Baş Rolde Sen Varsın İrfan Aydın Sayı:
116 -
Ilık bir ağustos sabahıydı Ankara’da. Yaklaşık on yılın ardından, sarf ettiği dört yıllık emeğin somut ürününü, diplomasını almaya gelmiştir Ethem. Hoş, alınca ne değişecekti ki? Koca bir hiç... “Diplomalı hıyarcı” geldi aklına. Bu ülkede yıllar gelir geçer ama değişim bazı şeylere nadiren uğrardı. Onlardan biri de, bir şeyleri hakkıyla, dürüstçe ve yasal yollardan yapmaya çalışanların önüne konan ‘Çin Setleri’ydi. Henüz hıyar satmaya başlamamıştı ama ilk adımını atmak üzereydi, ne de olsa diploması hazırdı.
Metrodan indi, kalabalıklaşmaya başlayan Ankara caddesinde, güne hazırlanan onlarca insanın arasından, aşina mekânına doğru yoluna devam ediyordu. Güneş biraz daha yükselmiş, “Çok sevinme, bak işte buradayım” dercesine günün sıcaklığını artırmaya devam ediyordu. Sanki kaldırım bitmek bilmiyor, uzadıkça uzuyordu. Üniversitede geçirdiği o harika, unutulmaz yılların ana mekânına gelmişti sonunda. Metrodan indikten sonra geçen iki dakika, sanki iki gün gibiydi. Binanın bahçesini çevreleyen duvarın önünde, kendince bir yuva olarak gördüğü okuluna boydan boya göz gezdirdi. Okulun adını sergileyen yazı, binanın üst kısmında selâmlıyordu onu; “Hoş geldin, ne çok bekledin, ne çok beklettin…” Yuvaydı ona göre; çünkü sıcak dostluklar, samimi kucaklaşmalar, ders koşuşturmaları, bahçede içilen çaylar, artık hafızanın bir köşesinde, özlemle iç çekerek hatırlanmayı bekleyen birer anı halini almıştı.
Orta bahçede aldığı çayın şekerine hasret de katarak karıştırıp yudumlarken, tanıdık bir ses bakışını o yöne çekmişti. Nesim ağabey, her zamanki yerinde, büfenin yanında, iki öğrenciyle sohbeti koyulaştırmakla meşguldü. Hatırlardı herhalde, sorsa mıydı ki?
“Merhaba Nesim ağabey, hatırladın mı beni?”
“Oo, gardaşım hatırlamam mı… İsmini söylememişti ama konuşmasındaki içtenlikten anlaşılıyordu. Hani isimler unutulur, mimikler de kaybolabilirdi hafızanın derinliklerinde ama ne diyordu Muhsin başkan: “İnsanın iki kaşının arasındaki bölge değişmez, unutulmazmış”
“Nasılsın gardaşım, ne var ne yok, neler yapıyorsun?”
“İyiyim, ağabey nasıl olalım, bir okulda taşeron öğretmenlik yapıyorum. Diplomamı unutup, arşivin tozlu raflarına kaldırmasınlar diye almaya geldim.”
“İyi yapmışsın gardaşım, hoş gelmişsin.”
“Hoş bulduk ağabey, sende ne var ne yok?”
“Aynı işte gardaş, bıraktığın yerde, parlak kâğıtlara anıları kazımakla meşgulüz hâlâ.” Nesim’in yüzünde rutin hale gelmiş sıcak gülümseme, Ethem’i yıllar öncesine götürmüştü.
“Neyse, ben biraz dolaşayım, kendine iyi bak, görüşürüz ağabey.” derken cümlenin son kısmının lafın gelişi söylendiğinin farkındaydı.
Arka bahçedeki kantine doğru giden merdivenleri inince, voleybol sahasında top oynayanların içinden topu almaya gelen, orta boylu, kirli sakallı gence, yerden atik bir şekilde aldığı topu gülümseyerek uzattı. Bir an dayanamayarak filenin önüne geçip oynayanlara karışma fikrinden zor aldı kendini. Oysa birkaç saniye daha geçse, “Ver pası, Halit!” deyip parmaklarının ucuyla, topu karşı alana gönderiverecekti. Oysa Halit, belki de şu an, Ankara’nın bir başka yerinde, daha alt seviyedeki bir okulun bahçesinde, öğrencisine vermekteydi pasını…
|