de, alnındaki Muhammedî nur sebebiyle olduğu, Allah Resulünün vücudunda hakikatini buldu.
Âyet meaili:
-Allah ve melekleri Nebîye salât ederler.
Meleklerin Âdem peygambere secdelerinde, Allah’la beraber olmadıkları, açık bir bedahattir. Fakat Nebîsine salâtta, Allah, melekleriyle beraberdir.
İsim ve mânâlarının ilk olarak resuller Resûlüne talim olunduğu bahsinde en büyük delil, meâlini verdiğimiz şu hadistir:
-Ezel âleminde bana ümmetimin yüzleri gösterildi ve bütün isimler talim edildi. Âdem Peygambere talim edildiği gibi…
İdris peygamber göklere çıkarılarak şereflendirildiyse, Âlemin Fahri, miraçta öyle bir yüksekliğe çıkarıldı ki, böylesi hiçbir peygambere nasip olmadı. Nuh Peygamber, peşindeki mü’minlerle, boğulmaktan kurtulduysa, Varlığın Nuruna da öyle bir imtiyaz bahşolundu ki, ümmeti öbür topluluklara erişen belâlardan emin oldu; ve gökten taş ve ateş yağması ve bir anda kahredici ses gelmesi tarzında azaplardan masum kaldı. İbrahim Peygambere ateşten kurtulmak mucizesi lâyık görüldüyse, Kâinatın Efendisine de harp ve fitne ateşini söndürmesi ihsan oldu. Miraç gecesi dünya semasının altında bir ateş deryasından geçtikleri de rivayet olunur.
Bir hadis Hz. İbrahim’e şefaat için başvuranların şu cevabı aldıklarını kaydeder:
“Ben hicap perdesinden Allah dostu oldum. Başvurulması gereken, Allahın Sevgilisidir.”
Yine, Hz. İbrahim’e, insanlara tevhid ve Allah ibadet yolunda putları yıkmak nasip olduysa, Allah’ın Resulüne de, küfür karanlığının en koyu zamanında, Tevhid bayrağını en yüksek seviyeye çıkarmak ve Kureyş putlarını küçücük bir ağaç dalıyla yüz üstü düşürmek nasip oldu. Ve yine Hazreti İbrahim’e Kâbe’yi bina etmek nasip olduysa, Kâinatın Efendisine de, Kâbe’nin kalbi makamındaki “Hacer’ül Esved”i yerine yerleştirmek müyesser oldu. Yani Kâbe’nin mânâsını tamamlamak…
O zaman Kâbe, yağmur ve selden yıkılmıştı. Kureyş onu tekrar bina ettirdi. İş, kara taşı, “Hacer’ül Esved”i yerine yerleştirmeye kalınca, bu şerefli vazifede öncü olmak isteyen kabileler birbirine düştü. Her kabile, taşı kendi eliyle yerine oturtmak davasındaydı. Nihayet şu karara vardılar:
-Bir kenara çekilip bekleşelim ve gözleyelim! Kâbe’ye kim evvel gelirse onu hakem tutalım ve uygun göreceği şekle göre hareket edelim!
Beklediler ve gözetlediler.
Kâbe’ye ilk gelen, Allahın Sevgilisi oldu. Henüz nebîliğe ermiş değildi. Etrafını aldılar ve davalarını anlattılar. Kavminin içinde “emin-doğru” lakabıyla anılan Varlık Nurundan yol göstermesini istediler. O hemen hükmünü verdi. Toprağa bir örtü döşetti, taşı örtünün orta yerine koydurttu, her kabileye örtünün bir ucunu ve kenarını göstererek onu havaya kaldırttı, böylece her kabileye taşıtmış oldu ve tam taşın oturtulacağı yere gelinince onu kendi elleriyle kavrayıp yerleştirdi.
Ve eğer, Musa Peygamber, asasını ejderhaya çevirdiyse, O da, ağaç kütüğünü inildetti, ağlattı ve konuşturdu.
İmam-ı Fahri Râzi “Tefsiri Kebir” eserinde şöyle yazar:
-Ebu Cehl bir gün, Allahın Resulüne taş atmak istedi. Yerden bir taş alıp kaldırdı ve o anda gördü ki, Allah Resulünün arkasında ve omuz başlarında iki ejderha, başlarını kaldırmış, ateşten dilleri meydanda, kendisine bakıyor! Taş Ebu Cehl’in elinden düştü ve bütün dermanı kesildi. Ebu Cehl, korku içinde döndü ve kaçtı.
Ve yine, Musa Peygambere “Yed-i Beyzâ” denilen bembeyaz el verildiyse, Allahın Resulüne de öyle bir nur verilmiştir ki, Hz. Âdem’den kendisine kadar bütün babalarının alınlarında pırıldamıştır.
Ebu Naim:
-Karanlık ve yağmurlu bir gecede Kutâde bin Numan ile yatsı namazını kıldılar. Ayrılacakları zaman Kutâde’nin eline bir hurma dalı verdiler ve dediler:
“-Bununla rahatça yol al! O sana, on adım önünü ve on adım gerini aydınlatacak bir ışık verir. Evine varınca kara bir şeye rastlayacaksın. Bu dalı onun kafasına çal ki, çıkıp gitsin. O şeytandır!.. “Kutâde, dalı alıp yola düştü ve on adım ilerisiyle on adım gerisini çevreleyici bir ışık dairesi içinde yürüdü. Evine girince de o kapkara şeyle karşılaştı, ona sopasını indirdi ve kaçırttı.
|