Mehmet?ik Necip Fazıl Kısakürek Sayı:
56 - Nisan / Haziran 2007
(İstanbul MTTB'de) (...)
Mehmetçik, Türk'ün ruhunu İslâm nuruyla dolduruşundan sonra, İslâm potasında eriyerek İslâm kalıbına döküp billurlaşarak darphâneden çıkma has altınlar gibi insanlık pazarına döktüğü, ferdiyet üstü millî ve içtimaî vâhid... Aslındaki kıymet ve hususiyetle de böyle bir vâhide, Türk'ten başka mâlik, bu cihanda ikinci bir millet yok... Türklük mâdeninin kışır üstü ve bozucu bütün fizik ve kimyevî tesirlere mukavemetli aslî ve kurtarıcı vâhidi Mehmetçik... Mehmetçik, Allah indinde, halis kahramanlara mahsus din ve milletten fânilik, namsızlık ve nişansızlık sıfatlarıyla da, şan ve şerefini ancak feza dolusu meleklerin törenleştirebileceği ve hasis dünya ifadelerinin asla varamayacağı bir makama sahip... (...)
Mehmetçiğin makamını şan ve şerefle ölçebilecek, ne bir tartı, ne bir endaze, ne bir kıyas, ne bir mikyas vardır. Ne mutlu Türk Milletine!..
Ne bakımdan?
Allah Resûlü'nün mukaddes hâs ismini, sırf o isme duyduğu sonsuz saygıdan ötürü hafif bir değişikliğe uğratıp "Mehmed" yapan, böylece İslâm ülkelerinden hiç birinin eremediği bir ruh iffeti gösteren duygu inceliği bakımından... Bu bakımdan ne mutlu Türk Milletine!..
İşte Mehmetçik, kâinatın sahiplik imzası olan o isme, şefkat edalı bir ufaltma eki ilâve edilerek bulunmuş o mübarek klişedir ki, iç hayatını Allah Resulü'nün ruhâniyetinden devşirici bir milletin, fert üstü namsız ve nişansız her vâhidine püskürtülmüş nur zerresini pırıldatıyor. Türk'ün temel varlığı olan Mehmetçik hüviyetini, her şeyini o nur zerresinden; ve o nur zerresine tecelli mihrakı olma ehliyetinden alıyor. (...) Peygamberinin ismini ondan aldığınız ve meselâ adını Oğuzcuk, Uygurcuk, Sungurcuk yaptığınız anda delinmiş bir (oksijen) tüpü gibi herşey ondan uçup gider. (...) Mehmetçiğin asıl farikası, insanüstü fedakârlık ve kendinden veriş... Nefsinden başkası için olmak... Dini için, millet için... Vücut hikmeti ve memuriyeti bu... (...)
Ondaki sadakat, ondaki itaat, ondaki tevekkül, ondaki tahammül, ondaki cefakârlık, ondaki fedakârlık, ondaki nefs istihkârı, ondaki Allah iftikârı, hiçbir zaman ve mekânda hiçbir milletin fert vâhidine nasip olmadı. (...) Yedi düvele karşı koruduğu Fatih'in İstanbul'unda ve Çanakkale'de Mehmetçik, o kilit noktasının kıymet ve ehemmiyetini kendi kendisine sezmiş; ve sadece intihar emri vermeyecek bir sevki idareye mazhar olduğu içindir ki, işi fert fert harikalar plânına dökebilmiş; ve düşman mermilerini iki kaburga kemiği arasında yakalamaktan, sırtında 120 kiloluk gülleleri taşımaya kadar göstermediği fedakârlık bırakmamış ve nihayet Çanakkale'de istif halindeki kuduz dünya emperyalizmasını, tüfeğini dizinde kırarak suya atılıp kaçmaya mecbur etmiştir.
Bu netice, hesap, tahmin, plân ve kumanda dışıdır ve onu gerçekleştiren sadece Mehmetçiktir. (...) Avrupalı büyük bir askerî muharrir diyor ki: "Başka ordularda müdafaanın bile terk edileceği şartlar altında Türk ordusunun taarruzu başlar." (...) Nihayet, Birinci Dünya Harbi sonunda, morgdaki ölü masasına yatırdıkları, kayışlarla masaya bağladıkları ve her kayışı bir sömürgecinin eline verdikleri hasta adamı bir şahlanışta hayata iade eden Türk'ün var olma iradesini şahıslandıran, emperyalizma uşağı (megola idea) maskaralıklarını sımsıkı kuşatıp boğan ve bücür atlara piyadesi ve süvarisiyle ikişer kişi halinde yerleşip İzmir kalesini hilâline kavuşturan kudret, Mehmetçikten başka kim olabilir? (...)
Fakat gözümüzü dört açalım ve dikkat edelim: Mehmetçik, Türk'ün ruh köküne düşman bu iç ajanlar karşısında, tarih boyunca ve bugün, Moskof'un karşısındaki vaziyetinden daha tehlikeli durumda bulunuyor. Harplerin, kıtlıkların, hastalıkların, kötü sevk-i idarelerin yiyemediği Mehmetçiği, eğer biz onları daha evvel yiyemeyecek olursa, bu iç ajanlar yiyebilir. Amma kimsenin şüphesi olmasın; onları yiyecek, dişlerimiz arasında parçalayacak ve yurt dışına tükürecek olan bir nesil doğmakta... (...)
Bütün dâva şimdi fikir Mehmetçiklerini yetiştirmekte ve onların büyük meydan muharebesini hazırlamakta... Mehmetçik isminin kaynağı olan mukaddes ruhaniyet, rehberimiz ve koruyucumuzdur.
(Hitabeler; bd yy. 1959)
|